Şiirin Annesi “Gülten Akın”

“Bana göre şiir zaman içinde değişti. 
Yaşamım, şiire bakışım, izleklerime göre seçtiğim biçem, 
hep zaman içinde değişti. 
Ben bu değişmeden hiçbir zaman çekinmedim. 
Korkmadım hep biraz daha ileriye, 
benim bütünlüğümden ilettiğim insanların 
bütünlüğüne ulaşacak bir şeyi sağlamaya çalıştım.” 
Gülten Akın

 

24 Ocak 2021 tarihli Nokta Haber Yorum’da Mahmut Üstün dostumuzun da belirttiği gibi Cemal Süreya, Gülten Akın’ı tanımlamak için “Ümmüşiir” sözcüğünü kullanırdı. Yani şirin annesi…  Gülten Akın’ı aynı zamanda inceliklerin şairi olarak da biliyoruz. O, doğaya âşıktı, topluma âşıktı; bu aşkı bir annenin çocuğuna duyduğu sevgi gibiydi. Topluma ve doğaya karşı bir ana sıcaklığı sorumluluğuyla yaklaşmıştır. Doğa, ayrılık, sevgi ve kadın sorunları türü temaları işleyen şairimiz, bireysellikten toplumsallığa yönelen bir sanat çizgisini işlemiştir. Şiirin imgesel zenginliğini ve kadın olmanın duyarlılığını şiirde buluşturan şiirin öz annesini saygıyla ve özlemle anıyoruz. Onun ardından kelimeler suskun, şiirler annesiz ve kimsesiz kaldı.  

Yaşamı

“Gülten Akın’ın kadın imgesi, devletin mutlak gücüne oğlu için direnen ve mücadele eden bir kadın tipini içermesi bakımından, Modern Türk Şiirinin izlek evreninde bir ilkliğe sahiptir.” [1]

22 Ocak 1933 tarihinde Yozgat’ta doğan şiirlerin öz annesini, 4 Kasım 2015 tarihinde kronik böbrek yetmezliğinden yitirdik 

Gülten Akın, İlköğrenimini Sorgun ilçesinde tamamladıktan sonra, ailesi 1940’lı yıllarda Ankara’ya yerleşti. Ortaöğretimi ve liseyi eğitiminden sonra 1955 tarihinde Ankara Hukuk Fakültesi’nden genç bir avukat olarak mezun oldu. Bir yıl sonra kaymakamlık görevini yapan Yaşar Cankoçak ile evlendi; bu evlilikten 5 çocuğu oldu. 1958-1972 tarihleri arasında Gevaş, Alucra, Gerze, Saray ve Maraş’ta avukatlık ve öğretmenlik yaptı [2].

1972 yılında Ankara’ya yerleşerek Türk Dil Kurumu’nda çalıştı. Kültür Bakanlığı Danışma Kurulu üyeliği, İnsan Hakları Derneği, Halkevleri ve Dil Derneği gibi örgütlerde kurucu ve yönetici olarak görev aldı. Emekli olduktan sonra 1980’li yıllarda Ankara’da bir banka soygununa karıştığı gerekçesiyle oğlu Murat Cankoçak tutuklandı. Soygun zanlısı olarak dosyası Şentepe Devrimci Yol davası ile birleştirilerek müebbet hapse mahkûm edildi. “42 Gün” adlı şiir kitabında olayla ilgili destansı anlatımı aktarıyoruz. “Soğuktu. Çoğumuzun sırtında ince giysiler. Çoğumuzun ayağında, eski, ıslağını içe geçiren pabuçlar. Her gün buralardaydık, yuvarlak, küçük parkta oturduk. Kovalıyorlardı bizi kapı önlerinden. Azarlıyor, itiyorlardı. Dövüşürdük kimileyin. Öfkeyle bağırırdık. Ama dayanamazdık, tutunamazdık fazlaca.” 

“Gülerken” öyküsünde anne açlık grevine başlamış çocuğunu görüşe gitmiştir. “Yüzü orada. Gözlerini aradı çocuğun. Gözleri orada. Anlatımını aradı. Donmuş. Bulamadı.”  [2]

Oğlunun cezası Yargıtay tarafından bozuldu. Bu olayın yaşandığı günlerin şiirlerine yansıdığını görüyoruz.  Cezaevinde uygulanan insanlık utancını, 1986 tarihli “42 Gün” adlı kitabında Mamak Cezaevi’nde artan baskılara karşı başlatılan ve 42 gün süren açlık grevinin sonuna gelinirken çocuk çökmüştü. Anne demek ister ama bir şey diyemez. “Yeni keşfedilmiş bir işkence biçimi gibi” diye niteler Akın bu durumu. “O gün oruca son verilmişti ama çocuk ayakta duramıyor. Dal gibi sallanıyor. Ana. Göğsünün bütün soluğunu bağırarak boşalttı. ‘Ölme oğlum, ölme emi oğlum.’ Dışarıda kalan kadınların dayanışmasını da anlatmıştır. “Anca Ramazan ayında oruç tutanların” anneleriyle “yalnızca insanca yaşamak için oruca yatanlar”ın acılarını da paylaşmıştır [3].  

12 Eylül, yerini sivil yönetime bıraktıktan sonra Balıkesir’in Burhaniye ilçesine yerleşti. 

 “Sosyalist Kaymakam” diye anılan 57 yıllık eşinin ölümünden iki yıl sonra, 4 Kasım 2015 tarihinde Ankara’da tedavi gördüğü hastanede kronik böbrek yetmezliğinden vefat etti.

Sanat Anlayışı

Gülten Akın’ın şiirle bütünleşmesi, çocukluk yıllarına kadar uzar. Çocukluğunu dedesi ile geçirmesi belki de okula başlamadan önce okuma-yazmayı öğrenmesine vesile olmuştur. Kütüphane memuru olan dedesi sayesinde küçük yaştan itibaren kitaplarla tanışarak, bulduğu her şeyi liseli yıllara kadar okuyarak genç yaşta belleğini genişletmiş ender şairlerimizden biri olmuştur.  

Gülten Akın, sadece edebiyat kitaplarıyla değil, kütüphanede bulduğu tarih, felsefe kitaplarını da okumuştur. 6 yaşındayken II. Paylaşım Savaşı çıkmış ve yaşamın tüm zorluklarıyla tanışmıştır. Bu konuda 2007 tarihinde Radikal, Kültür Sanat sayfasında çıkan söyleşide şunları söylemiştir:

1940 sonrası savaş kokularının bize kadar ulaştığı yıllar oldu. Yokluklarla tanışmaya başladı aileler. Babamın Ankara’da memuriyete tayini ile sevgili yaşlılardan ayrılmak, Ankara’ya taşınmak zorunda kaldık. (…) Neredeyse sonsuz bir özgürlükten ve genişlikten, bunca darlığa, sıkışıklığa geçiş. (…) Devlet eliyle zengin yaşatma, sanayici yetiştirme, ortamı. Yoksul kalabalıkları da yoksullaştırırken, az kişiye akıtılan zenginlik. Bu karmaşa içinde ne coşku, ne neşe, söndü gitti. Kabul edemediğim bu hayat, işte beni şair olmaya götürdü. (…) Kendimi büyümeye, dünyada var olduğumu, sahiciliğimi göstermeye ulaştığım yaşlardaydım. Herkesin kendince görünür kılacak, var kılacak bir uğraşı vardır. Benimki şiir oldu.”

Şiirle buluşma ve bütünleşme öyküsünü bu şekilde açıklamıştır. Bireysel temaların işlendiği lirik sanat yaşamıyla başlayan şair, toplumsal içerikli şiirlerle ilerleyen yıllarda devam etmiştir… Gülten Akın, 1950’lerde İkinci Yeni Şiir Akımı’nı benimsemiş ve şiirlerinde işlemiştir. Bu tarihlerde işlediği tema bireysel ağırlıklıdır. Buna rağmen kent yaşamında gecekondu, sanayileşmeyle birlikte kentin değişim ve dönüşüm geçirmesiyle birlikte oluşan sorunları tespit etmesi ve bu dönemin tanıklığını dizelerine yansıtan şair olarak karşımıza çıkmıştır. 1930-1940’lardaki Toplumcu-Gerçekçi Akım ve 1940’lardan sonra ortaya çıkan Birinci Yeni, yani Garip Akım’a karşı tepki olarak doğmuş ve çoğunlukla bireyselliğe dayanan bir akımdır İkinci Yeni… Şiirde işlenen konular gerçek hayattan, doğa tasvirlerinden uzak, sürrealist (gerçeküstücülük) bir akımdır. Bu akım Muzaffer Erdost tarafından benimsenmiş ve Cemal Süreya, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Ece Ayhan, Edip Cansever, İlhan Berk, Özdemir İnce ve diğerleri tarafından kabul görmüştür. Gülten Akın’ın 1950’li yıllarda şiirlerinde bu akımın temaları işlenmiştir. 1970’li yıllarda şiirlerinde ikinci yeni çizgiden çok, toplumcu temalar görüyoruz. 2008 tarihinde Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ölümünden sonra, Milliyet gazetesinin yaptığı araştırmada en çok oyla “yaşayan en büyük şair” olarak gösterilmiştir.  

1960’lar Gülten Akın’ın şiirlerinin yönünü bulduğu, değişmediği dönemdir. Akın’ın destansı kurguya dayanan ve sorgulayıcı bir dil kullandığı dönemdir. 1970’ler, epik türünün ön plana çıktığı dönemdir.

Gülten Akın’ın sanat anlayışı, ilk yıllarında İkinci Yeni Şiir Akımı’nın etkisi altında bireysel şiirlerinin ağırlıkta olduğu dönemde kendisini hissettirmiştir. Doğa, sevgi, özlem, ayrılık ve aşk ile ilgili temalar ön plandaydı. Kentleşmenin getirdiği dengesizliği, bireysel konuların yanında, yaşam koşullarına tanıklık yapan bir şair olarak şiirlerinde işlediğini görüyoruz. Sonraki yıllarda halkın sorunlarını şiirlerinde yansıtan şiirler yazmıştır. 1970’li yıllardan itibaren İkinci Yeni Akım’dan sıyrılarak, Toplumcu-Gerçekçi Akıma yöneldiğini görüyoruz. Çok iyi özümsenen Toplumcu-Gerçekçi Akım, şiirlerine yansımıştır. Bu akımın şairleri, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Ahmed Arif, Attila İlhan, Cahit Irgat, Arif Damar, Şükran Kurdakul, Ataol Behramoğlu, İsmet Özel ve diğerlerini sayabiliriz. Bu akımın diğer bir özelliği de serbest nazım esasına dayanan şiirlerin revaçta olmasıdır. 1980 öncesi yaşananlar belki de onun sanat anlayışını derinden etkilemiştir. Şairimiz, sosyal yaşam ve halk sorunlarıyla göçmen, mahkûm, yoksulluk, yabancılaşma ve kadın olarak adlandırılan “öteki”lerden yola çıkarak yoksullukla, zenginliği, gecekondu ve modern kent arasındaki farkı -çelişen sınıfsal farklılıkları- yerinde izlemiş ve bunu dizelerine yansıtmıştır. Dolayısıyla şiirlerinde yaşam-halk ilişkisini öne çıkarmıştır. 

Gülten Akın,  bu yıllarda toplum içindeki sosyal ayrışmaları, gelir dağılımındaki dengesizliği, ezilmişliği yansıtan şiirlere ağırlık vermiştir. 1980 öncesindeki devrimci –cezaevi ilişkilerinden yola çıkarak göç sorunlarını, toplumda yabancılaşma, varoşların sosyal ve ekonomik durumları ile kentsel sorunları bir kadın hassasiyetiyle kaleme almıştır. 1980 öncesi ülkenin içinde bulunduğu kaotik durum, hem şairi, hem de şairin dizelerinde derin izler bırakmıştır. 

 Onun şiirinde yeni bir yaşam tarzının panoraması olan kent, kentleşmeyle birlikte gelen göç ve gecekondu gibi temalar önemli bir yer edinir. Çoğunlukla bir kadın duyarlılığında söz konusu temalara eğilen şair, aynı duyarlılıkla kent insanının destanını, türküsünü ve ağıtını yazmakla geleneği de dönüştürdüğünü göstermiştir. [4] 

Hayatla önemli bir bağ kuran Gülten Akın’ın şiirleri, gerçek yaşamın kopmaz bir parçası haline gelmiştir. Şiirin genel karakteristik özelliğinden uzaklaşmadığı gibi bu anlayışı dizelerine yansıtabilen tek kadın şairimizdir desek, mübalağa etmiş olmayız. Şiir, Gülten Akın için soluk alıp verdiği hayattır. Şiirle öylesine kopmaz bir bağ oluşturmuş ki; “Şiir bizim eski suç ortağımız/Biz ne suç işledikse onunla işledik” diyerek tüm eylemlerinin şiir içinde kaldığını ve onunla bütünleştiğini anlatmıştır. 

Gülten Akın, geleneksel şiir anlayışı ile ilgili yetkin özelliğe sahip tek kadın şairimizdir. Bir yandan Toplumcu-Gerçekçi perspektiften dünyayı ve sosyal yaşamı irdelerken, öte yandan edilgenleşen ve ötelenen kadınlarımızın sorunlarını ve dertlerini bir nakış gibi dizelerine işlemiştir. Şiirlerindeki ince dokuyu genç kuşaklara, şairlere birikimleriyle birlikte aktarmıştır. 

Gülten Akın’ın poetikasının yapıtaşını, gündelik dili değiştirerek sanatsal bir gerçeklik oluşturan şiirin yaşamı da değiştirebileceği, eleştirebileceği düşüncesi oluşturur: “Kendi dilini gündelik dil içinden kuran şiir, onunla dünyanın insan ilişkilerinin en uç noktalarına en ulaşılamayan yerlerine kadar gitmeye çalışır”. Gülten Akın’a göre şiir bir başkaldırıdır. Onun şiiri; parçalanacak, patlayacak olan ve hem haz, hem derinlik, hem sonsuz bir bağımsızlık, hem çok ince bir denge, bir iç düzen, sabır ve coşku veren bir duygudur. Akın, bütün şiir serüveni boyunca şiirin toplumu, bireyi ve hayatı değiştirme gücüne inanarak [5] yazmıştır. 

Gülten Akın’ın şiir üzerine yazılarını bir araya getiren 1983 tarihli “Şiiri Düzde Kuşatmak” ü, halk kaynağına inme isteğini, Halkta var olan öz ve biçimi diyalektik olarak yükseltmek, şiiri yükseltirken halkın yaşamının ve yaşam biçimlerinin yükselmesine yardımcı olmak sözleriyle açıklamıştır. [6] Şiirlerinde halk biliminin unsurlarından yararlanmıştır. Bununla birlikte folklorik ögeleri dizelerine yansıtabilmiştir. Diğer bir deyişle şiirlerinde büyük ölçüde folklor öğelerinden yararlanmıştır. Şiirleri coşkulu ve zengin bir insan sevgisiyle yoğrulmuştur. Toplumcu- Gerçekçi Akım’a geçtiği 1970’li yıllarda halk şiiri geleneğinden de etkilenmiştir. Bazı şiirlerinde de halk söyleşilerine olduğu gibi yer vermiştir.

Gülten Akın, Burhaniye’de kaldığı yıllarda Röportaj Gazetesi’yle yapılan söyleşinin bir bölümünde şunları söylüyordu: Ülkemiz ağır acılar yaşadı. İnsanlar ceberut davranmaya koşullanmış yönetimlerden kurtulamadı. Cezaevleri hızla çoğaldı, gençler (özellikle) oralara sığamadı, idamla yargılandılar, idam edildiler. İdam cezaları kaldırıldı ama infazlar sürüp gitti. Herkesin bildiğini, çoğunluğun yaşadığını anlatmalı. Ezilenler, ağır baskılara uğrayanlar cinsleri, milliyetleri, inanışları dolayısıyla can derdine düşenler (özellikle savaşlarda), aç açık kalanlar. Alttaki çoğunluk şiirlerime girdi. Başka yol bilmiyordum, yazdım” [7]. 

Ödülleri

Gülten Akın, birçok ödülle anılmıştır. 1955 Varlık şiir yarışmasında birincilik ödülü; 1965 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü:  1972 TRT Sanat Ödülleri Yarışması’nda Başarı Ödülü; 1976 Yeditepe Şiir Armağanı; 1991 Halil Kocagöz Şiir Ödülü; 1992 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü; 1999 Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü; 2003 Dünya gazetesi Yılın Telif Kitabı Ödülü; 2008 Erdal Öz Edebiyat Ödülü; 2014 Metin Altıok Şiir Ödülü. 

Eserleri

Gülten Akın’ın şiirleri birçok dile çevrildi, 40’tan fazla şiirleri bestelendi.

Şiir kitaplarından bazıları: Rüzgâr Saati (1956), Kestim Kara Saçlarımı (1960), Sığda (1964), Kırmızı Karanfil (1971), Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı (1972), Ağıtlar ve Türküler (1976), Seyran Destanı (1979), İlahiler (1983), Sevda Kalıcıdır (1991), Sonra İşte Yaşlandım (1995), Sessiz Arka Bahçeler (1998), Uzak Bir Kıyıda (2003), Beni Sorarsan (2013).

Bestelenmiş bazı şiirleri: Büyü Yavrum, Grup Yorum (1987); Siyah Beyaz (1989) Sevinç Eratalay; Beni Unutma (1989) Sevinç Eratalay; Deli Kızın Türküsü, Sezen Aksu (1993).

Değerli ozanımızın 1996’da yayınlanan “Toplu Eserleri” adlı yapıtından bir şiiriyle bitirmek istiyorum.

Duvarlarda yazılar, sloganlar 
Bir duvar gazetesi niteliği taşıyorlar 
Yalın ve güncel 
Çocuklar ve kadınlar okumayı 
Söktüler duvarlara bakarak 
Kahrolsun, dediler günde yüz bin kez 
Yol diye onu bellediler…
Şiirlerimizin öz annesini bir kez daha saygıyla, özlemle ve minnetle anıyoruz.


[1] Tekin Deniz  @TekinDeniz_

[2] Nilüfer İlhan, Gülten Akın Şiirinde Kent Göç ve Gecekondu Algısı, 1/4 (İstanbul 2012 pdf)

[3] Erhan Üstündağ, 42 Gün: Gülten Akın’dan Mamak Grevi (Bianet, 11 Eylül 2008)

[4] Nilüfer İlhan a.g.e

[5] Selin Lafcı, Gülten Akın Şiirlerinde Kadın ve Kadın Algısı, sf. 7 (https://www.academia.edu/13390449/G%C3%BClten_Ak%C4%B1n_%C5%9Eiirlerinde_Kad%C4%B1n_ve_Kad%C4%B1n_Alg%C4%B1s%C4%B1)

[6] https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BClten_Ak%C4%B1n

[7] http://www.roportajgazetesi.com/gulten-akin-baska-yol-bilmiyordum-yazdim-c4860.html

Mazhar ÖZSARUHAN
Latest posts by Mazhar ÖZSARUHAN (see all)