‘’Kuşlar gibi cıvıldar, tattırdığın acılar’’
CEMAL SÜREYA
Biliyor musun serçe?
İnsan doğduğu gün öleceğini bilerek geliyor aslında dünyaya…
Tüm sancı o anda başlıyor işte.
Daha memeye tutunduğun ilk dakikalarda zannediyorsun ki alt edeceksin ölümü…
İlk süt damlasının tadı, sonra hep aradığın oluyor belki de…
Hani seni her zaman beklediğim o kule var ya, orada hep denk getirmeye çalışıyorum kızıl kanatlarınla aynı anda süzülmeyi…
Bazen bunu becerebiliyorum.
Süzüldüğümüzde gördüklerim, kanatlarının zarafeti sebebiyle beni tüm gerçekliklerden uzaklaştırıyor.
Sonra sen avuçlarımdayken sayıklamalarıma başlıyorum.
Ne dehşet bir an bu…
Bakıyoruz o mavi kuleden.
İnsan diyorum, bak mesela orada bir ağaç duruyorken, gölgesinde kurduğu hayalleri varken tüm ormanı istiyor.
Sonra o ormanda hoplayıp zıplarken bir şey oluveriyor ve yetmiyor hoplamak zıplamak bir de buraların kralı olsam diyor.
Sonra?
Kral ve onun kurallarına itaat edenler bir gün, ‘aslında yetmez bize bu orman, gel şu dağları da alalım, onlar da bizim olsun’ diyor.
Bir bakıyorum, dağların tepesinde o süt damlasının tadına teslim olduğunu unutmuş bir kalabalık görüyorum.
Neler oluyor serçe?
Bu bir çocuk masalı olamaz!
Oysa ben her sabah bir çocuk masalı için geliyorum yanına.
Avuçlarımda kalp atışın, anlatıyorum, anlatıyorum, anlatıyorum…
Ne çok susmayı isterdim aslında seninle…
Bir bakıyorum, avuçlarımda öylesine sıkıyorum, öylesine sıkıyorum ki seni…
Ah diyorum, insan bu bencilliğinden hiç vazgeçmeyecek belki de…
Ne farkım var benim ormanların kralından?
Kral mı kim?
Aslan ya da zebra ne farkeder?
Hepsine bir gün sıra geliyor nasılsa…
Bir serçe ile süzülmeye gönül vermek varken, ne istersin o küçücük kalp atışlarından?
Biliyor musun serçe; sahip olma, ait olma duygularımdan, ihtiyaçlarımdan tamamıyla sıyrılmaya çalışıyorum.
Ait olduğum coğrafya, aidiyet hissettiğim sevgili, eş, aile, sahibi olduğum mal, mülk, hayvan.
Ben kimim serçe?
Anlamsızlığın içerisinde ki anlam arayışıma, çaresizliğime, hayatıma anlam katması gerek şart olan bir ‘Tanrı’ya sığınmak neden?
Ben-sen, yeryüzündeki ‘gelmiş-geçmiş- gelecek’ olan ölümlülerden sadece biriyken; bu kibir, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamakta ısrar neden?
Ben kimim serçe?
Sana ihtiyacım var, ama bak nasıl da sıkıca tutuyorum avuçlarımda canını yakarcasına…
Böyle mi seveceğim seni?
Sayıklamalarımda oğlumun doğumundaki ilk dakikalarını görüyorum sürekli…
Dünyaya fırlatılmıştı.
Hepsi bu kadar aslında.
Bu dünyaya ait bile değilken, sadece uğramışken, ne kadar çok ayıp ediyoruz!
Ne kadar çok ayıp ediyorum…
Bildiğim, gördüğüm, inandığım; hayat sadece merakla oyalanabilenlere güzel.
Yıllar hiçbir omuza aynı ağırlıkta çökmüyor.
Olsun.
Ve mutluluk hiçbir zaman peşinden koşanların olmadı, olmayacak da!
‘Kızıl kanatlı serçe’;
Bir gün senin kadar hoş süzülebileceğim o mavi kuleden.
Kapak çizim: Gürbüz Doğan Ekşioğlu
- Bir Papatyaya Mahkûm Olmak - 24 Temmuz 2024
- Kadınlar çiçek, erkekler de arı değildir - 11 Mart 2024
- Yarın, yarından sonra bir yarın, bir yarın daha… - 11 Şubat 2023