Seccade ve şark kurnazlığı

Beş altı yıl önceydi sanıyorum, yapılan bir araştırma vardı. O araştırmaya göre; halkın sadece yüzde otuz beşi ilahiyat profesörlerinin söylediklerine inanıyormuş. Geri kalan yüzde altmış beşi ise, mahalledeki ilkokul mezunu imam veya hacı hocalara itibar ediyormuş. Neden? Çünkü o güne kadar dini bu kişilerden ve aile büyüklerinden öğrenmişlerdi. Bu ilahiyatçı hocalar ise doğru diye öğrenilen, öyle bilinen birçok yanlışa ve hurafeye karşı çıkıyormuş. O yüzden onlara itibar etmiyorlarmış.

Şimdilerde bu yaklaşım hangi oranda değişti bilemem…

Bu durum; kırılması zor olan bir şartlanmışlık ve sosyopsikolojik bir durumdur.

Benzer şeyi bu günlerde yaşıyoruz. Kaç gündür sayısız ilahiyatçı hoca açıklama yapıyor; yetmedi Diyanet fetvası yayınlandı. Hepsi de; seccadenin bir kutsallığı yok, namazı temiz ortamda kılmak için kullanılan bir eşyamızdır diyorlar. Cumalarda cami dışına taşan kalabalık yere serdiği karton, gazete, muşamba, hasır koyup namaz kılıyor, sonra kaldırıp bir kenara koyuyor veya atıyor. Seccaden kirlenirse yıkar temizlersin. Kutsal değil ama ayakkabıyla basmak yanlıştır, diyorlar.

Ama yok, kör tuttuğunu beller ya; kimse yanlış bildiğinden, şartlanmışlığından vaz geçmiyor.

Aynen yukarıda bahsettiğim araştırmadaki sonuç gibi. Ha bire “kutsalımıza bastı” feryadı devam ediyor.

İnsanlarımızın; karşı tarafın, yani sevmediklerinin pire küçüklüğündeki yanlışını deve kadar büyük görme; kendi tarafının ve sevdiklerinin deve büyüklüğündeki yanlışını ise pire kadar küçük görme özelliği var…

Vallahi, seccade seccade olalı böyle bir istismar görmemiştir eminim.

Önce siyasetçisi, bakanı, milletvekili topa girdi. Yetmedi gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medyada, radyolarda, sokakta, her yerde bir tepki, bir laf kalabalığı, bir hakaret ki, sorma gitsin. YouTube kanallarında elinde seccadeyle dolaşıp sokak röportajı yapan muhabirler ve insanların akla ziyan saçma sapan yorumları… Hem de günlerdir.

Yazık ki ne yazık… Bu ülkenin layığı, hak ettiği, yakışanı bu mu ya hu?

Yine ilahiyatçılar diyorlar ki: Seccadeye basmanın günahı yok; ama adaletsizlik, yolsuzluk, yalan, haksız kazanç, hırsızlık, israf, kibir, kul hakkı yemeler, rüşvet, iftira, adam kayırma kesin günah. Kur’an da yazılı olan ve büyük günah ve haram olan ne çok şey her gün, her yerde yapılıyor, görülüyor ve biliniyor. Kimse oralı değil.

Fakat, kutsallığı olmayan seccade için neredeyse ayaklanacak birileri.

E tabi, maksat üzüm yemek değil; amaç, sevilmeyen bağcıyı dövmek.

Şimdi iki soru: Kılıçdaroğlu’na hakaretler savuranlar; onun seccadeye kasten bastığına inanacak kadar zekâ sorunlu mu? Elbette ki hayır…

Bir diğer soru: Sizce; ramazan ayında, iftar saatinde, üstelik seçim öncesinde, rakipleri dört gözle bir açığını beklerken, böyle hassas bir konuda Kılıçdaroğlu: “Şu seccadeye basayım da öyle fotoğraf çektireyim” diyecek kadar ahmak biri mi? Tabii ki hayır…

Öyleyse, üzüntülerini belirtip, samimi özür dilemesine rağmen, “vurun abalıya”, “vurun kahpeye” ruh durumu ve linç tavrıyla davranmak niye?

Hani dinde kusurları hoş görme vardı. Hani ramazan ayı hoş görüyü, sevdirmeyi, nefret ettirmemeyi gerektiren bir aydı. Nedir mesele öyleyse?

Mesele tam bir “şark kurnazlığı”…

Bizim ülkemizde kurnazlık; akıllılık ve zeki olmak olarak algılanır ya… Oysa ki kurnazlık; var olan zekâyı hileli kullanmak, manipüle etmek, çıkarını korumak, kandırmak ve her tür kazanç elde etmek için adaletsiz davranmaktır. Yani dürüst bir davranış değildir. Seccade olayını keyifle, kurnazca el oğuşturarak kullanıp, bundan medet umanlar var.

Bu kurnazlıkta puslu havayı sevme ve istismar var.

Şöyle bir olup bitenlere ve yurdum insanına bakıyorum da…

Güzel yurdum, rüyalar ülkesi; dönmüş “RİYALAR” ülkesine.

Bir ikiyüzlülük ki sorma gitsin.

Toplumdaki ahlaki sınırlar büyük oranda kaybolmuş durumda. Seccadeden önce insanın seccadeye koyacak alnının temiz olması gerekmiyor mu? Seccadeye gelene kadar işlenen nice günahlar ne olacak.

Ama bazıları için dinin ahlaki içeriğinin önemi yok. Dinin günahları, emirleri umurunda değil.

Dini de istediğin gibi kullanmak serbest… Hele bizde siyaset anlayışının bozuk dili, yalanı, çirkinliği de işin içine girince vay halimize. Siyasette din, geçmişten beri hep kullanılan, işe de yarayan ve alıcısı da olan bir alandır.

Sözüm herkes için değil. Laf gideceği yeri bilir. Zaten muhatapları lafı üstüne alır ve gocunur.

Gocunsun… Toplumun her kesiminde, yazımın altına imza atacak, haklısın diyecek çokça vicdanlı insan var biliyorum. En kötü tavır şu: Yanlışa veya doğruya göre değil, taraftarlığa göre yaklaşım göstermek…

Hep o pencereden bakmak nereye götürür?