Kayıp aranıyor

Demokrasi, özgürlük, etik, yaşanabilir ve kendini üretebilen bir çevre… “Kayıp Aranıyor” diye başlık attım ama yoksa hiç yok muydu bu değerler? Politik ortamda, özgürlük ve etik olabilir şeyler mi? Politika ile sağlanabilir şeyler mi bunlar? Politikanın varlığı zaten bir özgürlük sorununa tekabül etmiyor mu? Başka türlü sormayı denersem, özgürlük sorunu zaten bir politika ürünü değil mi? Ya demokrasi, o yasalarla yöneticilerin bize verebileceği bir şey mi? Yani o bir üst yapı sorunu mu? Tabii ki hayır! Demokrasi bir altyapı sorunudur. Yöneticilerin yasalarla bize verebileceği bir şey değildir. O, sonsuz bir toplumsal ilişki üretimidir.

Bugün için en uygulanabilir tutum, etik-politik tutumdur. Bir toplumun maddi değerlerini kontrol eden güç, manevi değerline de biçim veriyor. Dolayısıyla politika, maddi değerlere el koymak üzere var zaten; ondan özgürlük üretmesini beklemek boşuna. Özellikle kapitalizmin ve onun türevlerinin eklektik yapısı, kendinde çok farklı yaklaşımları bile asimile etme, kendine ekleme gücüne sahip. Daha önce ilkel köleliğin, günümüzde modern köleliğin üzerinde yükselen bir uygarlığın, yüksek bir ahlâk üretmesini nasıl beklenebilir ki.
Hayvanlıktan insanlığımıza vardık ama akıllı arabaların, akıllı telefonların, bilgisayar teknolojisinin nesnelerine dönüşmekten kurtulamadık. Cari durum bize, bilginin/bilimin iktidarın amacının, aracına dönüştüğünde insana neler yaptığının göstermektedir.
Yaklaşık yüz elli yıllık bir zamandan beri bu durumu sosyalistlerin, Marksistlerin değiştirebileceğini umduk. Sonuçta demokrasiyi, özgürlükleri tesis edecek, yeryüzünü kurtaracaklardı. Ama onlar da yenildiler. Başaramadılar. Yıkmaya çalıştıkları gücü istemeyerek de olsa daha da güçlendirdiler. Örneğin, ulus-devleti savunarak, nihai olarak ortadan kaldırmayı düşündükleri devleti daha da güçlü kıldılar. Güçlenen devlet bir biçimiyle kapitalizmin güçlenmesini sağladı. Böyle olunca, tüm sol hareketler ve ulusal kurtuluş hareketleri, kapitalizmin mezhepleri durumuna düşmekten kurtulamadılar. Özgürlükler değil, nasıl yönetmeli fikri önem kazandı. O nedenle, sol politik düşüncenin devlete özgürlüklerden daha yakın durma nedeni daha da anlaşılır bir hale geldi.

Şimdi, sırtını ekonomik yaklaşımın belirleyiciliğine ve devlete dayayan bir Marksist-politik yaklaşımın bizi terlettiği yerdeyiz. Bu bakış açısı, insanın ve doğanın tahribini sağlamış, yozlaşmanın derinliğini görünmez kılmıştır. Şunu bir kez daha tekrar edelim: Modernizm, kapitalizmdir; kapitalizm ise emperyalizm… Modernizme biat konusunda “sol” düşünce kapitalizmden geri kalmamıştır. Bu anlamda, modernizmin uygarlık anlayışından farklı bir uygarlık anlayışı, gerçekleşebilir bir alternatif olarak yeşeremedi.

Şimdi ortada kaybedilmiş bir mücadele, devrim ve aydınlanma var. Kaybedilen bir şeyi arayacağımız yer, onu kaybettiğimiz yer olmalı. Demokrasi, özgürlük, etik ve yaşanabilir bir doğayı modernizmin içinde kaybettik. Modernizmin içinde kalarak, farklı bir rotaya yönelmeyi düşünemedik. Zira onun doğrululuğundan pek şüphe eden de yoktu. Bugün bize gerekli olan, devlet merkezli modernist uygarlık değil, özgürlükçü demokratik uygarlıktır. İnsana ve doğayı imhaya yönelmiş, o biçimde yaşayabilen modernist uygarlık, kendisi üzerinden devrim ve gerçek bir demokrasi inşasına izin vermeyecektir.

Modernizm devlettir. Devlet, anti-birey, anti-özgürlüktür. Devlet denen “zorunlu kötülüğü”, yine zorunlu bir başka kötülüğü kullanarak aşmaya çalışmak nafile bir çabaydı. Yaşandı ve görüldü. Bu çabanın sonucunda varılacak yer, zorunlu kötülüğe dönüşmek, en iyi ihtimalle onun bir uzantısı ya da bir türü haline gelmekti. Öyle de oldu.

Geleceğin kurtuluşu için türümüz, tavırda, davranışta, düşüncede yeni bir dönüşüm yaratma zorunluluğuyla karşı karşıya. Radikal bir başkalaşma kaçınılmaz… Bu başkalaşmaya ister devrim, ister dönüşüm (ben dönüşüm demekten yanayım. Zira, “devrim” sözcüğü çok yıprandı, hırpalandı, istismar edildi, yalan-yanlış kullanıldı; yoruldu) diyelim, artık bu kaçınılmaz. Üstelik o eski tür devrimciliğe de gerek kalmadı.

“İki bin yıllık geçmişi olan kölelik, iki bin yıllık öfke, nefret ve bilinçlenme sonucu değil, kölelere ihtiyaç kalmadığından, kapitalizme başka nitelikte bir emek gücü gerektiğinden ortadan kalktı.” (G. Vassaf, Cennetin Dibi) İşte bizim de ihtiyacımız olan, yeni, farklı nitelikte bir yol, yöntem, devrim, devrimci kavrayışı. Zira eskisi işlevsel değil artık.

Bu durum, şu soruları kaçınılmaz kılıyor: Niçin dönüşüm, kime karşı, nasıl yapmalı? Takdir edilmeli ki, bu soruların yanıtları böylesi bir denemenin sınırlarını çok aşar. Ama şu kadarını söyleyelim: Önceki dönüşüm (devrim) kavrayışının kahramanlara ihtiyacı vardı. Kahramansız olmazdı. Üstelik kahramanlar yaşarken pek kahraman olduğunu bilmiyordu; öldükten sonra kahraman oldukları anlaşılıyordu. Ölmeden kahraman olunmuyordu çünkü. Oysa yeni durumda, başka kahraman olmayacak. İnsanların kendi yaşamlarının kahramanı olmaktan başka kahramanları olmayacak. Üstelikte yaşarken kendileri, kendilerinin kahramanı olacak. Hani yazının başlığında “kayıp aranıyor” demiştik ya; işte söz konusu kaybı bulacağımız yer tam da burası gibi…

Ne dersiniz?

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)