Immanuel Kant’ın “Sapere aude!” (Bilmeye cesaret etme) çağrısı, bireyleri kendi akıllarını kullanmaya, tembellik ve korkuyu aşmaya davet ederken yalnızca Aydınlanma dönemine değil, günümüz insanına da ışık tutar. Ancak bu çağrıyı daha derinlemesine anlamak için Erich Fromm’un Özgürlükten Kaçış adlı eserine kulak vermek gerekiyor. Fromm, özgürlüğün bireyler için taşıdığı hem vaatleri hem de tehditleri detaylı bir şekilde inceler. Bu iki düşünür, farklı bağlamlarda olsa da bireylerin neden kendi akıllarını kullanamadığı ve özgürlükten neden kaçtığı konusunda kesişen tespitlere sahiptir.
Tembellik: Kolaylığın Yanıltıcı Çekiciliği
Kant, bireylerin tembellik nedeniyle kendi akıllarını kullanmadığını söyler. Düşünmek, sorgulamak ve karar vermek zahmetli bir iştir. İnsanlar, başkalarının fikirlerini benimseyerek bu çabadan kurtulmayı seçer. Fromm ise bu tembelliği daha geniş bir bağlama oturtur. Ona göre, modern insanın zihinsel tembelliği sadece bireysel bir seçim değil, aynı zamanda sistematik bir sonuçtur. Kapitalist toplumlarda bireyler, gündelik yaşamın ritmi içinde “kendi olmaktan” uzaklaştırılır. Hazır cevaplar, reklamlardan politik söylemlere kadar hayatın her alanında bireye sunulur ve bireyin kendi aklını kullanmasına gerek kalmaz.
Bu durum, bireyin özgürlük yanılsamasına kapılmasına yol açar. Birey, başkalarının fikirlerini benimseyerek özgür olduğunu zanneder, ancak aslında zihinsel bir köleliğin içinde yaşar. Kant’ın “tembellik” olarak adlandırdığı durum, Fromm’un analizinde, modern toplumun bireyi kendi yaratıcılığından ve eleştirel aklından koparmasının bir sonucu olarak karşımıza çıkar.
Korku: Özgürlüğün Yalnızlıkla Buluşması
Kant’ın özgürlükle korku arasındaki ilişkisine dair tespitleri, Fromm’un analizinde daha derin bir psikolojik boyut kazanır. Kant’a göre insanlar, hata yapma, eleştirilme ya da dışlanma korkusuyla kendi akıllarını kullanmaktan kaçınır. Fromm ise bu korkuyu, özgürlüğün bireyde yarattığı yalnızlık duygusuyla açıklar. Özgürlük, sadece seçim yapma ve kendi aklıyla düşünme sorumluluğunu değil, aynı zamanda bu seçimlerin sonuçlarına katlanma yükümlülüğünü de beraberinde getirir.
Fromm, modern bireyin özgürlük karşısında hissettiği bu yalnızlık duygusunu “özgürlükten kaçış” kavramıyla açıklar. Ona göre birey, bu yalnızlıkla baş edemediğinde otoriter figürlere, ideolojilere veya geleneklere sığınır. Bu sığınma, bireyi özgürlükten kurtarır gibi görünse de aslında onu başka bir tür köleliğe iter. Kant’ın bahsettiği “ergin olmama” hali, Fromm’un analizinde, bireyin özgürlükle yüzleşememesinin psikolojik bir sonucu olarak şekillenir.
Toplumsal ve Kurumsal Baskılar: Özgürlüğün Ötesinde İtaat
Kant, bireylerin özgür düşüncelerini kullanmalarını engelleyen toplumsal ve kurumsal baskılara dikkat çekerken, Fromm bu baskıların köklerini daha derin bir şekilde analiz eder. Modern toplum, bireyleri özgür olduklarına inandırarak aslında onları boyun eğmeye zorlar. Özgürlük, tüketim alışkanlıklarına, iş disiplinine ve toplumsal normlara uygun bir şekilde yaşamayı gerektiren bir illüzyona dönüşür.
Fromm, bireyin bu baskılara boyun eğerek özgürlükten kaçtığını ve otoriterliğe teslim olduğunu belirtir. Din, devlet, aile ve medya gibi kurumsal yapıların bireyi belirli kalıplara sokması, özgürlüğü bir tehdit olarak göstermesiyle sonuçlanır. Kant’ın çağrısı olan “Sapere aude!” işte tam bu noktada, bireyin bu illüzyonu aşarak kendi aklıyla düşünmesini savunur. Ancak bu, yalnızca bireysel bir çaba değildir; toplumsal bir dönüşümü de gerektirir.
Özgürlük ve Cesaret
Kant’ın çözümü basittir: Cesaret. Fromm ise bu cesaretin yalnızca bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bir dayanışmayla mümkün olabileceğini savunur. Birey, yalnızca kendi aklına güvenmekle kalmamalı, aynı zamanda özgürlük için mücadele eden bir topluluğun parçası olmalıdır.
Fromm’un perspektifinden bakıldığında, Kant’ın “tembellik ve korku”ya dayalı tespitleri, bireyin özgürlüğü hem bir armağan hem de bir yük olarak gördüğü modern dünyada daha da anlam kazanır. Özgürlük, sadece bireysel bir hak değil, aynı zamanda toplumsal sorumluluğun bir gereğidir. Bireyler, korkularını yenip özgürlüklerini savunmadıkça, toplumsal dönüşüm mümkün olmayacaktır.
Kant’ın Sapere aude! çağrısı, bireysel aklın cesaretini savunurken Fromm’un Özgürlükten Kaçışı, bu cesaretin nasıl sistematik bir şekilde bastırıldığını ve bireylerin özgürlükten neden kaçtığını ortaya koyar. İki düşünür de, özgürlüğün kolay değil, ancak son derece değerli bir mücadele olduğunu vurgular. Bugün, kendi aklımızı kullanma cesaretini göstermek, sadece bireysel bir çaba değil, aynı zamanda toplumsal adalet ve özgürlüğün inşası için bir zorunluluktur. Çünkü özgürlük, korkunun değil cesaretin gölgesinde filizlenir.