Siyaset uzun zamandır Saray’ın koridorlarına, Erdoğan’ın müttefikleriyle arasındaki pazarlığa, sürekli değiştirdiği taktiksel hesaplara sıkışmış durumda. Toplumun geniş katmanları için bu manevralar anlaşılamaz, analiz edilemez, hikmeti kendinden menkul işler gibi algılanıyor. O nedenle de ya Saray’a teslimiyet ya da “ne olacaksa bizim dışımızdaki siyasi öznelerle olacak” anlayışı hakim oluyor. Halbuki bu gidişata dur diyebilecek tek dinamik, halkın politik süreçlere somut hedefler etrafında kitlesel katılımı, değiştirme iradesini siyasi arenada muktedirlere göstermesi.
Saray’ın seçim taktikleri
Saray’ın seçim maratonu öncesinde nasıl bir denklem kurduğunu az çok kestirebiliyoruz. “Yenilenme”, “arınma” ve “kapsayıcılık” iddiaları eşliğinde AKP’ye yapay bir ivme kazandırmak ve her hamlede Erdoğan’ı “seçeneksiz” göstermek üzerine kurulu bir denklem bu. Ekonomide, dış politikada ve yerellerde sorun üstüne sorun yaşayan AKP’nin normal seçim takvimini takip etmesi çok düşük bir ihtimal. Erdoğan, yerel seçimlerde yara almasına kesin gözüyle bakılan partisinin moral kaybıyla genel seçime gitmesini taktiksel olarak riskli buluyor. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimi yerel seçimler öncesinde gerçekleştirmek istiyor.
Saray’ın seçime gitmeden parti-devlet özdeşliği sürecini tamamlamayı hedeflediği ise net. Erdoğan “Belediye başkanları AKP’li il başkanlarına tabidir” diyerek zaten bu tasarıyı açıkça ifade etti. Seçilmişin, partili atanmış karşısında hazır ola geçtiği böylesi bir sistem ancak parti-devletinde olur. Bunun bir sonraki adımı kaymakamların, ilçe milli eğitim müdürlerinin AKP’li il başkanlarına hesap vermesidir. 16 Nisan öncesinde yazdığımız gibi tek adam rejimi, tüm mülki amirleri parti-”dava” üzerinden Saray’a bağlayana kadar durmayacak.
Takvimi öne çekmek, teşkilatları hallaç pamuğu gibi atmak, Saray danışmanlarını değiştirmek vb. “mutlak zafer” için yeterli mi? Elbette değil. Muhalefeti tamamen etkisizleştirmeden Saray’a rahat uyku yok. Muhalefet, siyasi davalara bütünlüklü bir cevap vermekten uzak oldukça davalar bir şantaj metodu olarak kullanılmaya devam edecek. Hatırlayalım iktidar 7 Haziran seçimleri, Hayır kampanyası gibi baş edemediği ve zayıf düştüğü olayların faili olan aktörlerle çatışmayı hiç askıya almadı. 7 Haziran’ın bedelini HDP’ye, Hayır kampanyasının faturasını da CHP’ye ödetmeye çalıştı. HDP özelinde istediklerine ulaştılar, 7 Haziran rüzgarından geriye sadece mahpus Demirtaş’ın popüler siyasi kimliği kaldı. CHP’li vekiller ve Kılıçdaroğlu’na yönelik operasyonlarda ise istedikleri dozu tutturamadılar, bu nedenle CHP’li belediyelere yönelmeleri şaşırtıcı olmaz. Ama en nihayetinde hesaplaşmak isteyecekleri Gezi direnişi olacak. Yandaş kanallardaki dur durak bilmeyen Gezi karalamaları boşuna değil. Her düşman portresini Gezi ile ilişkilendirmeleri epeydir yapılan hazırlığın belirli bir olgunluğa geldiğini gösteriyor. Eğer muhalefet doğru bir strateji izlemez ise Gezi’den Hayır’ın sol kanat dinamosuna kadar tüm sol, sosyalist aktörler seçimler öncesinde hedef tahtasına konacak.
Muhalefetin stratejisi ne olmalı?
Muhalefetin asli stratejisi, siyaseti Saray’ın koridorlarından kurtarmak olmalı. Bir başka ifadeyle vaatleri ve yöntemleri belli bir program etrafında kitlesel politik katılımının yolu açılmalı. Bu doğrultuda OHAL’in tamamen kaldırılması için hükümete tazyik yapılması şüphesiz elzem. KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin “OHAL değil Özgürlük ve Demokrasi İstiyoruz” kampanyasına destek olmak gerekiyor. Ancak şunu unutmayalım, OHAL’in kalkması ya da daraltılmasının ötesinde bir yol haritasına ihtiyacımız var.
AKP’nin sandığı seçmenin önüne koymasını beklemeden halkın adaylarının yine halk tarafından belirleneceği bir süreci başlatmaya ne dersiniz? Böylesine ön-alıcı bir hamle siyasetsizleştirilen geniş halk kitleleri için toparlanma, örgütlenme ve öz güven anlamına gelir. Türkiye’nin dört bir yanında yönetim ilkelerini önceden halka açıklayan, yerelin somut sorunlarını bilen, yereldeki demokratik, ilerici güçleri harekete geçirebilen ve bunu ülkenin ana gündemiyle eş güdümlü kılan bir iktidar hedefini somutlamak öncelikli hedef olmalıdır. Bunu siyasi partilerin vesayetinde değil tabanın hareketiyle örgütlemek gerekir.
Beklentileri politikleştirmek, geleceği ortaklaştırmak, programı netleştirmek ancak sorunların muhataplarının sürece dahil olmasıyla ete kemiğe bürünebilir. O nedenle ilk denemeler iktidar tasallutunun en derin hissedildiği bölgelerde başlamalıdır.
Nihayetinde bir yıllık sıkı bir çalışma ile emek-doğa-laiklik ortak zemininde hem cumhurbaşkanlığı seçimine hem de yerel seçimlere hazırlanmak mümkündür. Bu salt bir iktidar projesi değil Türkiye’yi yeniden kurma iradesinin ilk adımıdır.
Kaynak: BirGün
- Yönetim krizinde son perde: Acemilik, kibir ve öfke - 14 Nisan 2020
- Özgür bir memleket için boykotun ötesine geçelim - 10 Şubat 2020
- Bir kuşak laikliğin değerini bu iktidar yüzünden öğrendi - 14 Ocak 2020