Sally Haslanger: İklim krizine felsefik bir bakış

Sally Haslanger, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde felsefe profesörü ve feminist teori, sosyal epistemoloji, sosyal adalet gibi alanlarda önemli çalışmaları olan bir düşünür. Haslanger, son zamanlarda iklim krizine felsefik bir bakış açısı sunan bir dizi makale ve konuşma yayınladı.

Haslanger, iklim krizinin sadece doğal bir felaket olmadığını, aynı zamanda insanların sosyal, ekonomik ve politik ilişkilerinden kaynaklanan yapısal bir sorun olduğunu savunuyor. Haslanger, iklim krizinin temelinde yatan faktörlerden biri olarak “ideoloji” kavramını kullanıyor. Haslanger’a göre, ideoloji, insanların gerçekliği algılamalarını ve değerlendirmelerini etkileyen, genellikle bilinçdışı ve rasyonel olmayan, toplumsal olarak üretilen ve sürdürülen inançlar ve tutumlar sistemidir. Haslanger, ideolojinin hem bireysel hem de kolektif düzeyde insanların davranışlarını ve kararlarını yönlendirdiğini ve böylece iklim krizine katkıda bulunduğunu iddia ediyor.

Haslanger, ideolojinin nasıl işlediğini anlamak için “sosyal inşacılık” kavramını kullanıyor. Sosyal inşacılık, insanların gerçekliği sadece gözlemleyip tanımlamadıklarını, aynı zamanda anlamlandırıp yorumladıklarını ve bu süreçte gerçekliği şekillendirdiklerini öne süren bir felsefi yaklaşımdır. Haslanger, sosyal inşacılığın hem ontolojik hem de epistemolojik boyutları olduğunu belirtiyor. Ontolojik boyut, gerçekliğin ne olduğuyla ilgilidir. Haslanger, gerçekliğin bazı yönlerinin doğal veya fiziksel olduğunu, ancak bazı yönlerinin de sosyal veya kültürel olduğunu söylüyor. Örneğin, iklim değişikliği doğal bir olgu olsa da, bunun nedenleri ve sonuçları sosyal bir olgudur. Epistemolojik boyut ise gerçekliği nasıl bildiğimizle ilgilidir. Haslanger, gerçekliği bilmek için sadece bilimsel verilere veya mantıksal çıkarımlara dayanmadığımızı, aynı zamanda sosyal olarak paylaşılan anlatılara veya normlara da dayandığımızı söylüyor. Örneğin, iklim değişikliğinin varlığına veya ciddiyetine inanmak sadece bilimsel kanıtlara değil, aynı zamanda siyasi veya ideolojik eğilimlere de bağlıdır.

Haslanger, ideolojinin sosyal inşacılıkla nasıl ilişkili olduğunu açıklamak için “hegemonya” kavramını kullanıyor. Hegemonya, Antonio Gramsci tarafından geliştirilen bir kavram olup, bir toplumda baskın olan sınıfın veya grubun diğerlerini kendi çıkarlarına uygun şekilde düşünmeye ve davranmaya ikna ettiği veya zorladığı durumu ifade eder. Haslanger, hegemonyanın hem güç hem de anlam ilişkilerini içerdiğini vurguluyor. Güç ilişkileri, baskın grubun diğerlerini ekonomik, politik veya fiziksel olarak kontrol etmesi veya etkilemesi şeklinde ortaya çıkar. Anlam ilişkileri ise baskın grubun diğerlerine kendi bakış açısını veya değerlerini doğal, rasyonel veya evrensel olarak sunması şeklinde ortaya çıkar. Haslanger, hegemonyanın ideolojiyi ürettiğini ve sürdürdüğünü, ideolojinin de sosyal inşacılığı etkilediğini ve böylece gerçekliği belirlediğini savunuyor.

Haslanger, iklim krizinin ideolojik ve hegemonik bir sorun olduğunu göstermek için özellikle “kapitalizm” ve “antroposantrizm” (insanmerkezcilik) kavramlarını ele alıyor. Kapitalizm, ekonomik sistemin özel mülkiyete, rekabete ve kâr maksimizasyonuna dayandığı bir toplumsal düzendir. Antroposantrizm ise insanların doğayı kendilerine hizmet eden bir kaynak veya araç olarak gördükleri bir dünya görüşüdür. Haslanger, kapitalizmin ve antroposantrizmin iklim krizinin hem nedeni hem de sonucu olduğunu ileri sürüyor. Kapitalizm ve antroposantrizm, insanların doğal kaynakları tüketmelerine, çevreyi kirletmelerine ve biyolojik çeşitliliği yok etmelerine yol açar. Bu da iklim değişikliğine ve doğal afetlere neden olur. İklim krizi ise kapitalizmin ve antroposantrizmin devam etmesini sağlar. Çünkü iklim krizi, insanların daha fazla üretim ve tüketim yapmalarını, daha fazla teknoloji kullanmalarını ve daha fazla güvenlik aramalarını gerektirir.

Haslanger, iklim kriziyle mücadele etmenin yalnızca teknolojik veya politik değil, aynı zamanda felsefik ve kültürel bir değişim gerektirdiğini savunuyor. Haslanger, iklim kriziyle başa çıkabilmek için ideolojiden kurtulmak ve alternatif bir sosyal inşacılık geliştirmek gerektiğini söylüyor. Haslanger, bunun için önerdiği felsefi kavramlardan biri “toplumsal adalet“tir. Toplumsal adalet, toplumun bütün üyelerinin haklarına, ihtiyaçlarına ve çıkarlarına saygı duyulduğu ve eşitlikçi bir şekilde dağıtıldığı bir durumdur. Haslanger, toplumsal adaletin hem insanlar arasında hem de insanlarla doğa arasında sağlanması gerektiğini belirtiyor. Haslanger, toplumsal adaletin sağlanması için gerekli olan felsefi kavramlardan bir diğeri ise “sorumluluk”tur. Sorumluluk, insanların kendi eylemlerinin sonuçlarını kabul etmeleri ve bunların olumlu veya olumsuz etkilerini gidermek için çaba göstermeleri anlamına gelir. Haslanger, sorumluluğun hem bireysel hem de kolektif düzeyde alınması gerektiğini vurguluyor.

Haslanger’in iklim krizine felsefik bakışı, hem güncel hem de önemli bir konuya dikkat çekiyor ve farklı disiplinlerden gelen kavramları bir araya getirerek zengin bir analiz sunuyor. Haslanger’in yaklaşımı, iklim kriziyle ilgili bilimsel verilerin yanı sıra sosyal ve kültürel faktörlerin de dikkate alınmasını sağlıyor.

NHY/ Deniz Çınar