Sağcılık, Solculuk ve Ahlak

Sağcı veya solcu olmak, eğer bir tercih meselesi olarak ele alınacaksa, insan pekala sağcı da olabilir solcu da. Bu tercihin doğruluk ve geçerlilik kıstası genel olarak insanlığın ve özel olarak da kendi toplumuzun içinde bulunduğu durumun gerekleridir. Hegel siyasi düşünceler ve projeler arasında tercih yaparken kıstasın, düşüncenin ve projenin durumu iyileştirip iyileştirmediğidir diyor. Eş deyişle söz konusu olan tercih o kadar keyfi değil, yerine getirmesi gereken nesnel kıstaslar var.

Fakat insan ister saÄŸcı olsun, ister solcu; insanın saÄŸcı veya solcu olmadan önce ahlaklı olması gerekir; yani Anadolu’da yaygın tabirle insanın önce “insanlıktan nasibini almış olması gerekir”. Yoksa herÅŸey mümkündür, herÅŸey mübahtır diyerek birÅŸey olunmaz. Zira herÅŸey mümkündür ve herÅŸey mübahtır diyerek dünyayla ve insanlıkla, hatta kendi ulusu, toplumu ve ailesiyle bile araçsal olmayan ahlaklı iliÅŸki kurmak mümkün olmaz. DiÄŸer bir deyiÅŸle herÅŸey mümkündürcü yaklaşımın taşıyıcısı, kendisinden baÅŸka herÅŸeyi ve herkesi basit bir araca dönüştürür. Sonunda kendi kendisini de araçsallaÅŸtırmış olur. Yozluk denilen ÅŸeydir bunun diÄŸer adı.

Kanımca, eğer sağcılık ilkesel olarak muhafazakarlık ise, yani değişimi ve dönüşümü red ediyorsa, yani değişimi ve dönüşümü bile herşeyi muhafaza etmek amacıyla savunuyorsa, sağcılığın ilkesel olarak ahlaklı bir hareket olması mümkün değildir; olsa olsa en fazla değer muhafazakarlığı yapabilir, ama siyasi olmanın yanında aynı zamanda ahlaki bir hareket olması mümkün değildir. Zira ahlaklı bir hareket olmanın önkoşullarından birisi, eskiyen ve dolayısıyla artık ahlaki işlevini yitirmiş değerlerin yerine yenisinin oluşmasına açık olmak ve onun oluşmasının mümkün olması için aktif çaba göstermektir. Bunu yaparken elbette mirasın çarçur edilmemesine dikkat etmek gerekir. Mesele artık tarih olanın gerçekten tarih olduğunu kabul edip yeniyi yaratabilme çabası içinde olabilmektir. Kanımca sağcılık buna müsait değildir. Bunun daha ayrıntılı tartışması başka bir paylaşımın konusu olsun. Burada asıl konum solun ve solculuğun bu konuda kendini unutmuşluğu!

Sol hareket herÅŸeyden önce bir ahlak hareketidir, hatta saÄŸcılar ile solcular arasında uÄŸruna “kavga” verilen ÅŸey, ahlaktır. Şöyle ki; bugün artık ne yazık ki oldukça unutulduÄŸu için ve adı duyulunca çekinilir olunduÄŸu için hatırlatmakta fayda vardır: Lenin’in polemik dolu tüm yazılarının etrafında döndüğü iki konu vardır. Birincisi; gerçek olanın yeniden tesis edilmesi, karşıt olarak belirlenenin dünyaya bakışının çarpıklığını göstermek, onun yerine dünyaya bakışın gerçeÄŸe en uygun nasıl mümkün olduÄŸunu açıklamak ve bunu mantıkla ve olgularla desteklemektir. Ä°kincisi; gerçek olarak belirlenene, dünyaya en doÄŸru bakışa göre politik olarak düşünebilmek ve davranabilmek, yani ahlaklı olabilmektir. Birincisi bilgi felsefesini, yani epistemolojiyi ilgilendirir; ikincisi ahlak felsefesini. Sol, siyaseti sol kaynaklardan deÄŸil de sanki solcu gibi gözüken, fakat aslında saÄŸcı olan kaynaklardan öğrenmeye baÅŸladığından beri bu görevini, ahlakın taşıyıcısı olduÄŸunu unuttu, bir ahlak hareketi olmaktan çıkıp tam anlamıyla ahlaken de nihilist bir harekete dönüştü ve dönüşüyor.

John. S. Mill, Nietzsche’nin de, Dilthey’in de, diÄŸer muhafazakar tüm düşünürlerin de birincil kaynağıdır. Marx, Mill için “kara vicdanlı” der. Ä°ÅŸte, Nietzsche, Heidegger ve diÄŸerleri üzerinden sola nüfuz eden, sola kendisini unutturan bu kara vicdanlılıktır. Solun içine düşmüş olduÄŸu durumdan çıkıp kurtulabilmesi için, ahlakın, ak ve temiz vicdanlılığın sol hareket için bir nitelik kazanmak açısından ne kadar önemli, merkezi ve kurucu bir iÅŸleve sahip olduÄŸunu yeniden hatırlaması ve keÅŸfetmesi gerekir. Kendini bilmezliktir sola solculuÄŸunu unutturan.

Doğan GÖÇMEN