Küçükken yağmur sonrası yumuşayan toprakta çiviyle oynadığımız bir oyun vardı. Nemli toprağa on onbeş santim büyüklüğünde bir “V” harfi çizip, harfin bir ucunu birimiz, diğer ucunu da ötekimiz başlangıç noktası olarak alırdık. Oyunun amacı elimizdeki çiviyi toprağa saplayıp, saplandığı nokta ile bir önceki noktayı birleştirerek karşıdakinin hareket alanını daraltmak. Bir nevi hapsetmek. Çivi çamura saplanmadığı zaman hamle hakkı diğer oyuncuya geçerdi. Karşısındakini hareket edemez hale getiren kişi oyunun galibi olurdu ve bu galibiyet de yenilenin ‘pes’ demesiyle ilan edilirdi. Oyunun adı da buradan geliyor zaten.
* * *
“İnsanın anavatanı çocukluğudur” der Epictecus. İstisna durumları saymazsak çoğumuz hep bir özlemle anarız çocukluğumuzu. Geçmişe oranla çok daha iyi hayat koşullarına sahip olanlarımız da dahil buna. ‘Keşke hep çocuk kalsaydık’ sözü hangimizin aklından geçmemiştir ki? Fakat hepimizin çocukluğuna duyduğu özlemin tek nedeni ‘güzel anılar’ olmasa gerek. Büyüdükçe bu topraklara dair aidiyetimizi yitirmemizdir belki de anavatanımızı sadece çocukluğumuz kılan. Bu yüzden “insan yaşadıkları kadardır” sözünü her işittiğimde kendi kendime “insan yaşayamadıklarıdır da aynı zamanda” derim. Çünkü yaşayamadıklarına özlem ve yaşamayı arzu ettikleri için sarfettiği çabadır biraz da insan.
Çocukluğumuza duyduğumuz özlemi şöyle ya da böyle ifade edilebilsek de çocuklarımıza olan özlemlerimizi kolay kolay tarif edemeyiz. Hele de onları bir daha görme şansımız yoksa… Çünkü yalnızca çocukluğundan değil; çocuklarından da vurulmuş bir insanlık kuşağı bizimkisi. On iki yaşındaki oğlunun küçücük bedenine on üç kurşun sıkılarak katledilen Makbule Kaymaz için; oğlu başından gaz kapsülüyle vurulup aylarca komada kaldıktan sonra on beş yaşında hayata gözlerini yuman Gülsüm Elvan için; on iki yaşında havan mermisiyle katledilen kızının parçalarını eteğinde toplayan Saliha Önkol için… daha hikayesi bilinen bilinmeyen binlerce ana baba için ‘insan yaşadıkları kadardır’ diyebilir miyiz? Yaşayamadıkları mutluluklar, hüzünler, sevinçler kadar da değiller midir aynı zamanda?
* * *
Yıl dönümü dolayısıyla 12 Eylül darbesini kırk ikinci kez lanetliyoruz bu günlerde… “Darbenin istatistikleri” de bu minvaldeki teşhirlerin başında geliyor. 650.000 gözaltı, 230.000 yargılanan, 50 idam edilen, binlerle ifade edilebilecek ‘şüpheli” şüphesiz ölüm, işten atılanlar, mülteci olmak zorunda kalanlar, fişlenenler…
Kara liste uzayıp gidiyor. Peki, bu kadar mı 12 Eylül? Sivas, Gazi, Uludere, Ankara Garı katliamları da 12 Eylül değil mi? Yirmi iki yaşında, Diyarbakır’da ablukalarda hayatını kaybeden oğlunun kemiklerini Ali Rıza Arslan’a bir torbanın içinde yedi yıl sonra teslim eden düzen de 12 Eylül değil mi?…
Kırk iki yıldır sanattan eğitime, ekonomiden siyasete, günlük hayatın hemen her alanında maruz kaldığımız karanlığın bize “Pes” dedirtme halidir 12 Eylül. Yaşattığı zulümden, acılardan başka yaşayamadığımız mutluluklar, güzel yarınlar ve katledilen gülüşlerimizdir.
* * *
Bizi kendi geçmişimize, değerlerimize yabancılaştıran, ondan kopararak köksüz bırakmaya çalışan kirli zamanlardan geçiyoruz. İnsan kalabilmenin, güzel olanda ısrar edebilmenin her geçen gün daha da zorlaştığı günlerden. Hayat bir oyun değil elbette ama böylesi zamanlarda çocukken oynadığımız oyun geliyor aklıma. Çizginin bir ucunda bize ‘pes’ dedirtmeye çalışan; çoğu kez çocukluğumuzdan ve birçok kez de çocuklarımızdan vuran bir düzen… Bir çiviyi toprağa saplar gibi bin bir acıyı yüreğimize saplayarak bizi hareketsiz, nefessiz bırakmaya çalışan bir düzen…
Çizginin diğer ucundaysa pes etmeyip kendi yarattığı aydınlığa tutunarak karanlığa meydan okuyanlar var. Bir çiçek açsa bile bahar gelmişçesine sevinenler; sevgiyi ve dostluğu yaşamın her anında büyütenler; onca acı ve katliama rağmen ‘barış’ diyenler; iyi ve güzel olanda ısrar edenler…
Mutsuzluğun ve tükenmişliğin etrafımızı sararak bizi boğmaya çalıştığı bu hayata karşı günlük yaşamımızda sarındığımız küçük mutluluklar hem bu umutsuzluğun içinde tutunduğumuz bir dal hem de karanlığı yok edip aydınlığı var etmek adına köhnemiş düzenin karanlığına saplanan bir çivi oluyor.
Daha umutlu ve aydınlık bir gelecek için “pes” demeden yaşamaya, iyi ve güzel olanı büyütmeye devam. Yarın böyle kurulacak çünkü.
- Pes - 23 Eylül 2022
- Pandemi: İktidara serbest, muhaliflere derdest - 13 Mart 2021