Ölüm Oruçlarında Tartışmalı “Ä°rade” Unsuru

Ölüm orucunun, eylemcinin “özgür iradesi” ile gerçekleÅŸtirdiÄŸi bir eylem biçimi olmasından dolayı eleÅŸtirilemez olduÄŸu savı, hem bu eylemin savunucularının en temel dayanak noktasını oluÅŸturur hem de onaylamayanların dahi peÅŸin bir kabulle baÅŸlarını önlerine eÄŸmelerine yol açar.

Oysaki böylesine ağır sonuçları olan bir eylemin dahiliyetindeki “irade” unsuru “hakikaten var olup olmadığı”, var ise “nerede baÅŸlayıp nerede bittiÄŸi”, “nereye kadar eylemciye bırakılıp nereden sonra devralınması gerektiÄŸi” gibi son derece hassasiyetle tahlil edilmesi gereken sorunsallar barındırmaktadır kendi içinde…

İşte ben bu yazımda bu sorunsalları titizlikle irdelemeye çalışıp, elimden geldiğince netleştirmeyi deneyeceğim. Çünkü kavramın mevcut anlayıştaki yerinin son derece yanlış olduğunu ve geri dönüşü olmayan acılara yol açtığını düşünüyorum.

Sözlerime baÅŸlamadan önce, aksinin düşünülebileceÄŸine hiç ihtimal vermediÄŸim için konuya dair daha önceki yazılarımda vurgulama ihtiyacı bile duymadığım bir noktayı belirteyim ki bir kez daha hiç hak etmediÄŸim manipülatif saldırılara maruz kalmayayım. Ben bu ülkede yapılan bütün politik ölüm oruçlarındaki taleplerin sonuna kadar yanında duran; baÅŸta “Hayata Dönüş Operasyonu”yla olmak üzere, ölümle sonuçlanan tüm eylemlerdeki can kayıplarının baÅŸlıca sorumlusunun devlet olduÄŸunun son derece bilincinde olan ve bunu da müteaddit defalar yazan bir muhalif kalemim. Ne var ki olayın bu cephesi herkes tarafından bütün boyutlarıyla gündeme getirildiÄŸi halde, diÄŸer cephesine dair tek söz edilmemesi beni vicdanen son derece rahatsız ediyor. Günlerdir her türlü iftirayı, hakareti ve tehditi göze alma pahasına kaleme aldığım yazılarımı yazma nedenim, diÄŸer bütün yazılarım gibi sadece vicdanımdır, baÅŸka hiçbir ÅŸey deÄŸil. Sözlerimin en azından bu kez hiçbir art niyet aranmadan, tam da bu doÄŸrultuda okunmasını ümit ediyorum.

Bana göre ölüm orucunda “irade” unsurunun, “eylemin baÅŸlangıcındaki irade” ve “eylem sürecindeki irade” ÅŸeklinde iki ana baÅŸlığa ayrılarak deÄŸerlendirilmesi gereklidir. Çünkü eylem ilerledikçe, eylemcinin gerek fiziksel gerekse düşünsel melekeleri zayıflamakta; dolayısıyla da bu süreçteki geliÅŸmeleri yeterince saÄŸlıklı deÄŸerlendirip, bilinçli karar verme yetisini giderek yitirmektedir.

EYLEMÄ°N BAÅžLANGICINDAKÄ° Ä°RADE

Eylemin başlangıcındaki irade ana başlığını da iki ayrı bölümde incelemek durumundayız:

1- Eylemden pozitif bir sonuç alınma ihtimali bulunan devletler ve toplumlar karşısında yapılan ölüm oruçlarındaki irade.

2- Eylemden pozitif bir sonuç elde edilemeyeceği kesin olan devletler ve toplumlar karşısında yapılan ölüm oruçlarındaki irade.

Ä°ktidarları hak ve özgürlüklere saygılı, halkları belirli bir bilinç ve duyarlılık düzeyinde olan demokratik devletlerin oluÅŸturduÄŸu birinci model ülkelerde eylemcinin en azından eylemin başında bir “ölüm orucu” iradesinin var olduÄŸundan söz edilebilir; çünkü karşıdaki muhataplar bu eylemin “ölmek için yapılmama” ÅŸeklindeki aslî unsurunun gerçekleÅŸmesini saÄŸlayacak potansiyeli taşımaktadır.

T.C.’nin de aralarında bulunduÄŸu, iktidarları son derece antidemokratik ve faÅŸizan; halkları ise alabildiÄŸine cahil, bilinçsiz ve duyarsız olan ikinci grup devletlerin oluÅŸturduÄŸu ülkelerde giriÅŸilen ölüm oruçlarında ise, gerek teknik gerekse felsefî olarak “ölüm orucu iradesi”nin varlığından söz edilemez; çünkü iktidarın ve kamuoyunun taşıdığı ihtimalsizlik, eylemin “ölmek için yapılmama” ÅŸeklindeki aslî unsurunun gerçekleÅŸmesini olanaksız kılmakta ve ortadaki iradeyi direkt bir “intihar iradesi”ne dönüştürmektedir.

Grup Yorum üyelerinin yaptığı ölüm orucuna bu perspektiften baktığımızda gördüğümüz somut gerçeklik de tam budur. TC devletinin ve kamuoyunun halihazırdaki tartışmasız negatif nitelikleri, henüz hafızalarımızda taptaze duran Nuriye ve Semih hüsranının da en büyük kanıtı olduÄŸu üzere, taleplerin kabul edilmesine dair en ufak bir ihtimal taşımadığı için Helin Bölek’in de Ä°brahim Gökçek’in de hiçbir ÅŸekilde “ölüm orucu” iradelerinin var olduÄŸundan söz edilemez.

Elbette ki bir iradeleri vardır; ama o irade, her ne kadar ısrarla aksi iddia edilse de zamana yayılmış çok uzun ve acılı bir “intihar iradesi”nden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir ve intihar da yaÅŸamın doÄŸal seyrine aykırı, ÅŸayet müdahale edilebilme olanağı varsa kesinlikle insanların özgür iradesine bırakılmaması gereken bir hezeyan halidir.

Normal koÅŸullar altında biri bize “intihar edeceÄŸini” söylese ne yaparız? “Senin özgür iraden, sen bilirsin,” mi deriz, yoksa, karşımızdaki yedi yabancı bile olsa onu durdurmamaya mı çalışırız? Bu soruya birinci yanıtı verecek pek fazla kiÅŸi olduÄŸunu zannetmiyorum. Olanlar da ancak, kendini çok katlı bir binanın tepesinden boÅŸluÄŸa bırakmaya hazırlanan kiÅŸiye, “Atla! Atla!” diye tezahürat yapan vicdan fukarası sosyopatlar ve psikopatlardır.

Tam da bu noktada ÅŸu soru gündeme geliyor: Normal koÅŸullar altında asla ve zinhar birinin intihar etmesine seyirci kalmayacak insanların, söz konusu olan intihar “bir ölüm orucunun içerisinde” gerçekleÅŸtirilmeye kalkıldığında, “Atla! Atla!” diye tezahürat yapmalarını “mübah kılan” nedir? Ãœstelik de bu insanların hepsi, duydukları bütün intihar haberlerindeki müntehirleri, yaÅŸamın kutsallığından girip intiharın korkaklık olduÄŸundan çıkarak acımasızca yargılayan; insanın ne olursa olsun yaÅŸayarak direnmesi gerektiÄŸini iddia eden ateÅŸli yaÅŸam savunucuları iken…

Ä°ÅŸte TC gibi gerek karar erki olan iktidarları gerekse o erke karşı kamuoyu baskısı oluÅŸturması hedeflenen halkları son derece duyarsız ve faÅŸizan olan ülkelerde irade unsurunu eylemin daha en başında “ölüm orucu iradesi” olmaktan çıkarıp, direkt bir “intihar iradesine” çeviren ölüm oruçları tahlil edilirken, sorgulanması ve yüzleÅŸilmesi gereken en önemli mesele bu paradokstur.

Ne var ki hiç kimse bu ölümcül sonuçları olan korkunç paradoksu sorgulamaya ve sonuçlarıyla yüzleÅŸmeye yanaÅŸmamakta; ülkemizin sol geleneÄŸinde tartışılması dahi tabu olan bu konuya dair en ufak bir farklı söz söylemeye ve perspektif açmaya çalışan herkes, bütün az geliÅŸmiÅŸ Orta DoÄŸu ülkelerinin arada kalmış arabesk insanlarında görülen duygusal reflekslerle susturulmaya çalışılmaktadır. O kadar ki eylemin kendisine yönelik eleÅŸtiriler dahi “eylemcinin iradesine saygısızlık” olarak çarpıtılıp; son derece iyi niyetlerle “Ä°nsanlar boÅŸuna ölmesin!” diye çırpınan kiÅŸiler hiçbir dezenfomasyon, provovakasyon, iftira, küfür ve tehdit esirgenmeden linç edilmeye kalkılmaktadır.

Oysa insanların yaşamlarının söz konusu olduğu böylesine ciddî bir meselenin bünyesinde barınan açmazlar, asla başka arka planlarla ya da duygusal reflekslerle hasır altı edilemez. Kimsenin birilerinin hayatı üzerinden ideoloji ya da ego kasmaya hakkı yoktur.

Söz konusu paradoks samimiyetle sorgulanacak olsa, hiçbir ÅŸekilde kazanım elde edilemeyeceÄŸi kesin olan bir konjonktürde yapılmaya yeltenilen ölüm orucunun eylemcisinin “intihar iradesi”ne bu somut gerçekliÄŸin üstünü kasten örterek “ölüm orucu iradesi” adını koymanın, “intihara azmettirme, teÅŸvik ve yardım suçu iÅŸlemek” olduÄŸu gerçeÄŸiyle yüzleÅŸilecektir.

İşte bu tabunun sorgulanmasına karşı böylesine abartılı duygusal refleksler gösteren kişi ve kesimlerin tavırlarının altında yatan asıl neden, bu gerçeklikle yüzleşme ve kamuoyunda da bu doğrultuda farkındalık oluşması korkularıdır. Çünkü yüzleşilmesi oldukça zor olan bu acı hakikat, kendilerini yoldaşlarının ölümünden birinci derecede sorumlu hale getirecektir ve doğal olarak da hiç kimse bu ağır vebalin altında kalmaya yanaşmamaktadır.

Oysaki hiç kimsenin böylesine hayatî bir konuda -niyetleri çok iyi bile olsa-, herhangi bir kiÅŸisel ya da örgütsel kaygıyla gerçeklerden kaçma lüksü yoktur. Çünkü herkesin kabul ettiÄŸi gibi, “ölüm orucu ölmek için yapılmaz”. Bu kiÅŸi ve kesimlerin on yıllardır sorgusuz sualsiz büyük anlamlar yükleyerek gerçekleÅŸtirdikleri bu eylemin giderek daha ölümcül hale gelen paradokslarının üstünü örtme kaygıları ya da sorgulayıp sorumluluklarıyla yüzleÅŸme korkuları insanların canlarına mal olmaktadır.

EYLEM SÃœRECÄ°NDEKÄ° Ä°RADE

Bu başlık altında da masaya yatırılması gereken çok şey var.

Son derece demokratik iktidarlar ve toplumlar karşısında yapılan ve en azından baÅŸlangıçta “ölüm orucu iradesi”nin var olduÄŸundan söz edilebilecek olan eylemlerde dahi, süreç içerisinde hiçbir psikolojik baskıya maruz bırakılmadan sık sık yenilenmesi gereken “irade tazelemeleri”ne ihtiyaç vardır. Çünkü hiçbir insan hiçbir durumun içinde nasıl hissedeceÄŸini ve düşüneceÄŸini, o durumun içine girmeden bilemez. Hele ki böylesine hem fiziksel hem de ruhsal olarak korkunç derecede acı verici olan bir durumun…

Bir inanç örgütlülüğünün içinde yer alan bazı kişiler, bazı çok büyük hak ihlalleri karşısında gerek kendilerinin gerekse yoldaşlarının ümitleri ve hayallerinin coşkunluğuyla zaman zaman bu eyleme girişebilirler; ancak günler geçtikçe dayanılmaz hale gelen fiziksel ve psikolojik acılar, süreç içinde iradelerinin son derece anlaşılabilir bir şekilde değişmesine yol açabilir. İşte tam da bu noktada ve bu yüzden, etraflarındaki insanların onlara asla en ufak bir psikolojik baskıda ve kutsal anlam yüklemelerinde bulunmadan davranmaları gereklidir ki iradelerinin değişmesi noktasında bunu çekincesizce ifade edebilsinler.

Ne yazık ki halihazırdaki gerçeklik bunun tam tersidir. Ölüm orucuna baÅŸlayan kiÅŸiye öylesine büyük anlamlar ve sorumluluklar yüklenmekte, yaptığı eylem öylesine hamasî söylemlerle kutsanmaktadır ki süreci yaÅŸarken çektiÄŸi acılara dayanamaz hale gelse bile, neredeyse hiçbir eylemcinin deÄŸiÅŸen iradesini özgürce ifade edebilme ÅŸansı kalmamaktadır. Hatta geçmiÅŸteki ölüm oruçlarının bazı tanıkları ya da bazı eylemci yakınları tarafından anlatılan, “eylemcilere deÄŸil böyle hassasiyetli bir yaklaşımın sergilenmesi, isteseler de bırakamamaları yönünde baskılar uygulandığı” yolundaki gerçekler, konunun az çok içinde yer alan herkesin malumudur. Nitekim ben de son süreçte özelden, bu doÄŸrultuda ifadelerin yer aldığı sayısız mesaj aldım.

Buyrun size, eylemcinin çevresindeki insanların yüzleÅŸmesi gereken ağır bir sorumluluk daha!.. O insanlar ki lafa gelince, gösterdiÄŸi büyük özveri ve cesaret nedeniyle kutsadıkları yoldaÅŸlarının, eyleme baÅŸlamadan önce süreç içinde kaçınılmaz olarak zayıflayacak olan “iradesini” “emanet ettiÄŸi” insanlardır.

Bu eylemin içindeki en kutsal ÅŸey olan o emanete “sadakat”, ancak ona hiçbir psikolojik baskı yapmamakla ve sorumluluk yüklememekle; dilediÄŸi an eylemine son verebileceÄŸini, bunu yapması halinde hiç kimsenin ona olan saygısını yitirmeyeceÄŸini ya da onu yargılamayacağını son derece samimi bir ÅŸekilde hissettirmekle mümkündür.

Söz konusu emanetin bir diÄŸer önemli ayağı da emanetçilerin eylemciyi, “gerçekleÅŸme ihtimali olan beklenmedik tehlikelerden koruma” yükümlülüğüdür. Bu yükümlülük onlara böylesi bir tehlikenin vuku bulması halinde, eylemcinin emaneten ellerinde bulundurdukları iradesini, “ölüm orucuna son verme yönünde kullanma” görevini yükler.

Yine buradan Grup Yorum üyelerine gelecek olursak; onların ölüm oruçlarının oldukça ilerlemiÅŸ olan bir safhasında bu olası büyük tehlike gerçekleÅŸmiÅŸ, bütün dünyada görülmemiÅŸ derecede korkutucu bir pandemi vakası vuku bulmuÅŸtur. Son derece saÄŸlıklı ve bağışıklık sistemi güçlü insanları bile dehÅŸetle evlerine kapatan bu büyük tehlike, yoldaÅŸlarının iradesini emaneten ellerinde tutan insanların, o emanet iradeyi “acilen eylemin sona erdirilmesi” ve eylemcilerin “ultra steril bir ortamda korumaya alınması” doÄŸrultusunda kullanmalarını kaçınılmaz hale getirmiÅŸtir.

Çünkü bağışıklık sistemleri tamamen çökmüş olan eylemcilerin bünyelerindeki fiziksel ve psikolojik tahribatın hem özgür iradelerinin varlığını tartışılır hale getirdiği hem de tehlikenin büyüklüğünü yeterince kavramalarına engel olduğu bir gerçeklikte eylemlerini sürdürmelerine göz yummak, onları resmen güvenlerini kötüye kullanarak emanetlerine hıyanet edip ölümün kollarına terk etmekle eşdeğerdir.

Ne var ki ve de ne acı ki emanetin asla kaçınılma lüksü olmayan bu hayatî gereÄŸi inatla yerine getirilmemiÅŸ; Helin Bölek ölüm orucunun 288’inci, Ä°brahim Gökçek’de 324’üncü günlerinde hayata veda etmiÅŸlerdir.

Bu noktada ÅŸu sorunun sorulması kaçınılmazdır: Güncel tıbbî destekler sayesinde artık eskisi gibi 60’ıncı günlerden sonra ölüm potasına girilmeyip 300’üncü günlerin sonlarına kadar ölüm gerçekleÅŸmeden sürdürülebilen; nitekim Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın -çevrelerinden çok büyük tepkiler alma ve hatta dışlanma pahasına- 324’üncü günlerinde bitirdikten sonra hayata dönebildikleri ölüm orucu gerçekliÄŸinde Helin’in, Mustafa’nın ve Ä°brahim’in anî ölüm nedenleri “Corona virüsü olabilir mi?”

Gerek bu sorunun yanıtı gerekse yazımın bütününde işaret etmeye çalıştığım paradokslar üzerinde düşünerek gerekli yüzleşmeyi gerçekleştirip gerçekleştirmemeyi okurun vicdanına bırakıyorum.

Bir marjinal muhalif düşünce insanı olarak benim vicdanım bu soruyu sormamı ve bir türlü beynimden atamadığım bütün bu paradoksları sorgulamaya açarak insanları yüzleşmeye davet etmemi gerektiriyordu. Bu yazıyla bu aydın sorumluluğumu ve vicdanî görevimi elimden geldiğince yerine getirmeye çalıştım. Gönlüm isterdi açtığım yoldan yürümeye cesaret edecek insanlar çoğalsın ve bu kurban ritüelinden artık vazgeçilsin.

Yazımı okuduktan sonra, olguya hiç bu açılardan bakmadıkları için sorumluluklarıyla çok anî bir ÅŸekilde yüzleÅŸip üzülecek olan iyi niyetli insanlara, “Evet üzülmelisiniz; üzülmelisiniz ki bundan sonra daha farklı tavırlar sergileyerek, yeni yeni acıların yaÅŸanmasına, baÅŸka baÅŸka annelerin evlatsız kalmasına engel olabilmelisiniz,” diyorum.

Ölüm oruçlarından asıl beklentileri zaten de kabul edilmeyeceğini gayet iyi bildikleri taleplerin karşılanması değil gündemde kalmak olduğu için, gencecik çocukların canı pahasına bu lükslerinden vazgeçmemek ya da aldıkları veballerle yüzleşmemek uğruna, bütün bu gerçeklerin üzerini örtmeyi tercih edenlere ise, sadece şunu söyleyeceğim:

Siz ne kadar her türlü kara propaganda, polemik, demagoji ve ajitasyonla gizlemeye; doÄŸruları söyleyenleri korkutmaya, sindirmeye, susturmaya çalışsanız da, “Gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi bir huyları vardır.”

Kazanım elde etme ihtimali sıfır olan bir devlet ve toplum karşısında yapılan ölüm oruçları, eylemin “ölmek için yapılmama” amacını imkânsız kılarak onu en baÅŸtan boÅŸa çıkardığı için, eylemcinin iradesi “ölüm orucu iradesi” deÄŸil, “intihar iradesi”dir ve ne kadar yüce sebeplerle olursa olsun bir insanın intihar etmesini onaylamak, alkışlamak ve kutsamak da “intihara azmettirmek, teÅŸvik ve yardım etmek” suretiyle iÅŸlenen ikinci dereceden cinayettir.

Bütün bu gerçekliklerle acilen yüzleÅŸilmesi ve bir daha hiçbir canın, günümüzde tamamen iÅŸlevsiz kalarak sadece bir “kurban ritüeli”ne dönüşmüş olan “ölüm orucu” isimli uzun iÅŸkenceyle annesinin gözlerinin önünde eriyerek ölmemesi temennisiyle…

 

Rabia MÄ°NE
Latest posts by Rabia MÄ°NE (see all)