Türkiye’de Sivil Toplum ve Çevre Politikası

Günümüzde insanlığın en büyük sorunlarından biri, hızlı sanayileşme, çarpık kentleşme ve dengesiz üretimtüketim ilişkilerinin, iklim değişikliğinden ormansızlaşmaya, çölleşmeden hava kirliliğine her türlü çevresel bozulmayı hızlandırmasıdır. Toplumsal ilişkilerin devletözel sektör-sivil toplum üçlemesiyle düzenlendiği kapitalist toplumlarda, toplumun çevre ile ilgili taleplerini çevreci sivil toplum kuruluşları (STK) aracılığıyla dile getirmesi beklenmektedir. Özellikle küresel sermayenin kamusal alanı ve devleti giderek küçülttüğü ve etkisi altına aldığı günümüzde, çevrenin korunabilmesi için sivil topluma önemli görevler düşmektedir. Öyle ki STK’ları yasama, yürütme, yargı ve medyadan sonra “beşinci güç”; kamu ve özel sektörden sonra “üçüncü sektör” olarak tanımlayanlar da vardır.[1]

En genel tanımıyla STK’lar, resmî kurumlar dışında kalan ve bu kurumlardan bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan, üyelerini gönüllülük usulüyle alan, kar amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar, proje kazanımları ve/veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlardır. Dernekler, vakıflar, sendikalar, konfederasyonlar, işveren kuruluşları, profesyonel federasyonlar, meslek kuruluşları, birlikler, odalar, yerel birlikler ve kooperatifler gibi tüzel kuruluşlar genel olarak STK olarak kabul edilmektedir.

STK’ların değişik tanımları olsa da, hem bireysel özgürlüklerin ve piyasaların bir aracı olarak görülmekte hem de ekonomik hak arayışlarının ve toplumsal muhalefetin yaşama geçirilme araçları olarak ele alınmaktadırlar.[2] Bu sebeple günümüzde çevreci STK’lar, hem yerel hem de küresel düzlemde çevre politikasının belirlenmesinde ve demokratikleşmesinde önemi yadsınamayacak birer aktör haline gelmişlerdir. Birçok başarıları da mevcuttur. Örneğin, 2017 yılında, Türkiye’deki zeytinlik sahalarında maden açılmasının önünü açacak yasa tasarısının kanun teklifinden çıkarılmasını başaran STK’lar, küresel ölçekte de politika yapım sürecine, uluslararası örgütlerle iletişim içinde katılabilmektedirler.[3] Zira, 2002 yılında Johannesburg’ta düzenlenen sürdürülebilir kalkınma konferansına 6.000’den fazla STK katılmıştır.

Demokrasi açığını kapatması beklenen aktör sivil toplum olsa da, kapitalist bir küresel ekonomide, çevre bozulmaları, sermaye birikim süreci ve bu birikim sürecini yönetmek için kurulmuş uluslararası kurumlar ile ilintili olduğundan, çevreci STK’ların oynayabileceği düzeltici rol de sınırsız değildir. STK’lar aslen, piyasa ekonomisi sisteminde, küresel sermaye üzerinde sosyal kontrol oluşturulmasına aracılık ederler.[4] Böylesi sınırlı bir çerçevede STK’lar, özellikle bilgi toplama ve paylaşma, sorun saptama, toplumun bilinçlendirilmesi, gündem belirleme, ekolojik duyarlılığı arttırma, bilim adamları ve toplum arasındaki bağı kuvvetlendirme, alternatif bir düzenin nasıl olabileceği hakkında fikir sunma ve demokratikleşme adına önemli görevler üstlenmektedirler.[5] Kurumsal yapısı ve finansal kaynakları çok daha gelişmiş olan Batılı çevreci STK’ların politika yapımına katılma ve bu süreci etkileme şansı, az gelişmiş ülkelerdeki STK’lara oranla çok daha yüksektir.[6] Özellikle Batı Amerika, Kuzey Avrupa, Almanya ve Hollanda’daki çevreci STK’larının kurumsal yapısı çok gelişmiştir.[7] Bu makalenin amacı ise Türkiye’de çevre alanında çalışan STK’ların ülkedeki çevre politikasının yapılması ve uygulanmasındaki etkilerini tartışmaktır.

TÜRKİYE ÇEVRE POLİTİKASINDA STK’LARIN YERİ

Türkiye’de çevre üzerine çalışan STK’lar, dernek, vakıf, platform, kent konseyi, bölgesel platform, internet platformu, yerel gündem, üniversite öğrenci kulübü, yurttaş inisiyatifi, çevre hareketleri ve koalisyonlar gibi çok çeşitli örgütlenmelerinin çatısı altında çalışmaktadır.[8] Bu yazıda ise daha çok profesyonelleşmiş çevreci STK’lar ve çevreci toplumsal hareketler ele alınacaktır. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi’nden alınan bilgilere göre, Türkiye’de toplam 9947 adet STK bulunmaktadır. Türkiye’de çalışan STK’ların bölgelere göre dağılımı Resim 1’de gösterilmektedir. Türkiye’deki dernekleşme oranı ve STK üyeliği genel anlamda düşüktür. TÜSEV’den alınan verilere göre, toplumun sadece yaklaşık %13’ü dernek üyesidir. Buna karşılık, örneğin Danimarka’da her vatandaşın yaklaşık üç derneğe üye olduğunu görmekteyiz.[9] Türkiye’deki STK’ların 835 tanesi ise çevre alanında çalışmaktadır. Bu rakam, toplam STK’ların %8.4’ünü oluşturmaktadır ve bu diğer konulara oranla görece yüksek bir yüzdeliktir. Zira sendikaları bir tarafa ayırırsak, Türkiye’deki sivil toplumun en aktif olduğu alanlardan biri çevre konusudur. Bunun en temel sebeplerinden biri ise siyasi partilerin çevre politikalarının neredeyse yok denecek kadar zayıf olmasıdır.

Türkiye’deki siyasi partilerin büyük çoğunluğu, küresel sermayeden bağımsız politika geliştirememektedirler. Özellikle de çevre konusu sermaye birikim süreci ile çok bağlantılı olduğundan, siyasi partiler iktidara geldikten sonra hem belediye hem de ulusal ölçekte, genel olarak küresel kapitalizmin isteklerinden bağımsız bir çevre politikası izleyememektedirler.[10] Bu noktada oluşan açığın ise STK’lar aracılığı ile giderilmesi beklenmektedir. Zira, 1980 darbesinden sonra hız kazanan neoliberalleşme sürecinde, “sağ” ve “sol” ideolojik kavramları güç kaybederken, “çevre” ve “kadın” gibi tek konu çerçevesinde örgütlenen ve “kimlik” kavramını gündemine alan örgütler, siyasi açıdan önem kazanmaya başlamıştır.[11] Darbe sonrasında toplumsal cinsiyet, çevre ve kimlik konularında sivil alan genişlerken Avrupa Birliği’ne üye olma süreci, bu genişlemeyi daha da artırmıştır.[12] Aynı zamanda, STK’ların kurumsallaşması ve profesyonelleşmesi de hızlanmıştır.

Çevre konusunda çalışan STK’ların sayısının artmasına ve hızlanan kurumsallaşmaya rağmen, Türkiye’de çevre örgütlerini desteklenme oranı yüksek değildir.

Muammer Tuna tarafından 2005-2006 yıllarında gerçekleştirilen bir çalışmaya göre, Türkiye’de çevre konusunda çalışan STK’lara üyelik oranı sadece % 5,9’dur. Bu kuruluşlara bağış yapma oranı ise % 20’nin altındadır.[13] Çevre STK’larının ciddi maddi sıkıntıları bulunmakta ve hatta birçok STK’nın düzenli çalışılan bir mekânı bile bulunmamaktadır. Dahası, profesyonelleşen STK’ların projelerine finansal kaynak bulmak için birbirleri ile rekabete girmeleri, ancak ortaklaşa gerçekleştirilebilecek olan çevrenin korunması amacını olumsuz etkilemektedir. Bununla beraber, STK’ların özel sektör ve devlet ile işbirliği içinde çevreyi ilgilendiren projelere katılması proje yapma sürecini demokratikleştirse de, STK’ların finansmanlarının yine özel sektör ve devlet kurumları tarafından verilmesi, STK’lar ve bu kurumlar arasındaki güç dengelerini, STK’ların aleyhine etkilemektedir.[14] Ayrıca, çoğu çevre STK’sı, su rejimleri, nükleer enerji ve madencilik gibi konularda sadece devlet politikasıyla uzlaştıkları ölçüde devlet ile beraber çalışabilmektedir. Çoğu zaman da STK’lar karar alma süreçlerine katılmalarına rağmen, STK talepleri, sonuçta alınan kararlara sınırlı ölçüde yansımaktadır.[15] Çalışılan alt konu başlıklarına göre incelendiğinde ise Türkiye’deki çevre STK’larının doğa koruma, biyolojik çeşitlilik, orman, erozyon, deniz ve kıyılar konularında maden ve nükleer enerjiye oranla daha çok çalıştığını görmekteyiz. Bunun en temel sebebi ise, küresel sermayenin bu alanları “devletin bir varlık sorunsalı” olarak göstertmek için çabalamasıdır. Bu sebeple bu konular, kurumsallaşmış çevre STK’larının çalışmalarına diğer konular kadar “açık” değildir.[16] Sonuç olarak, devlet kurumları ve özel sektörle arasını iyi tutmak isteyen kurumsallaşmış çevreci STK’lar, genellikle madencilik, genetiği değiştirilmiş organizmalar, büyük barajlar ve nükleer enerji konularında çalışmazken, sivil toplum maden ve çeşitli enerji projelerine karşı tepkisini, tek bir konu ölçeğinde oluşan toplumsal hareketler aracılığıyla dile getirmektedir. İklim değişikliği konusu ise Türkiye’de Batılı ülkelere nazaran daha geç yankı bulmuş bir konudur. Hem devlet kurumlarının hem de toplumun iklim değişikliği konusundaki duyarlılığı çok yeni oluşmaktadır.

Çevre üzerine çalışan sivil toplum homojen değildir. Çevre örgütleri, tarz, işlev, uzmanlık alanı ve örgütlenme biçimi açısından çok çeşitlidir. Türkiye’deki çevre STK’ları da bu çeşitliliği yansıtmaktadır.[17] Literatürde STK’lar için çok çeşitli sınıflandırmalar[18] olsa da genel olarak, çevre üzerine çalışan sivil toplumu profesyonel, bürokratikleşmiş ve kurumsallaşmış STK’lar ile toplumsal çevre hareketleri olarak ikiye ayırmak mümkündür. TEMA, WWF-Türkiye, Greenpeace-Akdeniz, Türkiye Çevre Vakfı ve Doğal Hayatı Koruma Derneği profesyonel STK’lara, Bergama Çevre Platformu, Cerattepe-Artvin hareketi, Gezi eylemleri, Kaz Dağları’nda maden çıkarılmasına karşıt hareket, Kuzey Ormanları Savunması, 350 Türkiye ise ikinci grup çevre örgütlerine örnek olabilir. Yöntem olarak ise ilk gruptaki STK’lar, daha ziyade, çevreyi ilgilendiren projelerde ekolojik sorunların çözümü için devlet ve özel sektör için birer “çözüm ortağı” olarak hareket etmektedir. Bu sebeple, profesyonel çalışan STK’lar genel olarak teknik uzmanlaşma, lobi faaliyeti, hukuk mücadelesi, uluslararası çevre antlaşmalarına uyumun gözlemlenmesi ve medya kullanımı gibi yöntemleri tercih ederken çevre hareketleri daha çok protestolara başvurmaktadırlar.[19] Fakat bu iki kategorideki grupların yöntemleri arasında kesin bir ayrım söz konusu değildir. Örneğin, Greenpeace-Akdeniz çeşitli protesto eylemleri yaparken, Yeşil Artvin Derneği de hukuk mücadelesi yoluyla Artvin Cerattepe’de maden çıkarılmasını önlemeye çalışmaktadır. İmza toplamak, eğitim programları ve konferanslar düzenlemek ile dilekçe hazırlamak ise her iki kategorideki grupların sıkça başvurduğu yöntemlerdir. Örneğin, TEMA’nın yürüttüğü ağaçlandırma projeleri[20] ve GreenpeaceAkdeniz’in Türkiye’nin Barcelona Sözleşmesi’ne katılması için yürüttüğü kampanya ilk grup[21], Yeşil Gerze Platformu’nun termik santral kurulmasına karşı düzenlediği imza kampanyaları ise ikinci grup çevre örgütünün bu tarzda kullandığı yöntemlere örnek olabilir.[22]

Her iki grup çevre STK’sının da daha etkin olabilmesi için önlerinde birçok engel bulunmaktadır. Maalesef Batı ülkelerinde üye aidatlarıyla ayakta kalabilen bazı çevre STK’larının tersine, Türkiye’deki kurumsallaşmış çevreci STK’lar, eleman çalıştırıp aktivitelerine devam edebilmek için devlet veya özel sektörden aldıkları proje fonlamasına muhtaçlardır. Sonuç olarak, yeterli insan kaynağını düzenli olarak çalıştıramamaktadırlar. Ayrıca, enerji ve zamanlarını proje yazıp fon bulmaya yönlendirmek zorunda kalmakta, finansman bulamadıklarında ise çevre projelerden çekilmektedirler.[23] Ayrıca, çoğu kez STK’lar, aynı konularda, birbirlerinden ayrı ve “proje odaklı” biçimde, gelgelelim, aynı konularda ve eş güdümsüz çalışmaktadırlar.[24] Bu durum, daha başarılı ve kapsamlı çevreci dönüşümlerin gerçekleşmesini engellemektedir.

İkinci grup çevre örgütlenmeleri olarak ele aldığımız çevre hareketleri ise, Yeşil Artvin Derneği’nde görüldüğü gibi, birkaç iyi niyetli toplum liderinin öncülüğünde başlatılabilmektedir. Aslında son 20 yılda, Bergama’dan Artvin’e, Gerze’den Akkuyu’ya ve son olarak da Kaz Dağları ve ODTÜ Kavaklık’a kadar, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde, toplumsal çevre hareketi görülme sıklığı artmıştır. Fakat Türkiye’de genellikle yerel olarak düzenlenen bu hareketlerin arasında düzenli bir koordinasyon ve iletişim mevcut değildir. Bu durum, çevre politikasının sürekli olarak Türkiye’nin gündeminde kalmasını zorlaştırmaktadır. Örneğin, ülkenin birçok yerinde hidroelektrik santrallerinin yapılmasına karşı eylemler düzenlense de Türkiye çapında tüm dere ve şehir kıyılarını temizleme ve bu suları yüzülecek hale getirme politikası mevcut değildir. Hatta ülkenin en popüler turizm bölgelerinden Çeşme-Ilıca’nın içinden akan dere bile, bölgeye gelen birçok turistin her gün yanından geçmesine rağmen yıllardır kokmaktadır. İzmir Körfezi’nin temizlenmesinin ve şehir içinde yüzülebilecek duruma gelinmesinin, şehrin gelirini ne kadar arttıracağının net olmasına rağmen bu konuda bile bir politika oluşturulamamaktadır. Ayrıca, altın madenciliği ile ormanlar yok edileceğine, Kaz Dağları ve ArtvinCerattepe gibi bölgelerdeki eko-turizm, arıcılık ve organik tarım potansiyelleri değerlendirildiğinde, yerel kalkınmanın hem de uzun süreli olarak ne kadar destekleneceği açıktır. Fakat Türkiye çevre politikasını, bu tür alternatif kalkınma fikirlerinin de tartışılmasını sağlayarak, sürekli gündemde tutacak bir çevreci sivil toplum mevcut değildir. Aynı zamanda, hem yerel hem ulusal ölçekteki iktidar sahipleri, yerel basın ve kimi zaman da ilgili meslek odaları arasındaki çıkar ve güç ilişkileri, konu-bazlı olarak ortaya çıkan yerel çevre hareketlerinin yayılmasını ve kuvvetlenmesini de darbelemektedir. Ülkedeki siyasi partilerin neredeyse tümünün çevre ile ilgili programlarının yetersiz olması da, yerel çevre hareketlerinin sayısı çok olmasına rağmen, bu hareketlerin tüm ülkeyi kapsayacak boyuta gelmesini ve ülke genelinde çevre politikasının gündem oluşturmasını engellemektedir. Halbuki çevre politikası, ekonomik ve sosyal politika ile çok ilintilidir ve bu politikanın sürekli tartışılıp dönüştürülmesi gerekir.

SONUÇ

Üretimin küreselleştiği ve tüketim ile arasındaki mesafenin arttığı günümüzde, insanlar tükettikleri ürünlerin çevresel etkilerinden git gide uzaklaşmaktadırlar. Bireyselleşme ve rekabetin de hızlanarak arttığı bu dönemde insanlar, tüketim eylemlerinin kamuya verdiği zararı kavramakta güçlük çekmektedirler. Aynı zamanda, küresel sermaye hem yeni pazar hem de hammadde arayışını hızla sürdürmektedir.

Zira küresel serbest piyasa ekonomisinin gereği olarak, sermaye, mümkün olabilecek en hızlı biçimde büyümeye devam ederken, karşı konulamaz bir büyüme dürtüsü, karşı konulamaz bir kirletme ve atık yaratma dürtüsüne sebep olmaktadır.[25] Böyle bir düzlemde, çevre STK’larına çok önemli görevler düşmektedir. Bireyselleşme ve rekabet, insanların bir araya gelmesini zorlaştırsa da, üretim ve tüketimin çevre üzerine etkilerini söyleminin merkezine alan bir çevre hareketi, hem doğa hem de insanlık açısından daha adil ve korumacı bir düzenin gerekliliğinin farkındalığını arttırabilir.

Türkiye’de çevreci hareket, son 20 yılda önemli bir gelişme göstermiş ve çok sayıda kurumsallaşmış STK ile çevre hareketi oluşmuştur. Bu gelişmenin ülke demokrasisine katkısı olsa da, maalesef günümüzde Türkiye’deki çevre STK’larının önündeki engeller azımsanamayacak ölçüdedir. Kurumsallaşmış STK’ların birbirleriyle giriştikleri fon yarışı, çevrenin “proje” bazlı düzeltilmeye çalışılıp çevre politikasının bir bütün olarak sivil toplum tarafından ele alınmayışı, devamlı çalışan elemanların azlığı, proje kazanılmasının kimi zaman STK’ların temel hedeflerinin önüne geçme riski ve bireycilikten kaynaklanan “küçük olsun, benim olsun” anlayışı ile STK’ların birbirleri ile eşgüdümsüz çalışması kurumsal STK’ların önündeki engellerdir. Bölgesel STK azdır, tabanın temsil edilmesi ve halkın karar alma sürecine sürekli katılımı sağlanamamaktadır. Toplumsal çevre hareketleri arasında ise devamlı bir iletişim ve koordinasyonun yoktur. Düzenli eleman çalıştıramazlar, pek çoğunun internet sitesi bile mevcut değildir. Artvin-Cerattepe hareketinin aksine çevre hareketlerinin birçoğu kısa dönemlidir. Çoğu hareket, mücadelesini hukuki düzleme taşımakta, mahkemeler bu hareketlerin aleyhinde karar verdiğinde veya mahkemelerin hareketler lehine verdikleri kararlar uygulanmadığında ise hareketler dağılmaktadır. Ayrıca, birçok büyük medya kurumunun da küresel sermayenin etkisi altında olması, bu hareketlerin büyümesini ve sürekli hale gelmesini zorlaştırmaktadır. Bu sebeplerle alternatif fikirler, yeteri kadar gündem oluşturamamakta ve çoğu zaman da uygulanamamaktadır. Kısacası, Türkiye’de çevre STK’ları siyasi arenayı sınırlı olarak demokratikleştirmiş olsa da onu dönüştürmeyi başaramamışlardır. Böyle bir düzlemde, çevre üstüne çalışan sivil toplumun, hem yerel hem ulusal hem de uluslararası düzlemde, dinamik bir biçimde, hem birbirleriyle hem de siyasi partilerle sürekli bağlantı halinde çalışmasının toplumsal çevre bilincinin güçlenmesi ve çevreci politikaların gelişmesinde katkısının olacağı açıktır.


[1] Gündüz, Ali Yılmaz; Kaya, Mehmet, 2014, “Küresel Dünyada Sivil Toplum Kuruluşlarının Ekonomik Kalkınmadaki Rolleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Akademik Araştırmalar ve Çalışmalar Dergisi, cilt:6, sayı:10, ss.130-169.

[2] Paker, Hande, 2012, “Çevre Rejimleri ve Türkiye’de Sivil Toplum Örgütlerinin Rolü: Akdeniz’de Sürdürülebilirlik”, Marmara Avrupa Araştırmaları Dergisi, cilt:20, sayı:1, ss.151-175.

 

[3] Keck, Margaret; Sikkink, Kathyrn, 1998, Activists Beyond Borders: Advocacy Networks in International Politics, Cornell University Press, Ithaca.

[4] Newell, Peter, 2012, Globalization and the Environment: Capitalism, Ecology and Power, Polity Press, Cambridge.

[5] Betsill, Michele M.; Corell, Elisabeth, 2001, “NGO Influence in International Environmental Negotiations: A Framework for Analysis”, Global Environmental Politics, cilt:1, sayı:4, ss.65-85. Chasek, Pamela S.; Downie, David L.; Welsh Brown, Janet, 2018, Global Environmental Politics, Routledge, London. Ford, Lucy, 2011, “Transnational Actors in Global Environmental Politics”, Global Environmental Politics: Concepts, Theories and Case Studies, (ed.) Gabriele Kütting, Routledge, New York, ss.27-41.

[6] Mazlum, Semra Cerit, 2007, “Yerel Politikadan Yeryüzü Politikasına: Küresel Çevre Yönetiminde Çevre Örgütleri”, Sivil Toplum Dergisi, cilt:5, sayı:20, ss.91-108.

[7] Carter, Neil, 2007, The Politics of the Environment: Ideas, Activism and Policy, Cambridge University Press, Cambridge.

 

[8] Paker, Hande; Baykan, Barış Gençer, 2008, “Türkiye’de Çevre ve Sivil Toplum: Örgütlenme ve Son Eğilimler”, Bahçeşehir Üniversitesi, Araştırma Notu 8.

[9] Gündüz; Kaya, 2014. TÜSEV, 2015, Sivil Toplum İzleme Raporu 20132014 Yönetici Özeti, tusev.org.tr/usrfiles/files/Izleme_Raporu_Yonetici_ Ozeti_2013_2014.pdf [Erişim: 07.08.2019]

 

[10] Gönenç, Mete, 2019, “Sivil Toplum Göreve!”, Çevre ve İktisat Politikası Gibi Bir Şey, (ed.) Defne Gönenç, Mete Gönenç, İkinci Adam Yayınları, İstanbul, ss.79-82.

[11]Adem, Çiğdem, 2005, “Non-State Actors and Environmentalism”, Environmentalism in Turkey: Between Democracy and Development?, (ed.) Fikret Adaman, Murat Arsel, Ashgate, Aldershot, ss.71-86.

[12] Paker, 2012. Eryılmaz, Çağrı, 2018, “Türkiye’de Çevreci Örgütlerin Dönüşümü: Merkezi Profesyonel Lobici Örgütler ve Yerelde Gönüllü Protestocular”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, cilt:73, sayı:1, ss.49-76.

[13] Tuna, Muammer, 2006, Türkiye’de Çevreye İlişkin Toplumsal Eğilimler, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.

[14] Betsill, Michele M., 2006, “Transnational Actors in International Environmental Politics”, Palgrave Advances in International Environmental Politics, (ed.) Michele M. Betsill, Kathryn Sikkink, Dimitris Stevis, Palgrave Macmillan, New York, ss.172-202.

[15] Eryılmaz, 2018.

[16] Paker; Baykan, 2008.

[17] Duru, Bülent, 1995, Çevre Bilincinin Gelişim Sürecinde Türkiye’de Gönüllü Çevre Kuruluşları, Ankara Üniversitesi SBE, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara.

[18] Eryılmaz, 2018

[19] Paker; Baykan, 2008.

[20] “Ağaçlandırma Projeleri”, tema.org.tr/web_14966-2_1/neuralnetwork. aspx?type=86 [Erişim: 7.08.2019]

[21] Paker, 2012.

[22] Akbulut, Bengi, 2014, “Neither Poor Nor Rich But ‘Malcontent’: An Anatomy of Contemporary Environmentalisms”, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, cilt:2, sayı:1, ss.9-24.

[23] Eryılmaz, 2018.

[24] Karataş, Abdullah, 2014, “Toplumda Çevre Bilincinin Yaygınlaştırılmasında Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü: Türkiye Örneği”, Turkish Studies, cilt:9, sayı:2, ss.855-867.

[25] Angus, Ian, Yeşilin Daha Kızıl Tonu: Bilim ve Sosyalizmin Kesişimleri, Efil Yayınevi, Ankara. Yeldan, Erinç, 2019, “Yeşilin Daha Kızıl Tonu”, Cumhuriyet.