Sattığımız evde kocaman bir kümes yapmıştım, marangoz müşterilerimizden aldığım tahta parçaları ile. Kaç yaşındaydım ki? 8 yaşında falan olmalıyım. Evde güvercin beslemem yasak. Güvercinler intizar ederlermiş. “Etimi yiyen doymasın, bokuma basan iflah olmasın” diye. Etlerini yemedim ama boklarına çok bastım, iflah olmamamın nedeni güvercinlerin bu bokları olsa gerek. Halen her gün boklarına basarak iflah olmamakta direniyorum. Ben beslemeyi çok istiyorum oysa. Müstakil evimizin damı da var. Ne damda ne de başka bir yerde beslemem yasak. Mithatpaşa Mahallesinde oturan hala teyzemlere gittim bir gün, mezarlığa yakın evleri. Hala teyzemin oğlu Ahmet’in yanına sık sık giderdim. Kocaman bahçeleri var. Bahçenin yanındaki evde güvercin besliyorlar damda. Ahmet bahçeye bir güvercin düştü dedi. Cins. Hemen yakaladım. Eve getirdim, ama kimseye göstermeden beslemem gerek. O kocaman kümesin içinde kocaman bir sandık vardı. Sandığın altına, köşelerine, birer briket koyarak sandığı yükselttim. Yükselttiğim yerlerin etrafını da tahtayla kapattım. Dışardan bakıldığında içinde bir şey olduğu anlaşılmıyor. Oysa kümese benden başka da giren yok. Korku işte. Kimse görmesin. Görürlerse kızarlar, besleyemem diye. Güvercinin kanatlarını çektim ve o koca sandığın altındaki karanlık bölmeye koydum. Tek başına orada duruyor karanlıkta. Her gün kimse görmeden sandığın altından çıkarıyorum, yem ve su veriyorum ve tekrar sandığın altına koyuyorum. Çocuk aklı işte, o sandığın altı güvercin için bir zindan oldu oysa. Güvercinin kanadını çekince bir-bir buçuk ayda tekrar uzuyor ve normal haline geliyor.
Günler, gizlice onu günde bir kez yemleyerek ve sulayarak geçti. Yavaş yavaş kanatları patladı ve eski haline geldi. Bir ayda güvercin yerine alışır, hatta bir haftada bile. Bir gün evde kimse yokken onu sandığın altından çıkarttım. Sonra da kümesten. Kümesin üzeri çinkoydu. Etrafı görsün diye çinkoya koydum. Bir aydır İlk kez gökyüzünü gördü kuş. Kanatlarını gagasıyla okşadı, etrafa baktı, benim yüzüme bile bakmadan havalanıp gitti. Ne olduğunu anlayamadım. Neredeyse aradan 45 sene geçti. Ne ben anladım o güvercini ne de o güvercin beni. O gündür bu gündür, gözlerim şaşkınlıkla gökyüzünde o güvercinin tekrar geleceğini düşünerek, bekleyerek geçer. Ne yaptım da bir anda kaçıp gitti. Ona yem ve su verdim ama onu zindana kapattım. Gardiyanlık yapmışım ona oysa ben nereden bilecektim ki. Sevdiğimi zindana atmışım, oysa gökyüzü tüm mavilikleri ile orada dururken. Özgürlük doğanın içindeki canlının var oluş biçimiymiş, nereden bilebilirdim ki. Şimdi kendi zindanımda aç susuz bırakıyorum kendimi. Birisi beni doyurmasın su vermesin. Hepimiz birileri tarafından zindana kapatıldık. Bir avuç yem bir tas su uğruna o sandığın altındaki güvercin gibi gün yüzü görmeden nefes alıyoruz. Kanatlarımız çıkacak bir gün. Gardiyan havalandırmak isteyecek belki bizi, çinko çatıya koyacak. Acaba o güvercin gibi özgürlüğe kanat açabilecek miyiz? O yem ve su, acaba kredi kartı borcu mu, ev kredisi mi, taşıt kredisi mi, buzdolabı kredisi mi, yoksa ev kirası mı, emekli maaşı mı?
Yemimiz ve suyumuz özgürlüğümüz mü?
- O güvercinin zindanı ve çatıdan kaçış hikayesi - 22 Nisan 2021
- Bir Dişe Aşık Olmak / Fibonacci Dizisi – Altın Oran - 9 Mart 2021
- “Ne çok alçaktan uç, ne çok yüksekten!”, Daedalus* - 1 Mart 2021