Evet, bu iş artık süper kahramanlara kaldı.
İklim değişikliğiyle topyekûn mücadele edilmesi gerektiği konusunda o kadar yazıyor çiziyoruz, bilim insanları kendilerini parçalıyor ama bir de bakıyoruz ki kimse taahhütlerinin arkasında değil, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaya yönelik düzenlemeler yokuşa sürülüyor ya da kırpılıp kuşa döndürülüyor – işlevinden uzaklaştırılmaya çalışılıyor, öte yandan bir an önce sonlandırılması gereken fosil yakıtların finansmanı konusunda da bırakın sonlanmayı bir yavaşlama dahi yok.
Yazıyı aşırı detaya boğup sizleri sıkmak istemiyorum, tek bir örnek verip devam edeceğim.
Dünyada sera gazı emisyonlarının neredeyse dörtte üçü enerji üretiminden kaynaklanıyor. Enerji üretimine türlerine göre bakacak olursak, 2024 yılında yenilenebilir enerjinin %30, nükleer enerjinin %10, fosil yakıtlardan üretilen enerjinin ise tamı tamına %60 paya sahip olduğunu görüyoruz. Yani, kullandığımız enerjinin 3 biriminin neredeyse ikisi halen kömüre, doğalgaza dayalı olarak üretiliyor. Bu son dilim de direkt olarak küresel karbon salımına katkıda bulunuyor.
Bu yüzden hiç gecikmeden, bir an önce fosil yakıtların üretiminin durdurulması ve bu sektöre yönelik finansman desteğinin sonlandırılması gerektiğini söylüyoruz.
Yeni İklim Kaosu Fosil Yakıt Finansmanı Raporu bu konudaki performansı ortaya koyuyor. Rapora bakılacak olursa dünyanın en büyük bankaları, 2016 Paris Anlaşması’ndan bu yana sektöre 6,9 trilyon dolar “fosil yakıt finansmanı” sağladı. 196 ülke tarafından imzalanan Paris Anlaşması’nın hedefi, karbondioksit emisyonlarını azaltarak insan kaynaklı küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelerin 1,5 santigrat derece üzerinde sınırlamak. Ancak The Guardian’ın haberine göre, birçok ülkedeki özel çıkar grupları, verdikleri sözlerin aksine, büyümeye devam eden fosil yakıt şirketlerinin faaliyetlerini finanse etmeyi sürdürüyor.
Kısaca… Biz söylüyoruz, biz dinliyoruz…
Bu yüzden, gezegeni kurtarmak süper kahramanlara kaldı, diyoruz. Ama bir yandan da ümitsiz olmamak gerekiyor. Neden mi? Çünkü o süper kahramanlar tam da aramızda dolaşıyorlar.
Y ve Z kuşaklarının temsilcilerinden söz ediyoruz elbette.
Bloomberg’in Birleşmiş Milletler verilerine dayanarak yaptığı biraz eski tarihli olsa da (2019 yılında yapılmış) bir analizi esas alacak olursak dünya genelinde neredeyse beş milyarlık bir nüfusa sahipler.
Büyük danışmanlık şirketlerinden Deloitte, bu iki kuşağın temsilcileri arasında bir anket yapmış. Anket, üzerinde kafa yormaya değer sonuçlar ortaya koymuş. Çalışma için, öyle az da değil tam 23 bin katılımcıya sorular yöneltmişler ve çalışmayı tamamlamak neredeyse beş ay sürmüş.
İnsanın yüreğine su serpen en temel bulgu; iki kuşak açısından da “değerlere bağlılık” çok önemli bir özellik olarak ortaya çıkıyor.
Çalışmanın bulgularına bir bütün olarak bakılacak olursa, aşağıdaki hususlar göze çarpıyor.
- İki kuşağın da en büyük toplumsal endişesi, yaşam maliyeti.
- İki kuşağın temsilcilerinin de yaklaşık % 90’ı “amacın” iş tatmini için önemli olduğunu düşünüyor ve değerleriyle uyuşmayan iş yerleri veya işverenler ile çalışmak istemiyorlar.
- İklim değişikliği önemli bir kaygı unsuru. Dolayısıyla aktif olarak kariyerlerini ve tüketici davranışlarını çevresel değerleriyle uyumlu hale getirmeye çalışıyorlar.
- GenAI’ın yarattığı belirsizlik kariyer kararlarını etkiliyor ancak teknolojiyi sık kullananlar, onun işlerini ve iş/yaşam dengelerini iyileştireceğine inanıyorlar.
- İş/yaşam dengesi en önemli öncelikleri. Dolayısıyla uzun çalışma saatlerine çok sıcak bakmıyorlar.
- Ofise dönüş politikaları; gelişmiş katılım ve iş birliği gibi bazı avantajlar getirirken, bir kısmı artan stres ve azalan üretkenlikten şikâyet ediyor.
Çevre odağı mutlaka dikkatinizi çekmiştir.
Çevreyi koruma, Z ve Y Kuşaklarının, işletmelerin değişimini yönlendirmek için en fazla fırsat ve etkiye sahip olduklarını düşündükleri alan. Z’lerin % 62’si; Y’lerin de %59’u iklim değişikliği hakkında endişeli veya kaygılı olduklarını belirtiyorlar ve bu sebeple kariyer kararlarını ve tüketici davranışlarını bu sorunu giderecek şekilde kullanmayı tercih ediyorlar.
Z’lerin % 54’ü ve Y’lerin % 48’i, hem kendilerinin hem de meslektaşlarının, işverenler üzerinde iklim değişikliği konusunda baskı kurduklarını belirtiyorlar. İşveren üzerinde baskı kurmakla da yetinmiyorlar. Bakıyorlar, kendi bakış açıları işverenlerinde yok, basıyorlar istifayı. Z’lerin % 20’si, Y’lerin ise % 19’u çevresel endişeler nedeniyle iş veya sektör değiştirmiş, büyükçe bir bölümü de gelecekte değiştirmeyi planlıyor.
Bu noktada işverenlere “Aman dikkat!” demek gerekiyor. En kıymetli, en çok işinize yarayan çalışanların gelip size çevresel yaklaşımınız nedeniyle kırmızı kart gösterdiğini tahayyül edebiliyor musunuz? Çalışanlarınızı daha fazla dinleyin ve taleplerini daha fazla dikkate alın.
Tüketiciler olarak baktığımızda da aynı durum söz konusu. Z’lerin de Y’lerin de yaklaşık olarak üçte ikisinin çevre dostu ürün veya hizmetler satın almak için daha fazla ödeme yapmaya istekli olduğu görülüyor. Bu tutum, iklim değişimine etki edebilmek ve iyileşme sağlayabilmek için elektrikli araç satın almaya, hızlı moda ürünlerinden kaçınmaya, uçak yolculuğunu azaltmaya, vejetaryen veya vegan diyet uygulamaya kadar gidiyor.
Bu istatistikleriyle Z ve Y Kuşakları, iklim değişikliğini tersine çevirmek için ümitsizce beklediğimiz süper kahramanlar olabileceklerini söylüyorlar belki de.
Pelerinleri olmasa da, gökyüzünde uçamasalar ve gözlerinden yakıcı ışınlar çıkaramasalar da çalışan ve tüketici kimlikleriyle öyle güçlüler ki, önümüzdeki dönemde son sözü mutlaka onlar söyleyecekler.
Bir sonraki yazıda görüşene kadar, sağlıcakla kalın.
- Dünyada 4B Hareketi ve Sürdürülebilirlik - 16 Aralık 2024
- Yeme İçme Alışkanlıklarınızı Radikal Şekilde Değiştirmeye Hazır mısınız? - 31 Ağustos 2024
- Nihayet Söylediler, Kral Çıplak - 3 Ağustos 2024