Platon’a iki soru sormuşlar. Birincisi; “İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?
Platon tek tek sıralamış;
- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki büyüdüklerinde çocukluklarını özlerler…
- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de kazandıklarını öderler…
- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar…
- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler…
Sıra gelmiş ikinci soruya; “Peki sen ne öneriyorsun?”
Platon yine sıralamış;
- Kimseye kendinizi “sevdirmeye” kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.
- Önemli olan; hayatta “en çok şeye sahip olmak” değil, “en az şeye ihtiyaç duymaktır.”
En az şeye ihtiyaç duyarak yaşamak?! Platon, minimalizmi 2400 yıl kadar önce ne kadar güzel açıklamış.
“Less is more” yani “az çoktur” diyerek modernist anlayışa yön veren Ludwig Mies van der Rohe, tasarım dünyasında sıklıkla kullanılan minimalist bakış açısının Platonun izinden yürüyen öncüsü.
Günümüzde yaşam çok hızlı akıyor. Otomatiğe bağlanmış bir şekilde yaşıyoruz. Zaman kovalamaca ile geçiyor. Hiçbir şey bizi tam anlamıyla tatmin etmiyor. Giderek artan ürün çeşitliliği, değişen alışveriş ve tüketim alışkanlıklarımız yani baştan aşağı değişen yaşam şeklimiz dolayısıyla daha fazla ürün ve tüketim seçeneğine boğulmuş durumdayız. Bize sunulan her şey artık daha fazla, ama tatmin olamıyoruz ve daha mutlu değiliz.
Değiştirmek lazım. Yaşamımızı, çevremizi, ilişkilerimizi ve zihinsel süreçlerimizi sadeleştirmek lazım. Hafiflemek. Bunu gerçekleştirebilirsek, daha kaliteli, konforlu ve özgür bir yaşamın kapıları önümüzde açılır mı?
Yazı konusuna karar verip bu konuyla ilgili okumalar yaparken, Uruguay eski devlet başkanı Jose Mujìca’nın bir konuşması çıktı karşıma.
Konuşmanın bence en etkili cümlesi “Bir şey satın aldığımda ya da siz satın aldığınızda, ödemeyi parayla yapmıyoruz. Ödemeyi, yaşamımızdan para kazanmak için harcadığımız zamanla yapıyoruz.”
Oğlumun kuşağının jargonu ile yazayım. Bu cümle o kadar kafamı açtı ki!
Vaktimiz ve paramız değerli. Beğendiğiniz tişörtü almak için kaç saat o ofiste çalışmak zorundayım diye sorun kendinize? İhtiyaç mı? İstek mi? Dürtünüz ne? Ve gerçekten değer mi?
Bu dürtü üzerinde, alışkanlıklarınız ve kendiniz üzerinde düşündükçe, sorguladıkça, almadıkça, azalttıkça, farkında olarak alışveriş yaptıkça, tüketim eğilimimin duygusal zeminini yokladıkça ve gerçekten, az olanın çok olduğuna inanınca daha önce bahsettiğimiz o hafifliğin ve özgürlüğün kapıları önünüzde açılmaya başlıyor.
Kolay, basit ve sade…
Basitlik üzerine yazmak ve yaşamak zor. Neden zor? derseniz; “basitlik” denildiğinde akla gelen çağrışımlara bakalım.
Yalın, sade, temiz, hafif, dingin, bilge, berrak, açık, ferah, derin, yavaş, küçük, az, boşluk, kolay, güzel, sessiz, mütevazı… Bu çağrışımlara sizlerde eklemeler yapabilirsiniz.
Yalın sözcüğünü çok seviyorum. Basit ve yalın yaşamak. Kaynakları israf etmeden. Yalınlık sıra dışı bir hâl ve duygulanım. Özü itibariyle çıplaktır. Öz’ün farkındadır, öz’dür. Ve varoluş iliklere kadar yalınlık suretinde hissedilir, hissedilebilirse.
İnsanoğlunun temeli; Ateş, su, toprak, hava… İnsanoğlunu aldığı nefesle canlı kılan hava, yaşam kaynağı su, doyuran toprak ve lezzetlendiren ateş. Rüzgâr yalındır. Su yalındır. Hava yalındır. Ateş yalındır. Toprak yalındır. Ve hepsi çok güzeldir.
İnsan bir şeyi basitleştirebildiği kadarıyla anlamış demektir. Fazlalıkları atarak. Geride gerçek bir öz kalıncaya kadar. Mutluluğu, sevgiyi, iyi ve güzel bir hayatı “çok” larda, dışarıda, duyguların ötesinde aradığımız şu çağda sen ne anlatıyorsun diyebilirsiniz?
Haklısınız. Sözde ve yazıda da yalınlık çok önemli. Sözün tesirini arttırır, anlama heybet katar. Ama benim de başarılı olduğum söylenemez bu konuda. Emojilerle duyguların anlatıldığı, hashtag’lerle yaşanan, yazının kaç dakikada okunacağını görmeden okumaya sabrın olmadığı, haber sitelerinin başlıklarının okunarak gündemin takip edildiği bu çağda, uzattıkça uzatıyorum yazılarımı.
Kendimi de eleştirdikten sonra, MÖ 427 – 347 yılları arasında yaşamış Antik/Klasik Yunan filozofu, Eflatun diğer adıyla Platon’u tekrar referans göstereyim bu satırları okuyanlara.
Demek ki çağlar geçse de teknoloji, anlayış, bilgi ilerlese de arayışımız hiç değişmiyor. Ve bir türlü bakışımızı dışarıdan içeriye yöneltemiyoruz.
“Arayan bulur” demiş büyüklerimiz ama sanırım biz ya gerektiği gibi aramıyor ya da tamamen yanlış yerlerde arıyoruz hayatın anlamını, sevgiyi ve mutluluğu.
Aslında sadece kendi içimize, sevgi olan yere bakmamız gerekirken, bambaşka yerlere bakıyoruz.
Bazen uzaklaşman gerekir her şeyden. Kendi içinde kaybolmamak, kendini yeniden bulabilmek ve yeniden kanatlanabilmek için, bırakmak gerekir seni aşağı çeken bütün ağırlıkları.
Hep dışarıda aradığımız mutluluğu biraz da içimize bakıp, orada arayabildiğimizde maddesel olarak sahip olduklarımız değil, manevi zenginliğin önemini fark ettikçe, kim bilir belki de sonunda onunla buluşabileceğiz.
Anla! Az çoktur ve özgürleşmenin adımlarından biridir. Sadeleşerek saflaşır ve azalarak çoğalırsın.
- İnsan Hayatının Anlamı ve Değeri Nedir? - 21 Kasım 2024
- Düşünceyi Düşünmek - 2 Kasım 2024
- Benim, Çünkü Biziz; Biziz, Çünkü Benim - 25 Ekim 2024