Bu sabah yağmurlu bir güne uyandım. İki gündür çayımı terasta, ağaçların dibinde güvercinler ile birlikte içiyorum. Güvercinler ip gibi diziliyorlar tahta parmaklığın üzerine, bakışıyoruz. Mırıl mırıl “kuş diliyle” bir şeyler söylüyorlar. “Güneş değil inandım serçeler başlatıyor sabahı” diyen Şair Şükrü Erbaş’ı anıyor, haklı galiba diyorum. Dün nasıl olursa olsun, kuşlar yeni güne hep bir şarkıyla başlıyorlar.
Kuş dili deyince çocukluğumu hatırlıyorum. Yaşı bana yakın olanlar bilir ne demek istediğimi. Kuş diliyle başlayan her anlatı masumiyetin, içtenliğin ve sevginin yoğun olduğu bir zaman dilimini hatırlatıyor bana.
Doğduğum ve uzak olduğum kadim topraklar, din ve Allah ile aldatanlar, giydikleri cüppenin/hırkanın hakkını vermeyenler, adaletsizlik, cahillik ve cehalet kavramları akıp gidiyor zihnimden, Hazreti Süleyman, yaralı kuş ve bir derviş arasında geçen kıssa düşüyor aklıma.
Kıssa şöyle;
Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır. Ve ona sorar;
“Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?”
Derviş kendini savunur;
“Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.”
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve der ki;
“Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun?”
Kuş’un kendisini savunması Hz. Süleyman’ı da şaşırtır;
“Efendim ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.”
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister. “Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın” diye emreder. Yaralı kuş o anda; “Efendim, sakın öyle bir şey yaptırmayın” diyerek öne atılır.
“Neden” diye sorar Hz. Süleyman. Kuş sebebini şöyle açıklar;
“Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar… Siz en iyisi mi, bunun üzerindeki derviş hırkasını çıkartın… Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.”
Hz. Süleyman’ın zamanından bugüne kadar ne değişti, bilemiyorum? Yüzyıllar önce garip bir kuşun kanadını kıran sahte dervişlerle günümüzde bir değişiklik var mı? Yok!
Ne değişti bu topraklarda? Kaldı ki bu topraklar Yunus’un, Hacıbektaş’ın, Mevlana’nın, Pir Sultan’ın kadim toprakları. 13 yy. aydınlanması neden 21. yy’da yok. Yunus Emre’nin Taptuk’un dergahında odun taşırken “Oğlum, bu kapıdan içeri eğri odun sokma” anlayışı yüzyılın dervişlerince nasıl ve neden yok edildi?
Hacı Bektaş’ın “İyiler iyidir” olarak aktardığı bin yıllık öğreti, Mevlana’nın affedici “Ne olursan ol” fikri, Yunus’un “Kamu alem birdir bize” diye başlayan sonrasında “Sevelim, sevilelim, dünya bize kalmaz” düşüncelerine ne oldu?
Dünya tarihinin tamamı iyi ile kötünün mücadelesi ile geçmiş ve geçiyor. Dervişler, Süleymanlar ve kuşlar hep var oldu. İnsanlık tarihi bu tip hikayeler ile dolu.
Kim hangi hırkayı giyerse giysin Tolstoy’un “İçimizdeki Tanrı” olarak adlandırdığı vicdanı unutmayacağı, cehaletin yok olduğu, dervişlik hırkası giyenlerce uyutulmadığımız bir toplumu hayal etmek saflık mı?
Ömrümüzün yarısını uyuyarak geçiriyoruz, diğer yarısını dervişlik hırkası giyenlerce uyutularak geçirmeyelim, uyanık olalım. Biz uyanmazsak kanat kırana hükmünü verecek bir Süleyman’ı bekleyip dururuz…
Son söz olarak bir dua ve temenni ile bitireyim yazımı. Allah, derviş hırkası giyerek aldatanları bizlerden uzak eylesin…
- Düşünceyi Düşünmek - 2 Kasım 2024
- Benim, Çünkü Biziz; Biziz, Çünkü Benim - 25 Ekim 2024
- Suçlama(k) - 16 Ekim 2024