15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişimi, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal yapısında derin izler bırakmıştır. Girişimin hemen ardından ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) süreci, ülkenin yönetim ve hukuk sisteminde köklü değişimlere yol açmıştır. OHAL kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK), kamu kurumlarında geniş çaplı görevden almalara ve tutuklamalara zemin hazırlamıştır.
OHAL süreci boyunca, devletin çeşitli kademelerinde görev yapan binlerce kişi, terör örgütleriyle bağlantılı oldukları iddiasıyla görevlerinden alınmış veya tutuklanmıştır. Bu süreçte en çok etkilenen kurumlar arasında ordu, polis teşkilatı, yargı ve eğitim kurumları bulunmaktadır. Görevden alınan veya tutuklanan kişiler arasında yüksek rütbeli askerler, emniyet müdürleri, hakimler, savcılar ve öğretmenler yer almaktadır. Yapılan bu geniş çaplı operasyonlar, devletin işleyişinde ciddi aksamalar yaratmıştır.
Darbe girişimi sonrasında yaşanan bu gelişmelerin toplum üzerindeki etkileri de derin olmuştur. Toplumda güvenlik kaygıları artmış, çeşitli kesimler arasında kutuplaşma derinleşmiştir. Medya organları üzerinde baskılar artmış, birçok gazeteci ve medya çalışanı tutuklanmış veya işten çıkarılmıştır. Bu durum, basın özgürlüğü ve ifade hürriyeti konusunda ciddi endişelere yol açmıştır.
OHAL sürecinde yaşanan önemli olaylardan biri de darbe girişimiyle bağlantılı olduğu iddia edilen kişilerin yargılandığı davalardır. Bu davalar, özellikle adil yargılanma hakkı ve hukukun üstünlüğü konusunda tartışmaları beraberinde getirmiştir. OHAL’in getirdiği geniş yetkiler, yargı süreçlerinde çeşitli hak ihlallerine ve adaletsizliklere neden olmuştur. Bu durum, hem ulusal hem de uluslararası kamuoyunda Türkiye’nin hukuk sistemi hakkında ciddi eleştirilerin gündeme gelmesine yol açmıştır.
Yeni Rejim ve Hukuk Sistemindeki Değişiklikler
15 Temmuz darbe girişiminin ardından, Türkiye’de yeni bir rejim oluşmuş ve bu rejim hukuk sisteminde köklü değişikliklere yol açmıştır. Anayasa değişiklikleri, yargı bağımsızlığının zedelenmesi, adalet sistemindeki aksaklıklar ve hukukun üstünlüğü ilkesinin nasıl etkilendiği, bu dönemin en dikkat çeken ve tartışılan konuları arasında yer almaktadır. Yeni rejim, 2017 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile güçlendirilmiş, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş yapılmıştır. Bu değişiklik, yürütme yetkisini büyük ölçüde Cumhurbaşkanı’na devrederek, yasama ve yargı organlarının bağımsızlığını zayıflatmıştır.
Yargı bağımsızlığı, yeni rejimde ciddi bir şekilde zedelenmiştir. Hakim ve savcıların atama ve görevden alınmalarında yürütme organının etkisi artmış, bu da yargının tarafsızlığını sorgulanabilir hale getirmiştir. Adalet sisteminde yaşanan aksaklıklar, özellikle uzun tutukluluk süreleri ve adil yargılanma hakkının ihlalleriyle kendini göstermektedir. Hukukun üstünlüğü ilkesi, yeni rejim altında ciddi yara almış, yargı kararlarının siyasi etkilere açık hale gelmesi, hukukun evrensel ilkeleriyle çatışmıştır.
Bu dönemde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK’lar), hukuki tartışmaların odak noktası olmuştur. OHAL döneminde çıkarılan bu kararnameler, yasama organının bypass edilmesiyle yürürlüğe girmiş ve hukuka uygunlukları sıkça sorgulanmıştır. KHK’lar, geniş kapsamlı düzenlemeler yapmış ve birçok kamu çalışanının görevden alınmasına, bazı kurumların kapatılmasına neden olmuştur. Bu durum, hem hukuki belirsizlik yaratmış hem de bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlali olarak değerlendirilmiştir.
Sonuç olarak, 15 Temmuz sonrasında Türkiye’de oluşan yeni rejim, hukuk sistemi üzerinde derin etkiler bırakmış ve hukukun üstünlüğü ilkesinin ciddi şekilde zedelenmesine yol açmıştır. Bu dönemde yapılan anayasa değişiklikleri, yargı bağımsızlığı konusundaki endişeler ve KHK’ların hukuka uygunluğu, hukuk sisteminin geleceği açısından önemli tartışma konuları olmaya devam etmektedir.
Anti-Hukuk ve İnsan Hakları İhlalleri
15 Temmuz sonrası dönemde, yeni rejimin anti-hukuk uygulamaları ve insan hakları ihlalleri önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde, keyfi tutuklamalar, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, basın özgürlüğüne yönelik saldırılar ve muhalefete yönelik baskılar dikkat çekmektedir. Özellikle, darbe girişimi sonrası ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) kapsamında çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile birçok kişi herhangi bir yargı süreci olmaksızın tutuklanmış veya işlerinden ihraç edilmiştir.
İfade özgürlüğü, yeni rejimin en çok ihlal ettiği haklardan biri olmuştur. Sosyal medya paylaşımları, gazetecilik faaliyetleri veya herhangi bir eleştirel yorum sebebiyle birçok kişi gözaltına alınmış veya tutuklanmıştır. Bu durum, toplumsal muhalefetin susturulması ve eleştirel seslerin bastırılması amacıyla sistematik bir baskı mekanizmasının parçası olarak görülmektedir.
Basın özgürlüğü de bu süreçte ciddi darbe almıştır. Gazeteler kapatılmış, gazeteciler tutuklanmış ve medya kuruluşları üzerindeki baskılar artmıştır. Yeni rejim, medya üzerindeki kontrolü sıkılaştırarak, kendi görüşlerini yaymak ve muhalif sesleri susturmak için medya organlarını kullanmaktadır. Bu durum, halkın doğru bilgiye ulaşma hakkını engellemekte ve demokrasinin temel ilkelerini zedelemektedir.
Muhalefete yönelik baskılar ise, siyasi partilerin faaliyetlerini sınırlandırmak ve muhalif liderleri etkisiz hale getirmek amacıyla artmıştır. Muhalefet partilerine yönelik soruşturmalar, parti binalarına yapılan baskınlar ve siyasi liderlerin tutuklanması gibi uygulamalar, demokratik siyaset alanını daraltmakta ve toplumda korku iklimi yaratmaktadır.
Uluslararası insan hakları örgütleri, Türkiye’deki bu insan hakları ihlallerine dikkat çekmektedir. Birçok raporda, keyfi tutuklamalar, işkence iddiaları, ifade ve basın özgürlüğünün kısıtlanması gibi konular yer almaktadır. Bu raporlar, Türkiye’nin uluslararası alanda eleştirilmesine ve insan hakları sicilinin sorgulanmasına neden olmaktadır.
Sekiz Yılın Ardından: Ne Değişti, Ne Değişmedi?
15 Temmuz darbe girişiminin ardından geçen sekiz yıl, Türkiye’de önemli değişimlere ve dönüşümlere sahne oldu. Siyasi alanda, darbe teşebbüsünün hemen ardından ilan edilen OHAL (Olağanüstü Hal) uygulamaları, devlet yapısında köklü değişikliklere gidilmesine neden oldu. Özellikle, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin kabul edilmesiyle birlikte yürütme, yasama ve yargı arasında yeni bir denge oluşturuldu. Bu yeni sistem, merkeziyetçi bir yönetim yapısını pekiştirirken, muhalefet partilerinin etkinliğini sınırladı.
Sosyal açıdan, 15 Temmuz’un etkileri halk arasında derin izler bıraktı. Toplumun belirli kesimleri arasında güven bunalımı ve kutuplaşma artarken, diğer yandan hükümetin “demokrasi nöbetleri” gibi etkinliklerle birlik ve beraberlik vurgusu yapması dikkat çekti. Özellikle medya ve sivil toplum kuruluşları üzerinde artan baskı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü konularında ciddi endişelere yol açtı.
Ekonomik açıdan ise, darbe girişiminin yarattığı belirsizlik ve ardından gelen politik gelişmeler, Türkiye ekonomisinde dalgalanmalara neden oldu. Yabancı yatırımların azalması, döviz kurlarındaki artış ve enflasyon gibi sorunlar, ekonomik büyümeyi olumsuz etkiledi. Hükümetin aldığı bazı ekonomik tedbirler ekonomik bunalımı çözmek yerine daha da derinleştirdi.
Halkın bu süreçteki tepkilerine bakıldığında, 15 Temmuz’un ardından birçok kesimin demokrasiye sahip çıkma iradesi gösterdiği görülmekte. Ancak, zamanla artan ekonomik zorluklar ve siyasi baskılar, halkın geleceğe yönelik beklentilerini şekillendirdi. Yeni rejimin kalıcılığı konusunda ise, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda yaşayacağı siyasi ve ekonomik gelişmeler belirleyici olacaktır.