26 Haziran: İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü

“Unutmamak için hatırlamak, hatırlamak için yazmak…”

26 Haziran, Ä°ÅŸkenceye Karşı Mücadele ve Ä°ÅŸkence Görenlerle Dayanışma Günü. Bu önemli gün, 1987 yılında BirleÅŸmiÅŸ Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen Ä°ÅŸkence ve DiÄŸer Zalimane, Gayrı insani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı SözleÅŸme’nin yürürlüğe girdiÄŸi tarihi anmak için belirlenmiÅŸtir.

Bu sözleşme, işkencenin her türlü biçiminin yasak olduğunu ve asla haklı gösterilemeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır. 193 devlet tarafından onaylanan bu sözleşme, insan hakları hukukunun temel taşlarından biridir.

Ancak, işkence maalesef günümüzde hala devam etmektedir. Dünyanın birçok yerinde insanlar, siyasi inançları, etnik kökenleri, dini inançları veya cinsel yönelimleri nedeniyle işkence görmektedir. Bu durum, insan onuruna ve haysiyetine karşı kabul edilemez bir saldırıdır.

26 Haziran’ı, iÅŸkenceye karşı mücadelede dayanışma göstermek ve iÅŸkencenin sona ermesi için çalışmaya devam etmemiz gereken bir gün olarak anmaktayız.

İşkencenin Genel Anlam: İşkence, bir kişiye fiziksel veya ruhsal açıdan acı çektirmek amacıyla kasıtlı olarak yapılan her türlü eylemi ifade eder. Bu eylemler, mağduru intimidasyon(Gözdağı verme, tahakkümcü bir şekilde konuşarak veya davranarak, korkutma veya sindirmeye yönelik bir girişimdir ve karşıdaki kişi ya da kişilerin, gözdağı veren kimsenin istediği şekilde davranmasını veya yapmasını hedefler. Bu eylemler, fiziksel veya sözlü şiddet tehdidi, taciz, aşağılama, hakaret, zorbalık ve baskı gibi çeşitli şekillerde gerçekleştirilebilir.), cezalandırma, bilgi alma veya kontrol altında tutma gibi amaçlarla gerçekleştirilebilir.

Hukuki Tanım: Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 94. maddesine göre iÅŸkence, bir kamu görevlisinin bir kiÅŸiye karşı insan onuruyla baÄŸdaÅŸmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneÄŸinin etkilenmesine, aÅŸağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunması olarak tanımlanır.

Türkiye’nin karanlık tarihinin simgelerinden biri olan 12 Eylül 1980 askeri darbesi, sadece siyasi ve toplumsal yapıyı alt üst etmekle kalmadı, aynı zamanda binlerce insanın hayatını derinden etkiledi. Bu dönemde, ne yazık ki, pek çok genç insan da ağır insan hakları ihlallerine maruz kaldı. Bu yazı, iÅŸkence tezgâhında hayatı karartılan 15 yaşındaki bir çocuÄŸun hikâyesini anlatıyor.

Çocukluk Hayallerinin Yıkılışı

15 yaşında, çocuklukla gençlik arasında bir yerde, hayatın henüz başında olan bir genç. Okul hayatının, arkadaşlarıyla oyunların ve belki de geleceğe dair kurduğu masum hayallerin ortasında, bir gece ansızın kapımız çalındı. Sebebi bellidir: Darbenin ardından başlayan geniş çaplı tutuklamalar, sorgulamalar ve işkenceler. Henüz suç nedir, suçsuzluk nedir bilmeden, kendimi bir anda yetişkinlerin dünyasının en acımasız yüzüyle karşı karşıya buldum.

İşkence Tezgâhında Bir Çocuk

Gözler bağlı, eller kelepçeli ve belki de ne olduğunu anlamadan işkence odasına sürüklendim. Vücudum daha tam gelişmemiş, zihnim ise çocukluğun saf dünyasında kalmış, ağır işkencelere maruz kaldım. Sorgulamalar sırasında yaşadıklarımın izleri, sadece bedenimde değil, ruhumda da derin yaralar açtı. Henüz hayatı tanıyamadan, insafsızca uygulanan fiziksel ve psikolojik şiddetle tanıştım. Her bir darbe, her bir hakaret, masumiyetimi ve çocukluğunu biraz daha çaldı.

Kayıp Bir Nesil

12 Eylül’ün ardından binlerce insan gibi bende işkence tezgâhlarından geçtim, ama benim farkım yaşımdır. 15 yaşında bir çocuk olarak yaşadıklarım, yalnızca benim hayatımı değil, tüm bir neslin geleceğini etkiledi. Bu travmalar, zamanla unutulsa da izleri asla silinmez. Yıllar sonra bile, çocukluğumda yaşadığım bu dehşet anlarını unutamıyorum. Belki de bir ömür boyu sürecek bir mücadele vereceğim, içimdeki yaraları sarmaya çalışacağım.

Adalet ve Hafıza

Bugün, 12 Eylül’ün üzerinden yıllar geçmesine rağmen, o günlerin acıları hala tazedir. O dönemde işkence gören, hayatları alt üst edilen binlerce insanın yaşadıkları, unutturulmamalıdır. 15 yaşındaki benin hikâyesi, sadece bir bireyin değil, tüm bir toplumun hafızasında yer etmelidir. Adalet, sadece mahkeme salonlarında değil, toplumsal hafızada da yer bulmalıdır. 

Bu yüzden, 12 Eylül’ün acı hatıralarını, iÅŸkence gören gençlerin ve çocukların hikâyelerini unutmamak ve unutturmamak, gelecekte benzer acıların yaÅŸanmaması için bir zorunluluktur. Çünkü geçmiÅŸi unutanlar, geleceÄŸi inÅŸa edemezler.

12 Eylül darbesinin karanlık günlerinde yaÅŸanan bu ve benzeri hikâyeler, Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları mücadelesinde birer ders niteliÄŸindedir. Her bireyin özgür ve adil bir dünyada yaÅŸama hakkı vardır ve geçmiÅŸte yaÅŸanan bu acılar, gelecekte daha adil ve özgür bir toplum yaratma yolunda birer ışık olmalıdır. Âmâ hala iÅŸkence haberleriyle karşılaşıyorsak demek ki 12 Eylülden ders çıkarmamışız demektir. 

Arslan ÖZDEMİR