Genelde solun, özelde Türkiye solunun “yarın” beklentisi artık “dün” oldu. Şimdi onlara yeni bir “yarın” beklentisi lazım. Bu anlamda yeni nesiller, geçmişi yargılayıp, asla küçük düşürmeye yeltenmeden onu tarihin sayfaları arasındaki yerine koyarak nöbeti devralmalı. Düşleri “hazır ol”dan kurtarıp, saatleri yeniden ayarlamalı.
Çünkü, biz kapitalizmin “günbatımı”na ulaştığımızı düşünürken bir de baktık, henüz şafağındayız. Şimdi elimizdeki bu eskimiş parti kavrayışıyla nereye kadar gidebiliriz. Bu nedenle hayal kırıklıklarımız artıyor; rüyalarımız silikleşip köreliyor. Yani o parlak ütopya tüm çekiciliğini yitiriyor yeni nesilde.
Üstelik bugün için parti-siyaseti fikrinden daha “kullanışlı” bir araç henüz yokken…
Bir süredir tartışılmaktadır; bırakınız solun iktidarını, iktidar alternatifi bile olamadığı… Kuşkusuz bu açıklanamayacak bir olgu değildir. Bunun için hiç de siyaset bilimcisi olmaya gerek yoktur. Toplumların gelişimi hakkında bir miktar bilgiye ve yine bir miktar eleştirel bilince ulaşmış herkes söz konusu sorunun nedenleri ve niçinleri hakkında -öyle ya da böyle- fikir yürütebilir.
Öncelikle bir olgu hakkında fikir üretebilmek için, o olgunun o anki durumuyla ilgili değil, toplumsal gelişim süreci içindeki durumuyla ilgilenmeliyiz.
Evet, Türkiye (belki Osmanlı coğrafyası demek daha doğru olabilir) coğrafyasında solun başlangıcını Genç Osmanlılara (1875 yılı), oradan Jön Türklere ve İttihat ve Terakki çizgisine kadar götürebiliriz. Bir “aydın” “bürokrat-zümre” içerisinde filizlenen sol ideoloji, daha sonraki yapılanmalarında içinden geldiği bu akımın izini taşımaktadır. İdeolojilerin toplumları yoğurup istenen şekli verdiği yaygın bir kanıdır. Yaşanan deneyimlerin bu tezi önemli ölçüde çürüttüğünü söylersek hiç de yanlış yapmış olmayız. Toplumlar ideolojileri kendi kültürel, ahlâki özellikleriyle yoğurarak onlara başka hiçbir coğrafyada olmayan, yine onlara özel ve özgü biçimler vermektedirler. Aslında Türkiye solunun başına gelenler de bunun açık kanıtıdır. Siyasetle ya da ideolojilerle diyelim, “yepyeni” bir insan türü yaratılamadığını ve yaratılamayacağını, bin yıllık kültürel ve ahlâki kökenlerin, her toplumsal aşamada, biçim değiştirerek de olsa insanlara gündelik yaşamlarında yol gösterdiğini hesaba katmalıyız (bakınız; seksen yıllık Sovyet deneyimi).
Şunu unutmamalıyız: her olgu kendisinden önceki olayların sonucudur. Yine her olgu kendisinden sonraki olayların nedenidir. Evet, gerçekten “sol”, düşünce geleneğinin de etkisiyle adeta sorunlar sarmalının içinde yuvarlanmakta, zaman zaman muhafazakâr, zaman zaman liberal politikaların arkasından (demokrasicilik oyunuyla) sürüklenmektedir. Bu noktadan sonra söyleyelim ki, sorun varsa çözüm de mutlaka vardır; zira çözümler sorunlarla birlikte döl yoluna düşerler. Ama eğer, sonuç alıcı çözümler üretilemiyorsa, bilinmelidir ki, bunun yegâne sebebi sorunun sahipleridir. Önemli olan ise, onların gerçekten çözme becerisi olan bir perspektif ve tarza sahip olamamalarıdır.
Türkiye solunun sorunu yapısaldır. Şu ya da bu partinin programından, tüzüğünden ya da liderinden kaynaklanan bir sorun değildir (kuşkusuz oralarda da sorunlar vardır, ancak soruna karakterini veren belirleyici unsurlar değildir). Bu nedenle Türkiye coğrafyasında solun ideolojik-teorik yükü Stalinizm ve Kemalizmin melezlenmiş bir biçimine dayanmaktadır. Milliyetçi ve anti-emperyalist (anti-kapitalist değil) bir hat izlenmiştir. Hem dünyada hem üzerinde yaşadığımız coğrafyada, sol kendini kapitalizmin çizdiği sınırları korumaya adamış, anti-kapitalizmi ve evrenselliği sadece bir dekor olarak kullanmıştır. Özgürlükler “devrim” sonrasının bir sorunu olarak rafa kaldırılmıştır. Hem ulusalcılığın (militarizmin dayanağı olarak) hem de sol söylemin en önemli argümanı olan evrenselliğin nasıl bağdaşabileceği anlatılamamıştır (nasıl anlatılabilir ki?) Yine sol retoriğin dilinden düşürmediği, halkın yoksullaştıkça kurtuluşa yaklaşacağı fikri çökmüş ve halk tam tersi bir yönelimle daha da milliyetçileşmiş ve militarizme sığınmıştır. Bireyin politik etkinliği yerine, “yiğitlik”, “kahramanlık” gibi özellikler abartılı bir biçimde yüceltilmiş, solun ideolojik söyleminin olmazsa olmazı konumuna çıkarılmıştır. Aslında buna şaşmamak gerekir; beslendiği ideolojik kaynak onları böylesi bir rotaya sokmuştur. Sorun, solun varoluş paradigmasını, ilk ortaya çıkışından bugüne, kendini karşıtının üzerinden olumlaması/meşrulaştırmasıdır. Ve garip bir biçimde bütün bu yaklaşımlara “ilericilik” etiketi yapıştırmakta tereddüt edilmemiştir.
Bütün bu siyasal yaklaşımlar belki bir dönem toplum içinde karşılık bulmuştu; ama şimdi o dönem geçti. Geçen dönemin ideolojik, politik, örgütsel yapı ve kurumlarının kalıntıları ağır bir yük olarak solu adeta nefessiz bırakmaktadır. Ulusal sınırlara hapsolmuş program, örgüt, politika, mücadele araçları ve yöntemler mevcut ihtiyaca cevap vermiyor. Yeryüzünün ulusal, sınıfsal tüm güçleri çökmekte olan statükonun altında kalmamak için ideolojik, örgütsel ve pratik olarak yön değiştiriyor, yeni yollar arıyor. Bu nedenle bugünün can alıcı sorunlarının cevapları daha önce yazılmış metinlerde yer almıyor. Bugünün sorunları, bugünün çözüm önerilerine ihtiyaç duyuyor. Birey ve özgürlüğü giderek öne çıkıyor; toplumların gelişiminde her bireyin önemi giderek daha bir önem kazanıyor.
Kaldı ki, sorunların daha bir küreselleştiği bir çağdayız. Günümüzde iletişimin, bilginin, üretimin küreselleştiği bir çerçevede, özgürleşme ve dayanışma yerel ve evrensel olarak birleştirilebildiğinde etkili ve anlamlı olacaktır. Tüm özgürlükçü ideallerin de amacı kapitalizmin özgürlükler ve dayanışma yönünde aşılması değil midir? Bunun gerçekleşebilmesi için solun koordinatlarının yeniden belirlenmesi gerekiyor. Tarihsel ve toplumsal olarak ona yüklenen sorumluluğun hakkını vermek istiyorsa büyük bir silkinişe girmek ve her şeyden önce muazzam bir düşünsel inşayı yeniden başlatmak zorundadır. Sol açısından bu yeni dönemin şifreleri ortaya çıkmaya başlamıştır bile… Ortaya çıkan bu şifreler, kadın hareketi, ekoloji, anti-militarizm, anti- psikiyatri, karşı kültür hareketleri, etnik kimlik mücadeleleri… Tüm bunlar, kapitalizme (şimdi ona liberalizm diyorlar; sanırım böyle daha sevimli görünüyor) karşı mücadelenin yeni mevzileri olacaktır gelecekte.
Bütün bunları örgütsel var olma refleksinden, dolayısıyla örgütçüklerin/partilerin tepesine tünemiş bürokratik önderlerin sultasından kurtarmadan yapmak imkânsızdır. Kısacası evrime ihtiyacı olan “devrimcilerden” kurtulmadan tarif ettiğimiz bu hayat öpücüğü de işe yaramayacaktır.
Türkiye solu bu yeni duruma uygun düşünme ve tahlil etme yeteneğiyle; örgüt, program, taktik ve stratejilerle yeni var oluş hallerine uyanabilir. İnanın bu çok mümkün…. Şu yeşil slogan “yeni” sol siyasetin rehberi olabilir: “Yerel düşün, küresel davran.”
Bütün bunlar sol siyasetin kendisine, “saatleri yeniden ayarlamak” için yeterli argümanı verir mi bilmem.
NOT: Yazıda Sol ve Kürt hareketi ilişkisine değinilmemesi, konuyla ilgili okuyucunun dikkatinden kaçmamıştır. Elbette haklıdırlar. Zira konunun sınırı, bu yazının sınırını çok aşar. Hassas ve derinlikli analiz edilmesi gereken bir konudur. Bu nedenle, “sol” ve Kürt hareketi ilişkisi başka bir yazının konusu olsun.
- Sol Siyaset Saatleri Yeniden Ayarlanabilir mi? - 14 Aralık 2024
- Özgürlük Güzergâhı - 16 Kasım 2024
- Bir İdeoloji Olarak Bilim - 17 Ekim 2024