Lâmekan – Ayten Alkan

“Sonra durmaksızın bir başka yere kaçtım.
Kaç bakış yer dolaştım böyle, bilmiyorum. Artık ‘bir başka yer’ kalmamıştı. Ve ben artık hiç kimsenin yatındaki en önemli insan değildim. Bunun anladığımda bir yaz sonu bir yerde durmak ve bütün göz güz gölettin etrafında tavaf ettim. Ormana girdim, usun uzun yürüdüm, … Az kendim kendim yaladım yaralarımı, az gölet yaladı, az orman. Çok sert ve zorlu bir kışa girdim sonra. Sesler geliyordu kulağıma. Sağdan soldan, yukarıdan ve aşağıdan, çok derinlerden. Hiçbir yaranın tam olarak iyileşmediğini anladım. Ben de bunu kabul ettim.:

Hiçbir yaranın tam olarak iyileşmediğini ve iyileşmeyeceğini. Bahar geldi. Yaz geldi birdenbire. Kendi kendime konuşuyordum. Hatta bazen çok konuşuyorum, buna da çok gülüyordum. Kendi kendime”

Ağla. Aşk. Yapışkan. Çam reçinesi. Hayat pürüzsüzleşiren. Tutup çekince çıplak, tüysüz bir yara izi. Teninden çıkar belki; ruhunda tütüp duracak En son hangi şarkıyı özledim, hangi yurdu düğümledi boğazımda, hangi aşka ya da hangi kedinin ardından ağladım? Öyle bir öyküdür belki bu da. Öyle bir öğüt. Söküp atamadığın. İçin dolup taştıkça, ilmik ilmik dökülen.

Kiminin unuttuğu, gözden kaçırdığı; kiminin umursamadığı, hoyratça kırıp dköktüğü duygular. Kırdığı. Döktüğü. Onların odasına çağırıyor bu öyküler. Sade, küçük, saf, samimi. Sıcak, kadim, has edebi. O yüzden güçlü. Duru. Dolaysız. Ne süslü kurgu ne sahte tirat. Akıp gidiyor, doğal, derin kendiliğinden…

Hayatı ölümü, kendini ötekini, kalanı gideni sora sürükleye… Geride bıraktığı, bir zamanı alüvyonu. Her kalbin deltasında yersiz yurtsuz göçebe…