Korona Günlerinde Aile Yahut Dikkat Şiddet Var

Ben bir sosyolog ya da sosyal hizmet uzmanı değil, bir edebiyat ve özellikle roman tarihçisi ve incelemecisiyim. O nedenle aile hakkında bir şey söylerken, yola çıkış noktam romanlar, yani kurmaca anlatılardır. Ancak roman aile hakkında çok şey söyler. Hatta bence, romanın ortaya çıkışı değilse de, özellikle 19. yüzyılda gelişimi ve tüm dünya dillerine yayılması aile nedeniyle olmuştur. Daha doğrusu “modern aile” nedeniyle. Roman bir modern aile propaganda aracı, bir ideolojik aygıttır.

Öncelikle modern aile meselesine bakmak lazım. Modern aile, 15. yüzyıl sonundan itibaren Batı Avrupa’da doğup pek çok alt süreçle birlikte gelişen ve tüm dünyayı etkisi altına alan modernitenin, özellikle 19. yüzyıl başından itibaren yaygınlaşan bir unsurudur. Devletin de modernleşmesi, yani merkezi hale gelmesiyle bağlantılı bir şeydir. Devletler modern aileyi nüfus mühendisliğinin en önemli silahı olarak gördüler ve yaygınlaştırdılar. Modern aile, genç ve heteroseksüel çiftlerin reprodüksiyon, yani çoğalma amacıyla bir araya getirilme aracıdır. Söz konusu olan çekirdek aile yani. Anne-baba ve çocuklar. Uygarlığın hiçbir döneminde devletler modernite sırasında başlayıp günümüze geldiği şekliyle aileyle, genç ve çocuk yapmaya müsait erkek ve kadınların yatak odasına legal ve meşru bir biçimde girip çocuk yapmaları ve yetiştirmeleriyle bu kadar kafayı bozmamışlardı. Bu kafayı bozma işi gayet de anlaşılır bir şey tabii. Genç ve sağlıklı erkek ve kadınlar çiftleşir ve çocuk yaparlarsa, biyolojik olarak şansı yüksek ve sağlıklı yeni anne ve babaları, ucuza çalıştırılabilecek işçileri, doğacak çocukları okul çağına kadar büyütüp besleyecek ve eğitecek anneleri, savaşacak askerleri ortaya çıkartma şansları yükselir.

Devletin aileye merakı “tamamen duygusal” yani. Ve bu anlamda modern aile ile modernite öncesi aile birbirinden pek çok yönde farklıdır. Mesela bizim kullandığımız Arapça kökenli “aile” sözcüğü, orijinalinde bugünkü kullanıma denk gelmiyordu. Bugün bile var olan bir yan anlam var ya hani, “aile bahçesi” ve “ailemle şurada rahatça konuşamayacak mıyız?” kullanımlarında da görülen, o “erkeğin eşi” anlamına geliyor. “Ailem, ıyalim”. Ya da “Yıkılası hanede evlad ü ıyal var”. Yani evde çocuklar ve eşi olan kadın varmış. İslam hukuku olan şeriat, nikah vesilesiyle erkek ve kadınların bir araya gelişini düzenler mesela. Ve burası çok önemli, modern öncesi dönemde nikahta yaş önemli değildir. Yaşlı ve varlıklı erkek, genç kadınlarla evlenir, kimse de bunu garip karşılamaz. Çünkü İslami ya da geleneksel ailenin temeli reprodüksiyon değil, kadının aidiyeti meselesidir.

Modern dönemde bu değişir ve devletlerin çocuk yapma aşkıyla yeni aileye ulaşırız. (“Üç çocuk, hatta beş çocuk yapın” lafı bir moderniste ait yani!  Mesela 19. yüzyıldaki ilk Türkçe romanlarda aile sözcüğünün hemen yaygınlaşmadığını, onunla yan yana Fransızcadan gelen familya sözcüğünün kullanıldığını da görürüz. Mesela Fatma Aliye’nin “Udi” romanında “bir aile babası, bir familya erkeği” ifadesi geçer.

Osmanlı, 19. yüzyılda yüzünü Avrupa’ya çevirip modernleşme sürecini başlattığında, halen harem uygulamasıyla birbirlerinden kesin olarak ayrılmış erkekler ve kadınlar, o zamana kadar yaygın olmayan aşk romanlarıyla karşılaşmaya, bunları okuyup üzerine düşünmeye başladılar. Eskiden divan edebiyatında aşk konusu o kadar yaygınken, sevgili genellikle genç erkek olarak resmediliyordu. Bunun nedeni Osmanlı toplumunun yaygın ve baskın biçimde eşcinsel olması değildi. Düzcinsel ilişkiden ve kadın güzelliğinden bahsedilirse, zina propagandası yapılacağı düşünülürdü. Oysa 19. yüzyıl romanlarıyla yaşları birbirlerine denk ve üreyebilir erkek ve kadınlar arasındaki aşk ilişkilerinin propagandası yapıldı ve aşırı örnekler dışında muhafazakâr devlet bunları mazur gördü. Çünkü böyle aşklarla oluşacak ailelerden üç çocuk çıkacaktı, beş çocuk çıkacaktı, vatandaş sayısı artacak, artacaktı.

Uzun lafın kısası, efenim Tanrı ya da Hira Dağı’ndan geldiğini düşündüğünüz, hiç değişmediğine inandığınız o kutsal aile, aslında modern bir şey. Modernitenin ilerleyişi sırasında, yeni devlet örgütlenmesi üzerinden icat edildi ve uygulandı. Nasıl 16 Türk devleti bir mit ise, “Türk ailesi” de bir mittir. Devlet dediğimiz şey de, aile dediğimiz şey de tarih içerisinde değişmiş ve farklı görünümler kazanmıştır.

Ben neden işi gücü bıraktım, uzun uzun bunu yazıyorum. “Kutsal aile ideolojisi”, sadece burada değil tüm dünyada, korona yüzünden evlere kapandığımız şu dönemde aileye aşk ve tapınma mesajları yayıp duruyor. Bu tehlikeli bir şey. Aileyi bir şey, bir nesne, bir put olarak görmemeliyiz. Aile bir süreçtir. Bu anlamda n sayıda aile vardır. Bunların kimisi mutlu, iyi, sağlıklı vb. iken, kimisi öyle değildir. Hatta aynı aile içerisinde bile durum sürekli değişir. “Kocam eskiden beni çok döverdi, artık dövmüyor, daha uyumluyuz.” Bir örnek sadece… İşi bu açıdan görürsek, hane içlerinin de, sokaklar kadar tehlikeli hale geldiğini anlayabiliriz. Aile içi şiddet var, istismar var, çocuğa dönük istismar var… Şimdi o istismarcılar, “kutsal aile babaları ya da ağabeyleri” filan olarak o çocuklarla ve o kadınlarla aynı eve kapandılar. Aileyi bir kurum olarak kim önemsiyorsa, bunu hatırlamalı! Sivil toplum içerisinde dayanışma ağları oluşmalı, önlemler düşünülmeli.

Erol KÖROĞLU