Kutsal Ahır Mis Kokar

“Bakıyorum da hiç ara vermeden yazıyorsun” dedi, okumaya değer bulmadığını ima eden müstehzi bir gülüşle. “Öyle oldu. Sen de yazıyordun ama epeydir görmüyorum” dedim, karşılık olarak. “Müsilaja batmış bu ortamda yazmaya değer bir mevzu bulamıyorum, arayıştayım” dedi. Bu defa, müstehzi gülüş sırası bendeydi; kısasa kısas! “Desene ikimiz de arayıştayız, sen sözünü söyleyecek dert arıyorsun, ben derdimi söyleyecek söz arıyorum.”

Konu komşu bizi böyle bilsin, birimizin dert söylemeye söz aradığına, ötekimizin söz söylemeye dert aradığına inansın istiyoruz. Çok havalı oluyor böyle. Gerçek şu ki, korkuyoruz. Duyduğumuz koku da müsilaj kokusu değil, korkularımızın kokusu. Vaziyete gül kondurmamaya çalışıyoruz yine de.

Korkmak utanılacak bir şey değil halbuki. Canlılar genetik sürdürülebilirliklerini korkularına borçludur biraz da. Bizi utandıran şey, korktuğumuz gerçeği değil, hayatı bize zehir edenlerin bizden daha korkak olduklarını bildiğimiz halde, bu korkaklar sürüsünden daha korkak davranmakta olduğumuz ve bununla yüzleşmekten kaçtığımız gerçeğidir. Biri çıkıp, “ortalık müsilaj kokuyor” deyince de, o ana kadar duyduğumuz yasemin ve leylak kokusuymuş da şimdi dışkı kokusuna döndüğünden şüphelenmişiz havasına girmemiz bu yüzden. Şüphelenmek insanı kafir yapar ve kimse kendi kutsalının iğrenç koktuğunu itiraf edip kafir olmak istemez.

Kafir olmak mühim mesele. Arapça kafir kelimesi, kefere kökünden gelir ve hakikati gizlemek, gerçeği saptırmak, inkar etmek manasındadır. Kudretliler şimdi kafir kelimesini tam zıddı bir manada kullanıyorlar; propagandayla, tehdit ve zorla  gizledikleri münafıklıklarından, yalan ve talanlarından, kutsadıkları tahammül edilemez kokularından söz edenlere kafir diyorlar.

Kutsal şey, ihtiyaç duyulan şeydir. Kutsamışlar nezdinde kutsanmışların hiçbir tarafı kötü kokmaz, teri ter, dışkısı dışkı kokmaz, mis kokar, her şeyiyle kutsal olur. Müsilaj üzerine postunu serip, “bizimkinin dışkısı mis gibi kokardı” diye fetva veren mübarek cübbelilerin lafı öylesine söylenmiş laf değil. Dışkıdan mis kokusu almaları keyiften değil, ihtiyaçtan. Dışkı deyip geçmemeli, nicelerimiz ekmek yiyor ordan.

Aynı koridordan girerdik, her iki mekanın mukimleri. Biz, bize tahsisli tek göz toprak damlı odaya, onlar kendilerine tahsisli tek göz toprak damlı ahıra. Kapılarımız açık dururdu birbirine. Suyumuz da, hasadımız da ayrı gitmezdi ama tarlada, harmanda birlikte çalıştığımız halde hasadın danesi bizim, sapı onların payına düşerdi yine de. Zemheri soğuklarının kemiklerimize işediği uzun ve zorlu kış aylarında, toprak damın soğuğunun hakkında, ahırdan yayılan sıcak hava gelirdi ancak. Mekanlarından bizim mekana üfleyen sıcak yetersiz kaldığında, ahırdakilere çokça misafir olmuşluğum vardır o zorlu kışlarda.

Hal böyleyken, ahırdan gelen sıcak havaya nankörlük edip nahoş kokusundan bahsetmek, ahıra ihanet ve kafirlik gibi ithamlara muhatap olmakla kalmaz, ahırdan kovulmak riskini de taşır. Ya ahırı seveceksin ya da terk edeceksin diye tepene biner hane halkı. Haksız da değiller. Onlar ahırın havasıyla ısınmak derdinde sen ahırı havalandırma, temizleyip atma derdindesin. Sırtında kürkün mü var ki, ineğin, eşeğin gazından şikayet edersin?

Dervişin biri, bir yolunu bulup tasmalı muhafızların korumasındaki ahırın damına çıkmış dolanıyor. İndirip getirmişler dervişi. “Ne işin vardı ahırın damında” diye sormuşlar. “Eşeğimi kaybettim onu arıyordum” demiş derviş. “Deli misin sen, eşeğin ahırın damında aramak ahmakça değil mi?” denince; “Ahırla aynı koridora açılan damda yaşayıp, gül ve sümbül kokusu ummaktan daha ahmakça değil” demiş derviş de.

Herkes o baldırı çıplak derviş kadar zincirlerinden azade değil ki ahıra da, kokusuna da, korucusuna da laf etsin, ahıra, bekçilerine, çoban köpeklerine minnet etmesin, “Başımız dünyaya da eğilmemekte, ahrete de./Başımızdaki bu fitneleri Allah mübarek etsin!” diyecek kadar korku ve beklentilerden muaf olsun.

Bir deri bir kemik eşeğe; “derviş seni çalıştırıyor ama beslemiyor, öleceksin açlıktan, çek git başının çaresine bak” dendikçe, “gidemem, beklentilerim var” dermiş. Neyi bekliyorsun diye sorduklarında ise; “derviş her defasında avuç açıp kendisi için nimet dilerken, bana dönüp bir gün senin için de bol nimet dileyeceğim diyor, o günü bekliyorum.” demiş.

Bu eşek kadar bile beklentisi olanlar ahırın kokusundan şikayetçi olamazlar, ona dokunamazlar, havalandırma mazgalları açmak bir yana, tek bir tuğla bile çekemezler. Açtıkları mazgallardan Sibirya soğukları üfler ve hane halkından önce kendilerinin bir tarafları donar diye ödleri patlar alimallah. Bu yüzden, ahırın kutsiyetine laf etmektense, havasını bozan günah keçisi icat etmek ve ahırın tabiatının kokudan münezzeh olduğuna inanmak en iyisidir. Zira, ahır kutsaldır, inekleri de.

“Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi”

 

M. Şirin ÖZTÜRK
Latest posts by M. Şirin ÖZTÜRK (see all)