Krallar tanrılar ve dini bunalım

Yazılı tarihin ilk çağlarından bildiğimize göre, başlangıçta krallık ile tanrılık sıfatları aynı kişideydi. Böyle olunca da, işler iyi de gitse, kötü de gitse halk tanrı-kraldan bilirdi. Dolayısıyla kuraklık, sel, kıtlık, yenilgi gibi felaketler, zafer ve refah dönemlerinde ululanmanın keyfini yaşamaya alışmış tanrı-krallar için pek de hoş bir durum sayılmaz elbet.

Derken, akıllı kişiler zaman içinde tanrı-kralları tanrıya ayrı bir statü vermeye ikna etmiş olmalılar ki, kralın korumasında ama kraldan ayrı tanrılar ortaya çıkıyor; bununla birlikte de iyi işleri krala, kötü işleri tanrıya mal eden bir ruhban sınıfı ortaya çıkmış oluyor. Tabiatıyla, kral bir savaşı kaybettiğinde sorumlu kral değil, birşeylere öfkelenip gazab eden tanrı olurdu. Tanrının, neye öfkelendiğini bilecek olan, onu ikna edip gazabını yumuşatacak olan, gerektiğinde tamamen engelleyecek olan da ruhban sınıfı olurdu elbet.

Sümer-Akad yazıtları, iyi krallar ile öfkeli tanrılar ve tanrının öfkesiyle baÅŸ etme yollarını gösteren kahin örnekleriyle dolu. Daha yakın tarihli bir örnek ise, Anadolunun Manisa yöresindeki bir tarikat ÅŸeyhinin ” Allah Manisa’ya bir deprem göndermek istiyordu, ben kendisiyle konuÅŸup, depremi Manisa’dan doÄŸuya göndermesini rica ettim, nitekim deprem doÄŸuya gitti” demesidir ki, semavi bir dinin mensubu olduÄŸunu söylemekle beraber, insanların ve toplulukların iliÅŸki kurulabilir ve yönlendirilebilir put fikrinden kolay kolay vazgeçemediklerini gösterir.

Tarih ilerledikçe, Mezopotamya, Pers ve Mısır ülkelerinin halkları kralın otoritesinin tartışılmaz olduÄŸunu kabul etmekle birlikte, görkemli tapınaklarda ritüellere garkedilmiÅŸ putların kudretinden ve kahinlerin marifet ve mucizelerinden kuÅŸkulanmaya baÅŸladılar. Antik Mısırın 18. Hanedanlığının firavunu Akhenaton’un (IV. Amenhotep) Mısırın fiili yöneticisi olmuÅŸ ruhban sınıfını feshedip tanrısını gökyüzüne göndermesi ve onu güneÅŸten tahtını ve halkını gözetmesini saÄŸlaması da, Mezopotamya ve Pers’in ZerduÅŸtu da, Tevrattaki buzağı öyküleri de, putların hükümsüz kalıp, tanrının semavileÅŸmesi de önemli ölçüde bu kuÅŸkunun sonucu olmuÅŸ olmalı.

Elbetteki bu semavileÅŸme arındırmayı da getirir ve felaketlerin müsebbibi olan tanrı fikri, yerini her tür kötülükten ari mutlak bir iyi tanrıya bırakır. Artık kötülüğün de, felaketin de müsebbibi insandır. ZerduÅŸtlukta da, Akhenaton’un dininde de Tanrı mutlak iyidir. Bu anlayış, sonraki inanışlarda da farklı biçimlerde kendini gösterir. Nitekim Kuranda da “Sana iyilikten ne isabet ederse Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir” denilmektedir.

Semavi tanrı inancında, farklı versiyonlara rağmen temel inanış kaderdir ki, bu algılayış insansoyunun soyut düşünme kapasitesinin doruklarındandır. Tuhaf gelecek belki ama kuantum fiziğindeki prensiplerden biri de, hiçbir eylemin ilk eylemden bağımsız olmadığıdır. İlk eylemin  Tanrıdır derseniz, sonsuz evrenlerde olup biten her şeyin kader olduğunu düşünmeniz gerekecektir.

İnsansoyunun teknolojiyi keşfi, sanayileşme ve makina kullanımı, o güne kadar tanrının mutlak yetki alanında olan doğaya, insansoyunun da müdahale edebileceğini gösterdi ve bir kez daha tanrı ve kader sorgulanır oldu. Evren de, dünya da bir makinaydı ve insan o makinayı çözerek hükmedebilirdi. Bu durumda kiliseyi kendi tanrı fantezisiyle başbaşa bırakıp, yeniden tanrı-insan olarak hüküm tesis edilebilirdi. İnsanoğlunun, artık bir makina gözüyle gördüğü insana, doğaya ve diğer mahlukata acımasız saldırısı da böyle başladı.

Bu mevzu nerden icap etti derseniz, kendini müslüman olarak tanımlayan, tanrının gücüne ve kadere inandığını söyleyen iktidar cephesinden birinin televizyon ekranlarında, son zamanlarda baÅŸ gösteren yaÄŸmur ve sel felaketlerinin kader olmadığını, iktidarlarını hazmedemeyen dış güçlerin Ä°stanbul’a Ankara’ya, Adana’ya bir halı büyüklüğündeki bir alana bulutlardan tonlarca yaÄŸmur boÅŸalttığını, bu ani ve ÅŸiddetli yaÄŸmurları tanrının deÄŸil, bizi çekemeyenlerin iÅŸi olduÄŸunu söyleyince bunları düşündüm. Böyle birinin bu felaketlerin tanrı-insan olarak doÄŸaya verdiÄŸimiz korkunç zararların, atmosfere saldığımız zehirli gazların sonucu olduÄŸunu düşünmesini bekleyemeyiz elbette. Ancak, olan biteni tanrıya mal etmesini beklemek hakkımız. O ise, bu felaketleri düşmanın hıncına ve bizden öç almasına baÄŸlayarak, ondan umduÄŸumuz tanrı inancı fikrini geride bıraktığını ilan ediyor. Anlaşılan o ki, milli ve yerli bir dini bunalım devresindeyiz.  Tanrı hepimizi tanrı-insan ÅŸerrinden korusun.

M. Şirin ÖZTÜRK
Latest posts by M. Şirin ÖZTÜRK (see all)