Kırıldım Tam Ortamdan

Siyaset yazmayı sevmiyorum. Tabii ki, bu durum ilgilenmediğimi göstermiyor. Ülkedeki siyasi iklimin kutuplaşmayı körüklediğinin de farkındayım. Bu konuda o kadar çok analiz yapılıyor, o kadar çok yazı yazılıyor ki, ben yazma hakkımı “dünyadaki riskler ve bu risklerin hafifletilmesine yönelik çabalar” üzerine kullanmayı tercih ediyorum.

11 Ocak’ta Dünya Ekonomik Forumu’nun Global Riskler 2023 raporu yayınlandı. Rapor, 2 yıllık ve 10 yıllık perspektifte, hayatımızı etkileyecek olan risklere detaylarıyla bakmaya olanak sağlıyor. İlgilenenler Dünya Ekonomik Forumu sitesinden indirebilir ve inceleyebilir. Şöyle bir bakıldığında, göze ilk çarpan husus; dünyanın kısa vadede geçim krizi, jeoekonomik risker, sosyal kutuplaşma ve kısmen çevresel risklere odaklandığı, uzun vadede ise yerküremizin üzerindeki her varlığı yakından etkileyen ve büyük tehdit arz eden çevresel risklerin iyice ön plana çıkmakta olduğu.

2 yıllık gelecekte hayatımızı etkileyecek olan risklere önem sırasına göre bakacak olursak; geçim krizi, doğal felaketler ve ekstrem hava olayları, jeoekonomik çatışmalar, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaya yönelik çabalarda başarısızlık ve sosyal uyumun erozyonu ve toplumsal kutuplaşma risklerinin ilk beş sırada yer aldığını görüyoruz.

Aslında, sıralı olarak versek de bu riskleri tek başına ele almak mümkün değil. Zira, hepsinin birbiriyle bağlantılı olduğu, birisi realize olduğunda başka riskleri tetiklediğini de gayet iyi biliyoruz. Rapordaki risklerin birbiriyle bağlantılarının incelendiği haritaya bakacak olursanız neyi kastettiğimi rahatlıkla anlayabilirsiniz. Örümcek ağını andırır bir yapı gözlemleniyor.

Bu iç içe geçmişlik, geçen hafta basit bir sosyal medya paylaşımında karşıma çıktı. Biliyorsunuz, “su krizi” şu anda dünyanın karşı karşıya olduğu en büyük risklerden birisi. Dünya nüfusu süratle artıyor, içme suyuna olan talep de paralel artış gösteriyor. Öte yandan, kaliteli içme suyu kaynakları aynı hızda büyümüyor, hatta iklim değişikliğinin etkisiyle azalıyor. Tüm bu hususları 2022 yılı Ekim ayı sonunda Nokta Haber Yorum’da yayımlanan “Elmas – Su Paradoksu” başlıklı yazımda ele almıştım.

Yine de, yıllarını risk yönetimine vermiş bir kişi olarak “su krizi riski” ile “toplumsal kutuplaşma riski” arasındaki bağlantıyı kur deseler, zorlanırdım. Bahsettiğim sosyal medya paylaşımında ise kutuplaşmanın hayatımızın kılcal damarlarına kadar nasıl işlediği ortaya çıktı. Daha da uzatmadan konuyu açıklayayım. Bildiğiniz gibi, Türkiye kurak bir kış geçiriyor. İstanbul’un barajlarındaki su seviyesi yazımızın tarihi itibarıyla % 31,5 seviyelerinde.

İsimler önemli değil, bu konuda hassasiyeti olan bir kişi böyle bir tweet paylaşmış ve sadece tespit yapmış. Dikkatinizi çekerim, içeriğinde bir yorum yok. Sadece tespit…

İlgili Tweet’in altına, diğer kullanıcılardan gelen yorumlara baktığımda, anlamlandırmakta güçlük çektiğim bir tablo ile karşılaştım. Birisi, belediye yönetiminin muhalefette olmasına bağlamış bu durumu. Başka birisi, yaşadığı şehrin belediyesinin iktidar partisi tarafından yönetildiğini ancak aynı durumda olduklarını söyleyerek bu tezi çürütmeye çalışmış. Beni en çok endişelendiren ise, en son okuduğum yorum oldu. O yorumu yazan vatandaş da İstanbul’a tek bir damla su düşmemesini, bütün insanların sıkıntı çekmesini “dilemiş”(!).

Neresinden tutsanız elinizde kalan bir durum var ortada. Türkiye’nin nüfusu 84 milyonun üzerinde. İstanbul’da ise 16 milyona yakın insan yaşıyor. Diğer bir deyişle, Türkiye nüfusunun % 20’sine yakını bu şehirde yaşıyor. Birçok vatandaşımız hayatını kazanabilmek ve geçimini sağlayabilmek üzere İstanbul’a göç ediyor. Bu sebeple de, şehrin kozmopolit bir yapısı var. Yani, bu şehir hakkında kötü bir şey dilemek, aslında hemşehrileriniz için kötü bir şey dilemek anlamına geliyor.

Ayrıca, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yayımlanan 2019 tarihli İstanbul İl Sanayi Durum Raporu’na göre Türkiye’nin sanayi, ticaret, ulaşım, reklam vb. sektörlerdeki en büyük kuruluşları İstanbul’da. İnsanlarının yaşamı ve üretim faaliyetleri için temel girdi niteliğinde olan su ulaşılmaz hale gelirse, önce İstanbul kötü etkilense de, bu etkinin süratle tüm Türkiye’ye yayılması çok muhtemel. Bu arada, kötü etkilenecek kişiler arasında, bu yorumu yazan kişinin de yer alması kuvvetli bir olasılık.

Peki, ne bizleri bu noktaya getirdi? Bu kadar hoşgörülü bir toplumken nasıl bu kadar ayrıştık ve hoşgörüsüz hale geldik? Biz yanıtları sadece çevremize, ülkemize bakarak arıyoruz ancak bütün dünyada gelişmenin bu yönde olduğunu göz ardı etmeyelim. Öyle ki, dünyada Global Riskler Raporu’nun oluşmasına olanak sağlayan anketi yanıtlayan bir avuç akademisyen, yönetici ya da risk yöneticisi “sosyal uyumun erozyonu ve toplumsal kutuplaşma” riskini ilk beş sırada yer verecek kadar önemsemiş.

Dünya, önümüzdeki dönemde belki de hayati düzeyde olan çevresel riskleri yönetebilmek için önemli bir mücadele, bir kurtuluş savaşı verecek. Unutmamak lazım ki, Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılabilmesi için temel gerekliliği çabuk kavramış ve önceliği ulusal birlik ve bütünlüğün sağlanmasına vermişti.

Dünyanın da kısa zamanda bu gerçeği görmesi dileğiyle.

Bir sonraki yazıda görüşene kadar, sağlıcakla kalın.

Özgün ÇINAR
Latest posts by Özgün ÇINAR (see all)