Karayolu Taşımacılığının Öne Çıkarılmasının Ekosisteme Verdiği Zararlar…

Hükümetin son yıllarda en çok övünç duyduğu Duble yollar aslında yaşamı kolaylaştırmak adına önemli olsa da, diğer yanda doğaya, canlı yaşamına ve insanlara da uzun vadede birçok olumsuz etkilerde bulunacağı ortaya çıkmıştır. Zaten öncesinde yaban hayatı üzerindeki olumsuz etkisini birçok kez açıklamıştık. Ancak Ekosisteme daha çok zarar verdiğini Orman ve Su işleri Bakanlığının onayladığı 2017 yılında Çiğdem Özonat’ın Uzmanlık tezinden aşağıya aldığımız tespitleri bizleri daha da aydınlatacaktır. Tezden şunlara vurgu yapılmaktadır;

“Ulaştırma sistemleri, toplumsal planlama ve yaşam kalitesini arttırmak için hayati önem taşımaktadırlar. Bu sistemlerin toplum için sağladığı ekonomik ve sosyal yararlara karşın çevre kalitesini olumsuz yönde etkilediği de bilinmektedir. Karayolu, demiryolu, hava yolu, deniz yolu gibi taşımacılık türleri ekolojik sistemi ve insan sağlığını hava kirliliği, gürültü kirliliği, motorlu taşıtlardan kaynaklanan zararlı atıklar sebebiyle değişik oranlarda olumsuz etkilemektedirler. Bununla birlikte, çevre üzerindeki olumsuz etkiler ağırlıklı olarak karayolu taşımacılığının kullanılmasından kaynaklanmaktadır.” Diyerek, karayolu taşımacılığına ağırlığın verilmesinin dezavantajlarını da ayrıca açıklık getirmektedir;

“Karayolu taşımasının ulaşım sektöründeki payı %90 seviyelerine çıkmıştır. Karayolu taşımacılığının diğer taşımacılık türlerine kıyasla çevre üzerinde daha fazla baskı yaratması” nın önceliği ortaya çıkmaktadır… Yapılan araştırmalar, karayolu ağlarının ekosistemin biyotik ve abiyotik bileşenleri üzerinde yirmiden fazla ekolojik etkiye sahip olduğunu ortaya koymaktadır… Yol ekolojisine ilişkin yapılan çalışmalarda, yolların su kaynakları üzerindeki etkileri, yüzeysel akışların değişikliğe uğraması; pik akışların artması neticesinde taşkınların oluşması; toprak erozyonunun ve sediment yükünün artması; kimyasal kirliliğin oluşması şeklinde özetlenmektedir .” denilerek, aşırı yol ağının ekosisteme verdiği zararları göstermektedir. Yanı sıra yolun yapıldığı alanlarda yol çevresinde yer yer 100 hatta 200 metre derinlikte alanı kapsadığı ve bu alanlardaki orman ve diğer bitki örtüsünü tahrip ederek, alandaki doğal canlı yaşamı yok ettiği ise ayrı bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Erozyon ve toprak kaymasına bağlı toprak kayıpları oldukça çok olmaktadır.

“Yol ağları bir bariyer etkisi göstererek su kaynaklarının akış hızını ve yönünü değiştirebilmekte, akarsuların ortalama debisini arttırmaktadır. Aynı zamanda, geçirimsiz bir yüzey yaratarak infiltrasyon miktarını azaltırken yüzeysel akışa geçen yağış miktarının artmasına da yol açmaktadır. Bu durum, düşük kotlu alanlarda gereğinden fazla suyun toplanmasına ve neticesinde taşkınların oluşmasına neden olabilmektedir.” Taşkınlar ve su baskınlarının nedenlerinden biride bu geniş yol ağı yapımıdır. Taşkınlar ise yüzeyde çıplaklaşmış toprakların taşınmasına yol açmaktadır. En açık olarak ta Sayın Özonat olayı şöyle özetlemektedir:

“Ancak, bu yolların yapımı için geniş alanlarda koruyucu bitki örtüsü temizlenmekte ve organik tabakalar ortadan kaldırılmaktadır. Bunun sonucunda, bu alanlar yüzeysel erozyona açık duruma gelmekte, fazla miktarda toprak ve kayanın kazılarak arazinin tedirgin edilmesi sonucunda yamaçlar stabilitelerini kaybederek kütle halinde toprak hareketlerine maruz kalmaktadır… Ayrıca, bu yollar infiltrasyonu azaltarak yol yüzeyine düşen yağışın doğrudan yüzey akışına geçmesine neden olmaktadır. Bu etkilerin neticesinde ise, akarsularda, pik akımlar artmakta ve su kaynaklarına ulaşan sediment miktarında önemli ölçüde artışlar gözlenmektedir.”

“Ayrıca, yol inşaatı sırasında kazı ve dolgu şevleri civarındaki doğal arazi eğimi değişmekte; toprağın derinliği, yoğunluğu, infiltrasyon kapasitesi, su tutma kapasitesi gibi fiziksel özellikleri değişikliğe uğramakta; besin maddesi kaybı artmakta ve toprak sıkışması meydana gelmektedir. Bu alanlarda, akarsu aşındırması ve yer çekiminin etkisiyle, erozyon oluşma riski ile ince sediment ve toprak akışı artmaktadır… Daha öncede belirtildiği gibi, su kaynaklarında sediment birikimi akarsuların morfolojisini bozarak akarsu yataklarını daraltmakta böylece akarsuların su taşıma kapasitesini azaltmakta; suyun bulanıklığını arttırmakta; sonuç olarak sucul canlıların yaşama ortamlarının bozulmasına neden olmaktadır.” Diyerek kazı, hafriyat ve dolgu aşamasında oluşan olumsuz durumlar çevrede yeni riskler yaratmaktadır. O alandaki doğal örtü ise tamamen yok edilmektedir. Bununla beraber birçok canlı organizma ve mikroorganizmalarda yok ediliyor.

“Motorlu araçlar, karayollarında kullanılan kaplamalar, karayollarıyla ilgili bakım faaliyetleri, tehlikeli madde taşıyan taşıtlardan kaynaklanan kimyasal döküntüler kimyasal kirleticilerin kaynakları arasında sayılmaktadır. Toksik kirleticiler yüzeysel akış veya atmosferik taşınım yoluyla su kaynaklarına ulaşmakta olup; bu kirleticileri buzlaşmayı önleyici kimyasallar, ağır metaller ve uçucu organik bileşikler olmak üzere üç başlıkta toplamak mümkündür.” Bu üç başlığın yarattığı etkileri ve neler olduğunu da aşağıda sıralamaktadır:

“Karayolu kaplamalarında buzlanma oluşumunu engellemek veya var olan buzu kaldırmak için en çok kullanılan yöntem kaplama üzerine kimyasal madde uygulanmasıdır. Ucuz ve etkin olmaları sebebiyle en yaygın kullanılan kimyasal solüsyonların başında; sodyum klorür (NaCl), magnezyum klorür (MgCl2), kalsiyum klorür (CaCl2), kalsiyum magnezyum asetat (CMA) ve potasyum asetat (KAc) gelmektedir. Ancak, bu solüsyonlar toprak içindeki ağır metaller ile Na, Cl, Ca ve Mg elementlerinin hareketliliğini arttırmakta olup; bu durum, yeraltı sularının, akiferlerin ve akarsuların kirlenmesine neden olmaktadır. Eğer bu kaynaklar içme suyu amaçlı kullanılıyorsa ilave arıtma ihtiyacı doğmasına sebebiyet vermektedir. Ayrıca, bazı balıkların, sucul canlıların ve bitkilerin zehirlenmesine de yol açmaktadır.” Kullanılan buz çözücü kimyasal solüsyonların yarattığı ağır metal kirlilik oldukça çok olmaktadır.

“Karayolu kaplamalarında ve motorlu araçların kullandığı yakıtlarda yer alan ağır metaller ise su kaynakları açısından diğer bir önemli kirletici olup; kurşun, alüminyum, demir, kadmiyum, bakır, manganez, titanyum, nikel, çinko ve bor elementleri bu kirleticiler arasında sayılabilir. Ağır metal kirliliğinin miktarı araç trafiği ile doğru orantılı olup; yapılan araştırmalarda yoğun yollarda ağır metal kirliliğinin arttığı tespit edilmiştir…  Ağır metallerin, içme suyu amaçlı kullanılan sulara ulaşması halinde, ciddi halk sağlığı problemlerine sebebiyet vermekte olup; ağır metallerin su kaynaklarına ulaşmasını önleyecek tedbirlerin alınması önem arz etmektedir.” Asfaltlama ve kaplama işlemlerinde kullanılan malzemeler ve kullanılan yakıtlar da yine ağır metal kirlilikte öne çıkmaktadır.

“Motorlu taşıtlarda kullanılan yakıtın yanması sonucunda, yakıtı oluşturan hidrokarbonlar havadaki oksijenle birleşmekte, insana ve ekosisteme zararlı olan birçok bileşik oluşturmaktadır. Bu bileşikler, karbon monoksit, azot oksitler, uçucu organik bileşikler, kükürt dioksit, partikül maddeler, kurşun bileşikleri, metan, benzen, bütadien ve formaldehit gibi toksinleri kapsamaktadır. Kükürt dioksit ve azot oksitler asidifikasyona yol açmakta olup; oluşan asit yağış yoluyla su kaynaklarına ulaşmakta, suyun pH oranını doğrudan etkileyerek sucul ekosistemde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Azot, ağır metaller ve hidrokarbonlar ise, atmosferik taşınımla su kaynaklarına ulaşarak su kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir.” Yakıtların yanması sonucu açığa çıkan gazların havaya karışması ise hava kirliliği noktasında ayrı bir tehdit olarak ortaya çıkmaktadır. Hatta bazı illerin hava kirliliğinin birincil nedeni, o illerde geçen çevre yolu ve yoğun taşıt trafiğinden kaynaklı olduğu da resmi verilerde belirtilmektedir.

Karayolu taşımacılığı yerine raylı sistem taşımacılığı tercih edilmiş olsa bu kadar olumsuz sonuca neden olamaz. Raylı sistemle daha az alan ve daha az yakıt tüketimiyle daha çok hizmet sunulabilineceği gerçeği ortadadır. Ki yeni süreçte elektrikli trenlerle havaya olumsuz etkisi sıfıra indirebiliniyor.