Yasadışı Yaşamımdan Geçen Sekiz  Yıl

80 öncesi öğrencilik yıllarımda siyasal faaliyetlerden ve okullardaki faşist saldırılardan dolayı birçok kez karakollara düştüm, cezaevinde yattım. Kısaca öğrenciliğimin ilk yıllarında karakollara ve cezaevleriyle iyice tanışmış olmuştum. Bu sürede yasal olan Gençlik Derneğinde Yönetim Kurulunda yer almıştım. Bu konumum gereği, politik gruplar arasındaki tartışmalara katıldığımdan dolayıda çevrede tanınır duruma gelmiştim.

78 Elülünde Eğitim Enstitüsünü bitirdim. İlk atamam Siirt’in Sason İlçesinin Meşeli köyüne çıkmasından dolayı, dönemin politik “çatışmalarından” kaynaklı, o bölgede çalışmam yaşam güvencemin olmaması anlamına geliyordu. O nedenden dolayı oraya gidip görevime başlamadım. Bende Derneğin çalışmalarına devam ettim. 24 Aralık 78’de Kahramanmaraş katliamı dolayısıyla yapılan Sıkıyönetim ilanından sonra dernekler kapatılınca, doğal olarak biz yöneticilere de ufaktan ufağa soruşturmalar başlatılmıştı. Onun dışında birkaç eylemden dolayı polis zabıtlarında ismim geçmeye başlamıştı.

12 Eylül sabahı esas olarak yasadışı yaşama ilk adımımı atmıştım. İlk günler, kaldığım yerdeki dostlarım bana iyi bir ev sahipliği yaptılar. Güvenli bir köye kadar eşlik ederek beni korudular. Merkezde ve yollardaki kontrol durumları hakkında bilgi sağlıyorlardı. Uygun zamanda, uygun yoldan tekrar günlük yaşamın içine katılmam gerektiğinde, yine bu dostlarımın destek ve gözetiminde yola çıktım, yapmam gereken işleri yapmak için işe koyulmaya başladım. Ancak ilk birkaç ay önümüz bayağı karanlıktı. Kimlere operasyon yapıldı, nereler riskli, nereler sağlam onu öğrenmek oldukça bizleri yordu. Tüm ilişkili olduğum çevreler hakkında bilgi almak uzun süre aldı. Bu yüzden benim daha dikkatli olmam gerektiğinin farkındaydım. Öncelikle kendi güvenliğimi sağlama almaktı. Ancak o zaman bana kapısını açan yoldaşlarım, arkadaşlarım ve dostlarımın güvenlğinide sağlamış olurdum. Yasadışı yaşamda güvenli hareket etmek öncelikli işimdi. Hayatta kalmak ve barındığım mekanların güvenli kalması, benim çok dikkatli davranmama bağlıydı.

12 Eylülün ilk iki ayında bulunduğum ilde ve ilçelerindeki operasyonlardan dolayı pek çok arkadaşım yakalanmış ve yoğun işkence altına alınmışlardı. Bu gözaltılarda ve yaşananlardan dolaylı kısıtlıda olsa bilgi edinebiliyorduk. Bu operasyonlarda benim adımın da geçtiğini öğrenmiştim. Sonrasında başka bir ildeki operasyonda da ismimin geçtiğinin bilgisini edinmiştim. Kısaca tüm bunlardan sonra benim yasadışı yaşamım tam olarak başlamıştı. Üstelik ismimin verildiği ve arandığım il ve komşu illerde hala faaliyetlerime devam ediyordum. Yasadışıydım ama yaşamın her alanında yasal bir zemindeymiş gibi hareket ediyordum. Nerelere gitmemem gerektiğini, nerelerden geçmemem gerektiğini bu sürede iyi öğrenmiştim. Çevremde beni gerçek adımla bilen çok kişi vardı. Ancak çoğu insan beni çalışıyor biliyordu. Onun için bir çok mekana hafta içi uğramaz sadece hafta sonu uğrar ve zaman geçirirdim. Yada belli bir saatten sonra giderek, dikkati çekmezdim. Bu benim avantajımdı. Özellikle yüzlerine aşina olduğum çevrelerde ve yaşlı insanların takıldığı mekanlara takılırdım.

İlden ilçelere giderken, binmemem gereken taşıtı da iyi seçmek gerekiyordu. Bir dönem belediye araçlarını tercih ettim, belediye otobüsünde koltukta oturmamaya dikkat ediyordum. Çünkü kontrol noktalarında, ortada olanlar aşağı indiriliyor ve onların kimlik kontrolu daha yüzeysel yapılıyordu. Sonra onların kontrolu artınca minibüsleri seçtim. Böylelikle yakayı kaptırmamaya, risklere girmeden hareket etmeye ve etrafımdaki insanları tehlikeye atmamaya çalışıyordum. Nihayetinde 9. Kolordunun arananlar afişinde resmimin çıktığını önce gazetede okudum. Sonra ilçelerdeki yoldaşalarım tek tek beni uyararak, belli bir süre oralara uğramam gerektiği konusunda uyarmışlardı. Afişte benim resmim vardı. Ve o resimden dolayı görenlerin sorun yaratacağı düşünülerek, daha dikkatli davranmak zorundaydım. Bu tür yerlere giderken daha az ortalıkta görünmeyi tercih ederdim. İş yerlerinde veya evlere hemen geçerek, ortalıkta olmamaya çalışırdım. İşte bu uyarılardan sonra, benim çok daha dikkatli davranmam gerektiğini, yoldaşlarımı ve dostlarımın güvenliklerini tehlikeye atmamam gerektiğinin farkındaydım. Etrafımdaki insanları riske atacak şekilde ortalıkta dolaşmamaya başladım. Bunu yapmak zorundaydım. Çünkü barındığım evlerin sahipleri kendilerini ne kadar güvende hissederler ise, bende o derece rahat barınabilecektim. Önceliğim güvenli hareket etmekti. Riskli alanlardan uzak durmak için özel itina gösteriyordum.

Bulunduğum yerde, gece konaklayacağım eve çok geç saatlerde, yani karanlıkta gider, benim ve ev sahiplerimin dışında benim o akşam nerede olduğumu kimse bilemezdi. Buda benim güvenlik sigortamdı. Gerek il ve ilçe merkezlerinde, gerekse köylerde de aynı taktiği uyguluyordum. Gideceğim köye il veya ilçeden geç saatte çıkar giderdim. Sabahları ise kimse kalkmadan o evden çıkar il veya ilçeye gelirdim. Bu tür davranmamı ev sahiplerimde onaylıyordu. Köylere genellikle Jandarma şafak baskınları düzenlerdi. Bunu bildiğim için erken çıkmayı yeğlerdim. Bu davranışım yoldaşlarımdan ve arkadaşlarımda bir güven duygusu yaratıyor ve gittiğimde pek sıkıntı yaşamıyorlardı. Ancak eskiden yanımızda olan bazı kişiler ise bu günlerde tam tersi davranarak, kapıyı hemen yüzüme kapatanlarda olmuştu. Bunuda az yaşamadım. Çünkü her insan aynı yürekliliği ve cesareti göstermeyebilirdi. Korkanlar ve 12 Eylülle beraber köşesine çekilenler, bu rahatlarının bozulmasını istemiyorlardı. “12 Eylülün karanlığında kendilerini köşelerinde kaybedenler, sonradan mangalda kül bırakmaz oldular. En çok onlar konuşmaya başladılar. Oda ayrı bir konu.”

Bu sürede bazı rahatsızlıklardan dolayı sürekli elimde ilaç poşetleri ile geziyordum. Bazı arkadaşların çocukları, ban “ilaçlı amca” geldi diyorlardı. Kışın o soğuğunda eksi yirmilerde sobasız odalarda yatmak zorundaydım. Bu ise sağlığıma daha çok olumsuz etkiliyordu. Karda yürürken ıslanan ayaklar, kıyafetin ıslanması daha fazla sıkıntı yaratıyordu. Bundan kaynaklı hemoroidim azıyor. Hemoroidler patlıyor, bacağımdan aşağı kanların sızdığı çok olmuştur. Evlerinde kaldığım köylüler, durumumu fark ediyor, leğene ılık su koyup içinde oturmamı öneriyorlardı. Bu uygulama beni çok rahat ettiriyordu. Bu yüce gönüllü insanlar her sorunumuzu kendi sorunları gibi görüp, çözüm üretiyorlardı. Böylece sağlığımıda onlara borçluyum. Kışın karda köylere giderken yolda kurtlarla parelel yürümek zorunda kaldığımda olmuştu. Bazen gittiğimiz köyde beklediğimiz ilgiyi göremediğimizde, araziye çıkıp aç-susuz sabahladığımızda olmuştu.

İlk bir iki yıl aynı yasadışı konumda birkaç kişiydik. Ancak çok uzun sürmeden yalnız kalmıştım. Ya asker kaçağı diye yakalanıp uzaklaştı, yada operasyon yediler, öylelikle kaldım tek başına. Kısaca yasadışı yaşam öyle dışarıdan bakıldığı gibi kolay bir yaşam değildi. Uzun süreli olduğunda, bu yaşam şeklinde bıkkınlık geçirip, yasal zemine geçmenin yolunu arayan çok arkadaşımla karşılaştım. Birkaç hafta haber alamadığımda, durumun farkına varıyor ve doğal olarak bildikleri yerlere birkaç hafta uğramamak zorundaydım. Bu tür durumlar ise benim hareket alanımı oldukça sınırlıyordu. Bu ise işlerimi yapmayı zorlaştırıyordu. O evleride gözetleyerek veya haberleşerek olumsuzluk yaşanmadığı durumlarda tekrar irtibata geçiyordum.

Bazı evlerden birden çok gün kaldığım olurdu. Bu evlerdeki çocuklar, eve dışarıdan gelen komşulara, hakkımda hiçbir şey söylemezlerdi. Gündüzleri çocuklar kapıda oynarlardı, eve gelen birini gördüklerinde, bağırarak birilerinin geldiğini haber vererek, benim saklanmam gerektiği sinyali vermiş oluyorlardı. Onlar o noktada yeterince tembihleniyorlardı. Bazen odalarda gardolaplarda, bazen karyola altlarında uzun süre sessiz sedasız kalmak zorunda kalıyordum. İyi olan, sigara içmediğim için, öksürme riskim yoktu. Bu tür durumlarda kollar, ayaklar uyuşup, kaskatı kesiliyordu. Ama katlanmak zorundaydım. Aniden gelen komşu ve misafir durumunda bunlar yaşanabiliyordu.

Sınıf mücadelesi diktatörlük koşullarında hem dikkat gerektiriyor, hem kesintisiz ve duraksamadan devam ettirilerek saldırılardan daha az etkilenme söz konusu olur. Siyasi çalışma süreklilik gerektirir. Kesinti ve duraksatmak, polisin saldırılarına açık hale gelmek anlamına gelir. Yaşam ve mücadele süreklilik ve kesintisiz devam ettirdikçe güçlenir ve mevzi genişlemesi sağlar. Bu ise polisin dikkatinin dağılmasına neden olur. Duraksamalar ise polisin takip ve operasyonları için en iyi fırsatı yaratır. 8 yıllık yasadışılığımda beni saldırılardan koruyan da bu süreklilik ve kesintisiz mücadelenin içinde kalmamdı. Bu süreklilik çevrendeki yoldaşlarının ve dostlarının da sürekli uyanık ve dikkatli davranmalarını zorunlu kılıyordu.

Bu sürede az çok tehlike de atlattım. Yol kontrollerinde, sokağa çıkma yasağından dolayı geceyi Garda geçirmelerden kaynaklı zor anlar yaşadığım olmuştu. Bazen tesadüfler, bazende soğukkanlı davranarak, heyecan belirtisi göstermeme beni tehlikelerden kurtarmıştı. Bu yaşadığım olaylarda yeni tecrübeler edinerek, daha dikkatli hareket etmeyi de hayat içinde öğrenmiş oluyordum. Bu yaşadığım tehlikeler ayrıca detaylı yazılması gerektiğinden uzun uzadıya yazmayı düşünmüyorum. Burada bir kısa yaşanmışlığımı not düşeyim; dernek açıkken  dernek üyesi de olan ve dernekten çıkmayan Kadir adlı gençle 12 Eylül sonrası sokakta aniden karşılaştığımda, Kadir yakama yapışıp, “sen hala içeri düşmedin mi? Seni şimdi yakalatacağım” diye bağırarak, beni çekiştirmeye başladı. O sırada siyasi şube jipine benzeyen bir aracı görünce, benim yakamı bırakıp, bağırarak, “polis polis bu kaçak burada” deyip jipin peşine koşunca, ben ara sokağa kaçarak bir arkadaşımın işyerine saklandım. Peşine koştuğu jipin polis aracı olmadığını fark edip bana dönene kadar, ben izimi çoktan kaybetmiştim. Bir saate yakın o çevrede gezinip, beni bulmaya çalıştı. Ama başaramayınca çekti gitti. Yine bir sabah Garda trene binerken, temelini atıp inşaa ettiğimiz 2 Eylül mahallesinden beni tanıyan bir çocuğun ihbarı ile Tren yolculuğunda bir bekçi ve sivil polisin kimlik sorgulamasına maruz kaldım. Bunlar yolculuk boyunca birkaç kez gelip, kimlik bilgileri üzerinde beni sorguladılar. Kimlik bilgilerini tam olarak bilip bilmediğim üzerinde yoklama çektiler. Ancak kimlik bilgilerini tam bildiğim gibi heyecan ve telaşlanmadığımdan dolayı benden vazgeçtiler sanırım. O ihbarı yapanın çocuk olması da bir şans diyelim. Çünkü ben Trene binerken Bekçinin yanında çocuğu görmüştüm, bu yorumum ondan dolayı, onuda öyle atlatmıştım.

Diktatörlük koşullarında, açık alanda yasadışı olup, faaliyetleri devam ettirmek pek öyle kolay olmuyordu. Her zaman her şey istediğiniz gibi olmuyor. Beklenmedik zamanda beklemediğiniz kişilerden de istediğiniz desteği bulamayabilirsiniz. Bu zorlukları aşmak bazen zaman alabiliyor. Hem faaliyetleri sürdürmeye çalışmak, hemde yayınların zamanında hazırlayıp, alanlara ulaştırılması tam bir ekip işiydi. Ki bu ekibimizde vardı ve her şey yerine zamanında ulaşabiliyordu. Biz, Merkezi yayın Devrimin Sesi’nin yanında yerel bir yayınımız olan Doğu Yıldızı’nıda çıkarmıştık. Bunların basımı ve dağıtımı oldukça zorlu koşullarda kazasız belasız yapılması gerekiyordu. Merkezi yayında belli bir süre aksama olmuştu. Yerel yayına bundan dolayı ihtiyaç duymuştuk. Faaliyetlerin canlılığını koruması ve herkesin yapması gerekenleri yapması bizleri güvende tutuyordu. Yasadışı yaşam boşluk kabul etmez. Tam tersine daha canlı ve daha aktif olarak işlerin yürütülmesi zorunluluktur. Gündemi iyi takip edip, gerektiğinde bildiri veya Haber Bülteni şeklinde takviye yayınları hazırlayıp, örgütlü çevremize ulaştırıyorduk.

Bu sürede evlerinde kaldığım devrimci aileler, her tür risk ve tehlikeye rağmen, kapılarını yüzüme kapatmadılar. Tam tersine sofralarını benimle paylaştılar. Onların güler yüzleri ve sıcak davranışları beni rahatlatıyordu. Onlara bu hayatı borçluyum. O sıcak yuvalar ve içten sahiplenmeler sayesinde çalışmalarımı aksatmadan devam ettirebildim. Onlarda bu örgütlü mücadelenin birer bileşenleriydiler. Kolay değil diktatörlüğün estirdiği terör ortamında, evinde birilerini barındırmak. En küçük bir olumsuzluk ve dikatsizlik çok ağır bedellere malolabilirdi. Bir baskın durumunda nelerin olabileceğini bilebilecek durumdaydılar. Ancak o güzelim insanlar, bunları bile bile beni sahiplendiler. Korku değil yüzlerinde her zaman sevgi ve sağlıklı görme sevinci vardı. Teredütsüz bu çabalarımda benimle birlikteydiler. Bir keresinde çok kötü bir soğuk algınlığı geçirmiştim. Bu hasta halimle gittiğim köyde bu halimi gören ev sahiplerim yaklaşık 8-10 gün aralıksız bana baktılar. Sıcak çorbalar, kendilerince iyi gelebilecek her tür karışımı yaparak veriyorlardı. Kan ter içinde geçen o günlerimde o yaşlı iki güzel insan başımdan ayrılmadan bana baktılar. Tam iyileşmeden de beni bırakmadılar. İşte bu kadar güzel yürekli ve cesur insanlar sayesinde siyasal faaliyetlerimi sürdürüyordum. Onları unutmak ne mümkün… Bu halkımızın bize sağladığı desteklerle bugüne geldik. Ben yaşamımı onlara borçluyum. Biz devrimcileri koruyarak, kollayarak ayakta tuttular.

İşte koca sekiz yıl bu tür sıkıntı, zorluk ve güzelliklerle geçti. Anlatılacak çok yaşanmışlıklar var. Ama onları farklı başlıklarla yazmak daha uygun düşer. Bunlar çok kısa bir özeti. Ama insanımızın bizlere inanması ve güvenmesi en önemli kriterdi. Onlara o güven ve inancı sağlamakta bizlerin davaranış ve yaklaşımlarıyla ilgiliydi. Öncelikle güven verebilmek, güveni sağlamak, güvenli hareket ettiğimize inandırmaktan geçerdi. Evlerin uygun olup, olmadığını öğrenmeden rastgele gidilmemesi gerekirdi. Sonuçta sosyal yaşamlarında, onlarında gelen gidenleri ve o an birilerinin olabileceği durumlar olabileceğinden, rastgele gidilmezdi. Bu durumu da hisetirdiğimizden, onlarda rahat bir şekilde komşuluk, dostluk ilişkilerini devam ettirebiliyorlardı. Kendilerini dışa kapatmıyorlardı. Çevrede kuşku yaratacak bir kısıtlamaya girmiyorlardı. Evde kimse yokmuş ve sadece kendileri varmış gibi davranarak, komşuluk ilişkilerini sürdürüyorlardı. Bu tür davranışları, benim oralardaki varlığımı gizlemenin en uygun davranışlarıydı.

Sınıf mücadelesi kendi içinde insanı eğitmesini de sağlıyor. Bir çok şeyi böyle düşe kalka öğrenerek tecrübe edindim. 12 Mart’a Lisede bir öğretmenimiz Tecrübeyi bize şöyle tanımlamıştı:  “Tecrübe, yenilen kazıkların bileşkesidir.” Bu tanım o zamandan sonra hafızama kazınmış bir tanım olarak kaldı. İşte bende Tecrübenin, yanlışlıklardan arınarak ayakta kalabilmektir diye formüle etmeye çalıştım. Tecrübe yaşanmış yanlışlıkların bileşkesinde ortaya çıkan doğrulardır. Hayatın akışı en iyi öğreticidir. Yaşanmışlıklardaki hataları görerek, açığa çıkararak yarına iyi birer ders olarak not düşmemiz gerkiyor. Her çalışma ve çaba kendi içinde hataları barındırır. Bu hata ve yanlışları görerek, ondan uzaklaşıp, hayatın doğrularına sarılarak yürümek bizleri daha uzun yaşatacaktır. Öğrene öğrene yürüdük. Yürüdükçe de öğrenmeye devam ettik. Dahada öğreneceğimiz çok şey vardır. Unutmuyalım… (Bu öğretmenimiz o dönem tutuklanarak bizden alınmıştı. Sonrasında akibetini öğrenemedik.)