Gecenin farklı bir enerjisi olduğunu gecelerisevenler bilirler. Ay ışığının bir tül gibi örttüğü gökyüzüne serpilmiş yıldızların, başka bir alemin habercileri gibi ortaya çıkıp göz kırptıkları gecelerde, duygular dokunmaya hazır iplikler misali bekler yürek tezgâhının başında. Aşklar canlanır, hüzünler kabarır, özlemler alevlenir, korkular açığa çıkar, acılar kavurur… Düşünceler, günün eleğinden süzülüp yaşanmışlığın imbiğinden akar, ışığa üşüşen pervaneler gibi dolanır durur zihnin çevresinde. Kaçışı yoktur, tutsak eder insanları kendine gece.
Karanlık bastı mı, gün çekilir gider tüm sahtekârlığıyla birlikte; oyalanmalarla, kaçışlarla, aldırmazlıklarla ertelenen gerçekler geceye miras kalır. Gece, ya karanlığına katıp kasvetle büyütür onları ya da teskin etmek için bir bebek gibi sallar kucağında. Bunu, bizim geceye bakışımız belirler. Karanlıktan korkanlar, gecelerde asla teselli bulamazlar. Gündüz yaptıklarını gece de yapmaya çalışırlar; kaçarlar. Işıklı sokaklarda gezinir, kalabalık barlarda kendi seslerini bile duyamadan konuşurlar, televizyonlarının karşısında pinekler, geyik muhabbetleriyle kafa şişirir, seks yapıp yatışırlar. Sonra, uyku yetişir imdatlarına ve gecenin karanlık göğsünde bir mücevher gibi sakladığı o farkındalık anlarını değerlendiremeden kapatırlar gözlerini.
Ben, gecelerin özel bir enerjisi ve büyüsü olduğuna inanırım, aynen karanlığın da bir tılsımı olduğuna inandığım gibi… Gece tek başınayken sıkılan, tedirgin olan insanların gerçekte kendi kendilerine kalmaktan, kendileriyle yüzleşmekten korktuklarını düşünürüm. Oysa, gece bir muhasebe zamanıdır. Aşklar canlansa, hüzünler kabarsa, özlemler alevlense, korkular açığa çıksa, acılar kavursa, hatalar ve pişmanlıklar bir tokat gibi suratımıza çarpsa da gerçeğin en çıplak hali geceleri belirir karşımızda. Günün onca aydınlığına rağmen örttüğü o gerçekler, gecenin karanlığında sanki savunmasız kalır ve teker teker çıkıverirler gizlendikleri yerlerden. Aşk hançerini bir kez daha saplar, hüzün unutmaya çalıştığımız geçmişimizin üzerine kara bir bulut gibi çöker, özlem ağır bir kaya parçası gibi oturur midemize, korku uğursuz akbabalar gibi didikler ruhumuzu, hatalar ve pişmanlıklar eski köşklerdeki hayaletler gibi iniltiler çıkartarak dolanır çevremizde. Yalnızlık kaplar içimizi. Hem üşür, hem yanarız. Büzülürüz oturduğumuz yerde, bir süre öylece kalırız. Eğer, kaçmazsak, direnirsek ve cesur olup içine, taa içine girebilirsek, o duyguların eksildiklerini hissederiz yavaş yavaş. Eksilen onlar değildir aslında, biz çoğalırız.
Ve birden zaman akmaz olur, gece bizi koynuna alır, okşamaya başlar; yıldızlar parlar içimizde, ay gümüşî aydınlığıyla doldurur benliğimizi. Aşkı aşk gibi yaşamak haz verir; kılıç yaraları derindir çünkü, böylesine derin hissettiğimiz bu duygudan ancak gurur duyarız, aşktan yeni bir aşk doğurur, kendimize aşık oluruz. Hüzün, yakışır bize, insanızdır; geçmişimizin üzerine çöken o kara buluttan yağmurlar yağdırırız, arınırız. Özlem, hüznü besler; şimşekler çakar, gök gürler, midemize oturan o ağır kaya parçası ufalanır gider. Korku, ışıktan korkar en çok; gece bunu bilir, korkunun içine cesurca dalanlara ay ışığından yapılmış sihirli bir fener verir ve bu fenerin aydınlığında korku sevgiye dönüşür. Sevgi, bağışlayıcıdır; hataları ve pişmanlıkları affeder, hayaletler huzur bulur, o eski köşkü terk eder.
Küçük bir kızken babam bana yüzmeyi öğretmek için omuzlarımdan tutup denize fırlatmıştı. O ana kadar korkuyla baktığım dalgaların arasında debelenirken babam sürekli olarak kollarımı ve ayaklarımı hareket ettirmemi söylemişti. Dediklerini yapmaya çalışırken epeyce su yutmuş ama batmadan denizin üzerinde kalabildiğimi fark etmiştim. Korku, sevince dönüşüvermişti. Onca zamandır beni ürküten, zihnimde yarattığım binbir türlü ihtimalle karanlık bir imaja bürünen deniz, içine daldığımda yeni bir anlama kavuşmuş, bana kucak açmıştı. Karanlık olarak gördüğüm ve bilinmezliğinden ürküp kaçtığım şeyin tadını, rengini, kokusunu ve serinliğini hissedince hiç de öyle korktuğum gibi olmadığını anlamıştım. Denizi sevmiştim.
Geceleri de denizi sevdiğim gibi sevmeyi öğrendim. Bilinmezliğin ve karanlığın içine daldıkça kendimi bulduğumu gördüm. Yalnız kaldığım gecelerde duygularımı keşfe çıktım; her duyguda aşkı, hüznü, özlemi, korkuyu hissettim, hatalarım ve pişmanlıklarımla yüzleştim. En güzel şiirlerimi ve yazılarımı o gecelerde yazdım. En içten gözyaşlarımı o gecelerde akıttım. En güzel hayallerimi o gecelerde kurdum. O gecelerde çocukluğumun öcülerinden ve hayaletlerinden kurtuldum. O gecelerde uykusuz kaldım. Yağmurdan sonraki toprak kokusunu o gecelerde içime çektim. Sonsuzluğun içinde ayı ve yıldızları gördükçe yalnız olmadığımı hissettim. O gecelerin bittiği anlarda gün doğumlarını izledim. Çiçeklerin üzerindeki çiy damlalarına dokundum, cıvıl cıvıl öten kuşları işittim. Hayatı ve kendimi o gecelerin birinde sevdim.
İşte bu yüzden gecelerin enerjisine inanırım ben ve karanlığın bir sihiri olduğuna. Aydınlığa kavuşmak için karanlığa dalmak gerektiğini söyler sezgilerim. Güneşin kıymetini bilmek için geceyi yaşamak gerektiği gibi…
- İnsanlık Adına Utanıyorum - 25 Temmuz 2024
- Zihinsel Obezite - 20 Haziran 2024
- “Hayatımı Yazsam Roman Olur” - 25 Mayıs 2024