Kapitalizm ve Tarımımız

“Uygarlık dediğimiz şey,
avcılığın yerini
çiftçiliğin almasıdır.”[1]

Tarım, yerleşik toplumun çekirdeği veya insan(lık) tarihinde avcılık ve toplayıcılık döneminden sonraki aşamayken; David Rockefeller’in de, “Dünyayı yönetecek güç elinde tarımı tutmak zorunda. Önümüzdeki yüzyıl tarımı kontrol edenin olacak,” notunu düşmeden edemediğidir.

Bu saptamalar ardından kapitalizm ve tarım(ımız) konusunda altı özenle çizilmesi gereken ilk şey kapitalizmin yoksullaştırıp, yoksunlaştırıcı gerçeğidir. Çünkü yoksullaştırıcı, yoksunlaştırıcı kapitalizmde açlığın, yoksulluğun nedeni, geçim araçlarının nüfusa oranla azlığı değil fazlalığıdır. 1844 yılında Friedrich Engels şöyle açıklıyordu:

“Sermaye her gün artıyor; nüfusla birlikte emeğin gücü de büyüyor; ve bilim her geçen gün, doğa güçlerini insanın hizmetine daha çok sokuyor. Bu üretken kapasite, bilinçli olarak ve herkesin çıkarı doğrultusunda uygulansaydı, insanlığın payına düşen emek, kısa zamanda asgariye indirilmiş olurdu. Rekabete bırakılacak olursa o da aynı şeyi yapar ama çelişkiler çerçevesi içinde. Toprağın bir bölümü en iyi biçimde işletilirken, bir bölümü bomboş durmaktadır. Sermayenin bir bölümü şaşırtıcı bir hızla dolanırken, bir bölümü de sandıklarda ölü yatıyor. İşçilerin bir bölümü günde 16 saat çalışırken diğer bölümü işsiz ve açlıktan ölüyor.”

1844’den beri kapitalizmin temel işleyiş yasaları değişmedi. Bu yüzden Friedrich Engels’in çözümlemesi geçerliliğini sürdürüyor. Yoksulluk ve açlık ne bazı halkların tembel olmasından, ne hızlı nüfus artışından, ne bazı ülkelerin topraklarının verimsiz olmasından ne de iklim koşullarının kötü olmasından kaynaklanır.

Bugün tüm dünyayı kasıp kavuran yoksulluğun ve açlığın yegâne sorumlusu kapitalist dünya sistemidir. Gıda ürünlerinin üretim miktarları bizzat kapitalistler ve bunların hükümetleri eliyle sınırlandırılmaktadır. Çünkü satabileceğinden fazla üretim, ürün fiyatlarının düşmesine, kapitalistin kârının azalmasına yol açar.

Tam da bunun için Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, kapitalizmin tarımda milyarlarca insanı topraksızlaştırarak, yoksullaştırdığını belirterek, “Çevreyi de yok etti. Bu süreç devam ediyor,” diyor.

Evet kapitalizm tarımda da milyarlarca insanı topraksızlaştırdı ve yoksullaştırdı. Çevreyi de yok etti. Bu süreç devam ediyor.

İnsanların temel gıda maddelerine erişimini engelliyor, çünkü kapitalizm, temel gıda maddelerine erişimini bir insanlık hakkı olarak görmüyor. Bu nedenle, dünyada milyarlarca insan açlık sınırında yaşıyor, milyarlarcası da açlıktan ölüyor. Bunun için gerekiyorsa, gıdaları yakıyor, yok ediyor ya da insan beslenmesi yerine hayvan beslenmesinde kullanıyor. Söz gelişi AB’de tonlarca tereyağı hayvan beslenmesinde kullanılıyor, süt tankerleriyle tarlalar sulanıyor.

Kapitalizm, çevre ülkelerinde de tarımsal sorunları katmerleştirerek artırdı. Sisteme bağlı çevre ülkelerinde; tarımsal desteklemeler giderek azaltıldı. Yetersiz desteklemeler ise aile çiftçiliği temelinde tarımsal etkinlik yapan ve çoğunluğu oluşturan küçük ve orta ölçekli işletmeler yerine endüstriyel tarıma yönlendirildi. Köylülük mülksüzleştirme sürecine sokuldu, işletmelerin dev kapitalist işletmelere dönüştürülmesi doğrultusunda girişimlere hız verildi.

Tarımsal girdiler dahil olmak üzere tarım ürünlerinde dışa bağımlılık sıradanlaştı, saman bile ithalatın konusu oldu.

Bu yolla kırsal nüfusun azaltılması da gündeme sokuldu. Ancak kentlere gelen köylüler, sanayi ve hizmetler sektöründe büyüme hızı yeterli olamadığı için işsiz ve açlığa mahkûm olacak düzeye geldiler. Sadaka ekonomisi ve sadaka kültürü giderek yüzünü göstermeye başladı.

Tüketicilerin tarım ürünlerine ödediği bedel ise,çok küçük ölçüde çiftçiye aktarıldı,çünkü gıda piyasası Küresel Alış Veriş Merkezleri’nin (AVM) güdümüne sokuldu.

Sonuç olarak kapitalist üretim biçimi ve ilişkileri, tarımı da bir yıkıma mahkûm etti.

Nasıl olmasın?!

7 milyarın üzerinde insan, 570 milyon çiftçi ve küresel gıda endüstrisi değer zincirini kontrolü altında bulunduran sadece bir avuç şirket…

Bir bilgi daha… Bugün dünyada açlık çeken 800 milyon insanın yarısı tarım sektörüne bağlı küçük çiftçiler ve işçiler…[2]

Sonra: Dünya tarımı dört firmanın tekelinde…[3]

Ve ‘BM Gıda ve Tarım Örgütü’ (FAO) tarafından hazırlanan ‘Küresel Gıda Fiyatları Endeksi’ne göre, 2017’nin Haziran ayında aylık bazda yüzde 1.4 artarak 175.2 puan oldu. Endeks, bir önceki 2016 yılının aynı dönemine göre ise yüzde 7 arttı.[4]

Tüm bunlar, kapitalizmin kıskacındaki tarım için her şeyi yeterince net anlatmıyor mu?

TARIM(IMIZ)

Sorup, yanıtlayarak ilerleyelim:
Tarım ülkesi miyiz? Hayır!
Sanayi ülkesi miyiz? Hayır!
Teknoloji ülkesi miyiz? Hayır!
Ticaret ülkesi miyiz? Hayır!
Sömürülen bir ülkeyiz!
Tarım alanları yok edilen bir ülkeyiz!

Türkiye’de 2003 yılında istihdamın yüzde 33.2’sini sağlayan tarım sektörü, girdi fiyatlarının sürekli artıp, ürünlerin değer kazanmadığı, desteklerin minimuma in(diril)diği coğrafyamızda tarım da küreselleşmenin (“YDD”) kollarında sarsılmaktadır.

Hatırlanacağı üzere Türkiye’de 1920’lerden 1950’lere kadar GSMH’nin yüzde 40-45 civarı tarım kaynaklı oldu. Aynı dönemde ülkede istihdamın yüzde 80’den fazlası tarım sektöründe çalışmaktaydı. 1950’lere kadar kırsal nüfus yüzde 75 civarındaydı.

1960’larla birlikte tarımın GSMH’deki payı yüzde 30’lara geriledi. Ancak ihracattaki payı 1970’lere kadar yüzde 70’lerde kaldı. Kırsal nüfus ve tarımsal istihdam hâlâ başattı.

Kent nüfusunun kır nüfusunu geçmesi ilk defa 1985 yılında söz konusu oldu. Öte yandan 1990’lara kadar istihdamda yüzde 50 civarında payı olmuştu ve böylece bu yıllara kadar birinci sektör hep tarımdı.

2011’de tarımın GSMH’deki payı yüzde 10’nun altına düştü. İstihdamdaki payı yüzde 25’e geriledi, kırsal nüfus ise yüzde 30’lar civarına indi. Yani Türkiye 1950’lere kadar tam bir tarım ülkesi olup bu yıllardan itibaren kademeli olarak tarımın önemi geriledi. Bu süreç 1990’lara kadar devam etti. 2000’lerdeki süreç daha ziyade birinciliğini ve başatlığını kaybetmiş sektörün daha da gerilemesi olarak değerlendirilebilir.

Bu çerçevede çiftçi sayısı hızla azalıyor; özellikle genç nesil toprağı bırakıp şehirlere göç ediyor. Verimli topraklar satılıyor yerlerine binalar dikiliyor. Tohumların genetiğiyle oynanıyor. Gelecek nesilleri daha vahim tablo bekliyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2002-2014 kesitinde toplam tarım alanı 41.196.000 hektarken, 2014 yılında 38.560.000 hektara düşmüş (yüzde 6.40’lık bir gerileme). Ekilen alan ise yüzde 11.97 oranında küçülerek 17.935.000 hektardan 15.789.000 hektara geriledi.

Tarımda en büyük sorun çiftçinin değil de komisyoncuların kazanmasıdır. 40 kuruşa ürününü satan çiftçi masrafları bile karşılayamazken; komisyoncular ürünü 5 liraya tüketiciye satılmaktadır. Devlette ürünün her el değiştirmesinden vergi aldığı için durumdan memnun. Devlet ne çiftçiyi ne de halkı düşünüyor. Oturduğu yerden para kazanan komisyoncular sistemin savunucuları ve kazanan sadece onlar.

Ayrıca dünyada tarım politikaları ülkenin nüfus artışından, tarım alanlarının efektif kullanımına, hatta uluslararası rekolte eğrilerine kadar bir çok unsur göz önüne alınarak ve takriben “30-40 yıllık” planlar çerçevesinde oluşturulur.

Türkiye’nin tarım politikası hükümete, bakanlığa, müsteşarlara, yıla, aya, hatta güne hatta saate göre değişir. Plansızdır. Özetle tarım sektörü, oy uğruna meze edilir.

Mesela dünyada en ucuz mazotu, üreten çiftçiler alırken; bizde Mavi Tura çıkacak 6 milyon dolarlık yat sahipleri ile bir de Bilalcikler alır…

Mesela tarımda zirai ilaç patla(tıl)dığı Türkiye’nin yarısının kanser hastası olmasının en önemli sebebi, yüksek dozaj kullanılan tarımsal ilaçtır.[5]

Mesela 2012’de saman balyası (25kg) fiyatı: 20.00 TL iken; 2015’de 4.50 TL’dir. Ya da 2012 Ocak patates fiyatı: 0.25 TL iken; 2014 Ocak’ta 2.50 TL’dir…

Devam edeyim!

2002’de 1.1 TL olan mazot 2014’de 4.35 TL oldu.
2002’de tonu 162 TL olan amonyum sülfat gübresi 2014’de 564 TL oldu.
2002’de tonu 193 TL olan amonyum nitrat gübresi 2014’de 880 TL oldu.
2002’de tonu 237 TL olan üre gübresi 2014’de 1051 TL oldu.
2006’da buğday’ın tohumluk fiyatının tonu 650 TL iken 2014’de 1297 TL oldu.
2006’da arpa’nın tohumluk fiyatının tonu 490 TL iken 2014’de 1192 TL oldu.
2008 yılında süt yeminin tonu 534 TL iken 2014’de 758 TL oldu.
Girdiler bu kadar artarken satış fiyatları ne olmuş bir de ona bakalım!
2002’de buğday’ın satış fiyatı 0.23 TL iken 2014’de 0.69 TL oldu.
2002’de arpa’nın satış fiyatı 0.16 TL iken 2014’de 0.58 TL oldu.

Özetle denilebilir ki, serbest ticaretçi, neo-liberal politikalar döneminde her türlü ürün ve özellikle de tarım ürünleri ithalatı artarken, tarımsal korunma politikalarının en az ve etkisiz bir düzeye indirildiği Türkiye’de bit(iril)miş sektördür tarım.

Elimizdeki en iyi birinci sınıf tarım arazileri ya şehirleşme ile ya da sanayi tesisi ile yok edildi ve tarım çökme noktasındayken; Türkiye artık gıda ithalatçısı durumundadır.

Türkiye Yunanistan ve ABD’den pamuk, Rusya’dan buğday, Fransa’dan arpa, Mısır’dan pirinç, Ukrayna’dan mısır, Sri Lanka’dan çay, İtalya’dan bakla, Çin’den sarımsak, Panama’dan muz, Meksika’dan nohut, Kanada’dan mercimek ithal ediyor. Sadece ABD’den 2014’de ithal edilen tarım ürün 1 milyar doların üstündeydi. Çay bile Sri Lanka’dan ithal. Toplamda 8 milyar dolara yakın tarım ürünü ithal ediyor Türkiye.

Her yıl Hollanda yüz ölçümü kadar toprak nadasa bırakılıyor. Çiftçinin 2002’de bankalara borcu 4.1 katrilyondan, 40 katrilyon TL’ye çıktı. Bu paranın da 1.5 katrilyonu batık durumdaydı.

AKP’Lİ YILLAR!

AKP’li yıllarda tarım çokuluslu şirketlere devredildi.[6] Çiftçilerimiz üretemez, ürettiklerini satamaz hâle getirilerek yoksullaştırıldı. Ülkemiz gıdada da dışa bağımlı konuma getirildi, etini, hayvanını, samanını ithal etmek zorunda bırakıldı.[7]

Bununla bağıntılı olarak Milletvekili Gökhan Günaydın, ekilmeyen tarım alanlarının AKP döneminde 35 milyon dönüme ulaştığını, tarımsal hammadde dış ticaretinde de 1 milyar dolarlık ihracata karşılık, 7 milyar dolarlık ithalat yapıldığına dikkat çekti.[8]

Aynı konuda Milletvekili Umut Oran, AKP iktidarının çiftçinin durumu iyileştirip aracıları ortadan kaldıracak önlemler almak yerine Sudan’da 8 milyon dönüm araziyi kiralayarak ucuz tarım ürünü ithal etmeyi planlamasını, “Sudan’da tarıma teşvik, AKP’nin Türk çiftçisine saç baş yolduracak zihni sinir projesidir,” eleştirişiyle, 14 yılda AKP’nin Türkiye’de 3.5 milyon hektar tarım arazisinin yok olmasına göz yumduğunu ifade ederek ekledi:

“» İşlenen tarım alanlarının 2002’de 23.9 milyon hektar olan büyüklüğü, 2016’da 20.4 milyon hektara geriledi. 4 Bu alanlar 14 yılda yüzde 14.5 oranında (yaklaşık 35 milyon dönüm) küçüldü.

» Çayır ve meralar da dahil edildiğinde 2002 sonu itibarıyla 41.2 milyon hektar olan toplam tarım alanı, yüzde 6.8 küçülmeyle 38.4 milyon hektara indi.

» Tarım alanlarının kentleşmeye ve sanayi tesislerine dönüştürülmesi, tarım alanlarının azalmasındaki en büyük neden. 1. sınıf sulamaya uygun tarım arazileri imara açılarak sanayi ve yerleşim yeri yapıldı.

» TÜİK verilerine göre Tarım, Hayvancılık ve Ormancılık Sektörü ihracatı 2002’de 1.7 milyar dolar olan tutarı yüzde 208 artışla 2016’da 5.4 milyar dolara çıkarken, ithalat yüzde 314 artışla 7 milyar doları geçti.

» Söz konusu ürünlerin toplam ihracat içinde 2002’de yüzde 4.9 olan payı 2016’da yüzde 3.3’e düştü.

» Balıkçılık ürünlerinde yıllık ihracat 2002-2016 arasında yüzde 705; ithalat ise yüzde 4.569 (46 kat) artış gösterdi.”[10]

Yine TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) İzmir Şube Başkanı Ferdan Çiftçi de, AKP dönemi tarım politikaları sonucunda çiftçinin bundan nasıl etkilendiğini görmek için bazı verileri şöyle sıraladı:

» TÜİK verilerine göre tarım alanları 2002 yılında 26 milyon 579 bin hektar iken 2015 yılında 23 milyon 949 bin hektara geriledi. Yani çiftçi 2 milyon 630 bin hektar alanda üretim yapmaktan vazgeçti.

» 2002-2015 arasında girdi fiyatları yüzde 400 artarken tarım ürünlerinin fiyatları ortalama yüzde 200 arttı. Yani üretici yüzde 50 yoksullaştı.

» Mera alanlarımız 2001 yılında 14.616.685 ha’dan 2015 yılında 10.762.807 ha’a geriledi. Kapalı sistem hayvancılığa geçiş nedeniyle hayvancılıkta maliyetler yükseldi. Hayvancılıkta uygulanan yanlış politikalar nedeniyle üretici kazanamazken tüketici yüksek fiyata et ve süt tüketmeye devam etti. Uygulanan ithalatçı politikalarla kurbanlık hayvan ve saman ithalatına kadar gidildi.

» Uygulanan politikalar sonucunda tütün ekim alanları daraldı, üretici sayısı 1992 yılında 526 bin iken, 2002 yılında 405 bine, 2014 yılında ise 65.118’e düştü.[11]

Bunların yanında Türkiye Ziraatçılar Odası Başkanı İbrahim Yetkin, yabancıya toprak satışında da rekor kırıldığını, 1923’ten 2002’ye kadar 11 milyon metrekare toprak satılan ülkede, bu rakamın 2003-2012 yılları arasında 90 milyon metrekareye çıktığını söyledi. Yani on yıllık dönemde satılan toprak miktarı daha önceki 80 yıllık dönemin yaklaşık on katına yakındı. Ve Yetkin’in verdiği bilgiye göre de:

» 2010 itibarıyla 24 milyon 294 bin hektar tarım alanı bulunuyor. 10 yıl önce bu rakam 27 milyon 856 bin hektar idi. Yani 10 yılda 3.5 milyon hektar tarım arazisi kaybedildi.

» O tarihte bu toprakların 18.8 milyon hektarı ekiliyordu. 10 yıl sonra ekili toprakların miktarı 16.2 milyon hektara geriledi.

» 2001 ile Toprak Koruma Yasası’nın çıktığı 2005 arasında amaç dışı kullanıma izin verilen tarım toprağı miktarı, 438 bin 902 hektar. 2005 ile 2010 arasında 402 bin 13 hektar doğrudan 82 bin 417 hektar irtifak hakkı olarak toplam 484 bin 430 hektar. Yani bir azalma değil, artış söz konusu.

» Çıkarılan bir yasa ile yabancı özel veya tüzelkişilere satılabilecek tarım arazisi miktarı 2.5 hektardan 30 hektara çıkarıldı.

» Bu yasanın ortaya çıkardığı tablo da şöyle: Cumhuriyetin kurulduğu 1923’ten 2002 yılına kadar yabancılara satılan toplam tarım arazisi 11 milyon metrekare.

» 2003-2012 arasında yabancılara satılan toprak miktarı 90 milyon metrekare. Sadece 2012’de yasanın çıktığı 18 Mayıs’tan kasım ayına kadar satılan tarım topraklarının büyüklüğü yaklaşık 6 milyon metrekare… Yani on yıllık dönemde satılan toprak miktarı daha önceki yaklaşık 80 yıllık dönemin on katına yakın.[12]

Bunlar yetmezmiş gibi AKP’li yıllardaki devlet politikası(zlığı)yla, buğdayda yüzde 130 olan gümrük vergisi yüzde 45’e, arpada yüzde 130 olan vergi yüzde 35’e, mısırda yüzde 130’dan 26’ya düşürüldü. Yetmedi yüzde 135 olan ithal canlı hayvan gümrük vergisi yüzde 26’ya, yüzde 225 olan hazır et vergisi yüzde 40’a düşürüldü. Tüm bu alınan kararlar da 27 Haziran 2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. Bu ne anlama geliyor. Yerli üreticiye “Kardeşim, sen bu işlerle boşuna uğraşma. Başka ne yaparsan yap. Ben yurtdışındaki çiftçiyi beslerim. Halka daha ucuz ithal et, ithal buğdaydan ekmek, makarna yediririm” demeye getiriyor.

Enflasyonun sorumlusu olarak gördüğü gıda fiyatlarını düşürmek için tarım ve hayvancılığı ölüme terk ediyor. Oysa gümrük vergisi bir ülkenin tarım üreticisini koruyan en önemli mekanizma. Üretimi ve verimi artırmak yerine, girdi maliyetlerini düşürmek yerine ithalatı bir sopa gibi çiftçinin önüne koymak ise hem büyük bir sorumsuzluk hem de işin en kolayına kaçmak…[13]

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, gümrük vergisinin buğdayda yüzde 130’dan yüzde 45’e, arpada ise yüzde 35’e düşürülmesiyle hububat piyasasının bozulduğunu belirtti.

Düşük gümrükle buğday ithal etmek isteyen sanayicinin tüccardan mal almadığını, tüccarın da elinde kalacağı endişesiyle çiftçiden buğday almadığını vurgusuyla Bayraktar şunları da kaydetti:

“Gümrük vergisinin düşürülmesinin psikolojik etkisiyle çiftçi-tüccar-sanayici zinciri koptu, hububat piyasası bozuldu. TMO, hiç beklemeden devreye girmeli, makul bir müdahale alım fiyatı açıklamalı, piyasada istikrarı sağlamalı. Buğday ve arpa, ekili alanların üçte ikisini oluşturuyor. Bunlarda yaşanacak bir olumsuzluk Türk tarımını etkileyecek. Düşük gümrükle dışarıdan buğday ithal edilmemesine rağmen, gümrük vergisi indiriminin Resmi Gazete’de yayınlanmasının ardından 2-3 gün içinde buğday ve arpa piyasası işlemez hâle geldi.”[14]

Ayrıca yine Bayraktar, 1990 yılında baklagillerde 20 milyon dekar alanda üretim yapıldığını, şimdi ise bu rakamın 8 milyon dekara kadar gerilediğini bildirdi ve Türkiye’de ekim yapılan alanların hızla gerilediğini, bunun yanında nadasa bırakılan toprakların boyutunun 4.1 milyon hektarla Hollanda büyüklüğünde olduğunu da açıkladı.[15]

Yetmedi; dahası var! 2017 bütçe giderlerinin 645.1 milyar lira olarak belirlendiğini hatırlatan Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, bütçeden faiz giderlerine 57.5 milyar lira ayrıldığını dile getirdi. Tarıma ayrılan bütçenin 12.8 milyar lira olduğuna dikkat çekerek, “Buna göre bir avuç rantiye bütçeden yüzde 9 pay alırken, milyonlarca çiftçiye bütçeden düşen pay ise yüzde 2’de kaldı” diye konuştu.

Türkiye’de 16 milyon kişinin geçimini tarımdan sağladığını belirten Sarıbal, “Tarımda kişi başına düşen yıllık milli gelir 3 bin 300 dolar civarındadır. Oysa Türkiye’de kişi başına milli gelir 9 bin dolar olarak tahmin edilmektedir. Bu çiftçimizin yaşamakta olduğu yoksulluğu ortaya koymaktadır,”[16] diye ekledi.

ÇİFTÇİLERİN DURUMU

Bu tabloda coğrafyamızdaki çiftçilerin durumuna gelince: Türkiye’de bir yılda yaklaşık 98 bini aşkın çiftçi üretimden çekildi. Mersin’de 9 binden fazla çiftçi, Antalya’da da 2.500 çiftçi üretimden vazgeçti.[17]

Evet. Türkiye’de 2015 yılında 98 bin 409 küçük çiftçi hükümet eliyle sürdürülen tarım politikaları nedeniyle mesleği olan çiftçiliği terk etmek zorunda bırakıldı. Yani 2015 yılının her gününde 269, her bir saatinde 11 çiftçi, çiftçilikten koparıldı.

En önemli sebze ihraç yeri olan Antalya’da 2015 yılında 2 bin 500 çiftçi çiftçiliği bıraktı.

Dünya üzüm üretiminin başkenti Manisa’da 5 bin 592 çiftçi mesleğini terk etti.

Tarımın başkenti diye bilinen Konya’da 4 bin 328 çiftçi, 2015 yılında çiftçilik yapamaz duruma geldi.

Memleketin önemli buğday deposu illerinden olan Ankara’da 3 bin 283 kişi çiftçiliği bıraktı.

Samsun’da 3 bin 551, Hatay’da 3 bin 321, Aydın’da 3 bin 109, Balıkesir’de 2 bin 672, Erzurum’da 2 bin 357 çiftçi, 2015 yılında üretimden vazgeçti.

En verimli ovalarında sanayiler kurularak, sularını su şirketlerine peşkeş çekilerek yine de tarımı yok edilemeyen Bursa’da, 2 bin 804 çiftçi mesleğini bıraktı.

Evet, sadece 2015’te 98.409 çiftçi AKP’nin uyguladığı tarım politikalarıyla üretme hakkını kaybetti.[18]

“Türkiye’de fert başına milli gelir 10.469 dolar, tarımda ise bu rakam 3.602 dolar. Tarım Bakanı’nın sunduğu bu veriye göre, köylü geliri, kentli gelirinin üçte biri civarında. Yani, köylüler bu ülkenin en yoksulları,”[20] diyen Abdullah Aysu’nun, “Köylüler yoksullaştırılıyor. Hem de çok,”[21] notunu düştüğü tabloda Kaç-AK Saray inşaatının da yer aldığı devlet binalarının yapımı ve onarımı için bütçeden 2014 yılında 9 milyar harcanırken; çalışan nüfusun yüzde 20’sinin yer aldığı tarıma destekler ise 8 milyarda kaldı.[22]

Evet, tarımda tablo daha vahim… Tarımın GSYH’den aldığı pay yarı yarıya azaldı. 2002 yılında tarımın katkısı yüzde 10.3 iken, 2014 sonunda yüzde 7.1, 2015 yılının ilk yarısında da yüzde 5.1’e düştü.[23]

Ayrıca Türkiye 2014 yılında da tarımsal hammadde açısından dışa bağımlı kaldı, üstelik bu bağımlılık üretim açısından 2013 yılının aynı dönemine göre yüzde 4.9 küçülmeyle katlandı.[24]

Bunun için Çiftçi-Sen’in raporunda, 2016’nın çiftçiler açısından kayıp yıl olduğuna dikkat çekildi. TÜİK verilerine dayandırılarak, tarım sektörünün birinci ve ikinci çeyreklerde yüzde 5.6, üçüncü çeyreğinde yüzde 7.7 küçüldüğü kaydedildi.[25]

Bunların böyle olmasından ötürüdür ki, Tarım Kredi Kooperatifi, 2005-2013 arasında kullandığı krediyi ödeyemediği gerekçesiyle 9 bin 795 çiftçi hakkında icra takibi başlattı.[26]

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre, çiftçi bankalara olan kredi borcunu çevirmekte zorlanıyor. Üreticinin takipteki kredileri 1 milyar liraya dayandı. Verilere göre, tarım üreticisinin borcu 5 yılda 3 katına çıktı.[27]

BDDK verilerine göre, 2004-2008 yılları arasında tarım sektöründe takibe düşen kredi miktarı 200-400 milyon TL olmuş. Bu miktar 2009-2012 yılları arasında 900 milyon-1 milyar TL’ye, 2013-2015 yılları arasında 1.3-1.4 milyar TL’ye, 2016 yılının 11 aylık sürecinde hızla yükselerek 1.9 milyar TL’ ye ulaşmış.

Tarıma verilen desteğin 3,1 milyar TL olduğu 2004 yılında bankalar tarafından sektöre sağlanan nakdi kredi miktarı 5.3 milyar TL. 2016 yılında tarım sektörüne verilen destek 11.5 milyar TL’ye, kredi miktarında ise çok hızlı bir artış ile 71.6 milyar TL’ye ulaşmış.

Kısacası, 2004-2016 yıllarını kapsayan süreçte tarıma sağlanan destek sadece 3.7 kat artarken, bankaların verdiği nakdi kredi miktarı 13.5 kat artmış. Takibe düşen kredi miktarı ise 9 kat artış göstermiştir.[28]

TARIM(IMIZ)IN GÜNCEL HÂLİ

Tarım(ımız)ın güncel hâline gelince…

3.2 milyon işsiz olduğunu ve işsizlik oranının yüzde 12.7 civarında olduğunu Türkiye’de, tarım dışı işsizlik oranı yüzde 12.9’dir…[29]

2000 başlarında milli gelirde yüzde 12 olan tarımın payı 2011’de yüzde 8’lere gerilemiş durumda. Toplam tarım alanı 24.4 milyon hektar ama bu alanın ancak 16.3 milyon hektarı ekiliyor.

Yetersiz üretim ve izlenen ucuz kur politikası, Türkiye tarımını da dış ticarette net ithalatçı durumuna düşürdü. 2006’ya kadar yılda 600 milyon dolar fazla veren tarım dış ticareti, 2007’den bu yana hızla net ithalatçı durumuna düştü.

2007’de 1 milyar dolara yaklaşan tarımda dış ticaret açığı, 2009 krizinde 250 milyon dolara kadar indi ama 2010’da 1.5 milyar dolara tırmandı, esas patlamayı ise 2011’de yaptı. 2011’in ilk 11 ayında 8.1 milyar dolara çıkan tarım ithalatı nedeniyle tarım dış ticaret açığı 3.6 milyar doları buldu.

Tarımdaki bu dağılma ve gerilemeyi AKP iktidarı önlemlerle azaltacağına, seyirci kaldı ve tarıma bütçe destekleri, bütçenin yüzde 2’sine indi.

Tarım desteklerinin gerileyişini, milli gelire oranında da görebiliyoruz. Çok değil, 2007’de milli gelirin yüzde 0.71 oranındaki tarım destekleri 2011’de yüzde 0.56’ya indi. 2012 bütçesinde öngörülen ise milli gelirin yüzde yarımını ancak bulacaktı.

Destek yetersiz kaldıkça, iklim şartlarının da olumsuz seyretmesinin etkisiyle, üretim düşük kalmaya ve gıda enflasyonu sürmeye mahkûm.[30]

Bu tabloda rakamlar kendiliğinden konuşuyor. Kayıtlı çiftçi sayısı 2013’te 2012’ye oranla yüzde 12 azalarak, bir milyonun altına düştü. İstihdamda tarım sektörünün payı 20 yılda yaklaşık yüzde 50 azaldı. 1990 yılında Türkiye’de istihdam edilenlerin yüzde 46’sı tarım sektöründe çalışırken, 2014’de bu oran yüzde 24.7.

Ziraat Mühendisleri Odası’nın (ZMO) verilerine göre 1995-2013 arasında tarım alanları yüzde 11.3 azalarak, 23.81 milyon hektara gerilemiş. Azalma üç milyon hektar yani 30.000 km2 demek. Bir Belçika ediyor. Kendi tarım arazilerini imara açarak kaybeden Türkiye Sudan’da 99 yıllığına 780.000 hektar tarım arazisi kiralıyor.[31]

Evet, evet 12 yılda Türkiye’de çiftçi sayısı 405 bin 396 kişi eksildi. 2002’de 2 milyon 588 bin 666 olan çiftçi sayısı 2013’te 2 milyon 183 bin 270’e geriledi.

10 yılda, 2 milyon 573 bin futbol sahasına denk gelen 27 milyon 825 bin 64 dekar tarım arazisi, imara, inşaata kurban gitti. Günlük 705 futbol sahası kadar tarım toprağı, tarım dışı faaliyetlere açıldı.[32]

Türkiye’nin önde gelen tarım merkezlerinden Mersin’de 15 yılda 90 bin, Adana’da 200 bin, Hatay’da 60 bin dekarlık tarım alanı yok olurken, Antalya’da ise imarlaşmanın yanı sıra turizm adı altında otel ve tatil köylerine ayrılan bölgelerin de içine girmesiyle 170 bin dekarlık verimli tarım arazisi betona gömüldü.

2016’da Türkiye’deki çayır ve mera alanları hariç toplam tarım arazisi yüzölçümü yaklaşık 237 milyon 625 bin 724 dekar. Bu rakam Türkiye yüzölçümünün yaklaşık yüzde 30.33’üne denk geliyor. Resmi verilere göre 2006 yılıyla kıyaslandığında 10 yılda toplam tarım alanının yüzde 5.22 (2 milyon 113 bin hektar) azaldı.

Tarım alanı büyüklüğünde Türkiye’de üçüncü sırada yer alan Urfa’da 11 milyon 543 bin 201 dekar tarım alanı yer alıyor. 150 bin hektar sulanabilir tarım arazisiyle Türkiye’nin 3’üncü büyük ovasına sahip olan Harran Ovası’ndaki tarım arazileri, 10 yıl içerisinde 3 kat artarak 60 bin dekarı betonlaştı.[33]

Ve nihayet “Önlem alınmazsa, 20 milyon olan kırsal nüfus, 2050’de 4.5 milyona inecek.”[34]

Ortaya çıkan tablo özetle şöyle: 2010 yılından itibaren önce canlı hayvan, ardından et, sonrasında saman ve kurbanlık hayvan ithalatına izin verildi. Mayıs 2016’ya kadar 272 bin baş damızlık sığır, 1.4 milyon baş damızlık olmayan sığır, 2.2 milyon baş koyun ve keçi ile 211 ton sığır eti ithal edildi. Toplam 4 milyar dolar ödendi. Ancak bu dönemde et fiyatları artmaya devam etti.

2003-2015 yılları arasında Türkiye tarım ve gıda ithalatı için 400 milyar TL ödedi. Türkiye; buğdayını, Rusya, Almanya, Fransa ve Ukrayna’dan temin etti. Arpayı İngiltere ve Hırvatistan’dan sağladı. Samanını Gürcistan’dan aldı.[37] Pamuğunu ABD, Yunanistan, Türkmenistan ve Hindistan’dan getirdi. Soyayı Arjantin’den, mısırını ABD, Arjantin ve Brezilya’dan ithal etti. Çeltik ve pirincini ABD, Vietnam, İtalya ve Tayland’dan sağladı. Mısır ve Çin’den kuru fasulye aldı Kanada’dan yeşil mercimek ve nohut ithal etti. ABD, Ukrayna ve Kanada’dan bezelyesini, Bulgaristan’dan kurbanlık koyun, Şili, Uruguay ve Fransa’dan büyükbaş hayvan, Bosna ve Hersek’ten lop et ithal etti.[38]

BİR KAÇ ŞEY DAHA!

“Tarımda ciddi çözülme süreci”nden[39] söz edilirken; ZMO Başkanı Turhan Tuncer de, tarımın içinde bulunduğu durumun tek bir kelime ile özetlenebileceğini onun da “çöküş” olduğunu söylüyor.[40]

Bunlara başka ne eklenebilir ki?

O hâlde buraya kadar değindiğimizi; Mustafa Sönmez’in, “Herkes yakınıyor; gıda fiyatları el yakıyor. Tüketici enflasyonunun geneli yüzde 8, ama gıda maddelerindeki yüzde 15’e yaklaşıyor. Gıdadaki fiyatları dizginlemeden, enflasyonla baş etmek mümkün değil. İyi de niye bu kadar artıyor fiyatlar. Üstelik sadece bu yıl değil. Sadece doğal afetler, don, kuraklık ya da aşırı yağıştan filan değil. 10 yıla bakıldığında tüketici enflasyonunda artış yüzde 122, dolar kuru yüzde 88, ama gıda fiyatlarındaki artış yüzde 167… Demek ki, 10 yılda müzminleşmiş bir hastalık var,”[41] saptamasını eşliğinde şu verilerle noktalayalım!

» Türkiye’de tarım ürünleri tarladan sofraya ulaşana kadar 4 kat pahalanıyor.[42]

» Tüketici enflasyonunda yüzde 14 ile ilk sırayı alan gıdada üreticinin satış fiyatı ile tezgâh fiyatı arasında ortalama yüzde 133 fark var.[43]

» Kırmızı et fiyatları, 2015’de yüzde 25 civarında arttı.[44]

» Çiftçinin elektrik dağıtım şirketlerine borcu 2.1 milyar TL, faiz tutarı 1.8 milyar TL’ye vardı.[45]

» Çiftçinin bankalara, tarım kredi kooperatiflerine borcu 10 yıl öncesine göre 42 kat arttı. [46]

» TZOB Başkanı Bayraktar, önemli 60 bitkisel üründe 110.7 milyon tonluk üretimin, 9.4 milyon tonu daha sofraya ulaşmadan, üretimde, kullanım ve piyasada kaybedileceğini, bu kadar bitkisel ürünün 8-10 milyonluk bir ülkenin tüketebileceğinden fazla bir ürün demek olduğunu açıkladı.[47]

Vaziyet-i umumiye böyle!

12 Ağustos 2017 15:55:32, Çeşme Köyü.


N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:194, Eylül 2017…
[1] Jacques-Yves Cousteau.
[2] Özlem Yüzak, “Küresel Gıda Baronları”, Cumhuriyet, 18 Haziran 2017, s.9.
[3] “Dünyada Tarım Dört Firmanın Tekelinde”, Hürriyet, 8 Ağustos 2013, s.9.
[4] “Gıda Fiyatı Artıyor”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 2017, s.9.
[5] ZMO, tarımda “ucuz olsun” diye yanlış ilaçların da kullanıldığını ve 7 günde hasat edilmesi gereken mahsulün 2 günde toplandığını söyledi. Üniversite araştırma verilerine göre seçilen ürünlerinde yasal sınırın üzerinde kimyasal kalıntı barındıran meyve ve sebze oranı yüzde 25 iken bakanlık verilerine göre bu oran sadece yüzde 2.5… Ancak ZMO verilerine göre Akdeniz Bölgesi tarımda yüzde 36 ilaç kullanımıyla ilk sırada yer alıyor. (“Ziraatçılar: Zehir Var”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2015, s.3.)
[6] Geçerken bir not: Tarımdaki özelleştirme süreci, açık bir peşkeş öyküsüdür. Örneğin TEKEL içki fabrikaları 290 milyon dolara özelleştirilmiş, satın alanlar 1 yıl geçmeden portföyün yüzde 90’ını 800 milyon dolara satmışlar, birkaç yıl sonra da tesisler 2.1 milyar dolara el değiştirmiştir.
Tarımdaki özelleştirme süreci, aynı zamanda bir yabancılaştırma öyküsüdür. Örneğin TEKEL içki fabrikaları Amerikan Texas Pasific Company’den İngiliz Diego firmasına geçmiş, TEKEL sigara fabrikaları ise British Amarican Tobacco’nun olmuştur.
1980’lerin ortalarından itibaren yürütülen özelleştirme sürecinde, “elde edilen toplam gelir” 65 milyar dolardır. AKP dönemi, tüm özelleştirmelerin yüzde 87’sinin yapıldığı bir dönem olarak öne çıkmaktadır. Bu dönemdeki 57 milyar dolarlık özelleştirmenin 12 milyar doları masraflar için harcanmış olup, geriye kalan 45 milyar dolar ise Türkiye’nin 2 yıllık faiz ödemesine karşılık gelmektedir. (Gökhan Günaydın, “Bu Topraklarda Tarıma Elveda Derken… (2)”, Birgün, 17 Eylül 2016, s.11.)
[7] Orhan Sarıbal, “Çiftçiler Neden Hayır Demeli”, Birgün, 15 Şubat 2017, s.11.
[8] Mustafa Çakır, “Tarımda Kara Tablo”, Cumhuriyet, 23 Ocak 2013, s.10.
[9] Mahmut Lıcalı, “Tarımda Muhteşem Çöküş”, Cumhuriyet, 11 Şubat 2013, s.5.
[10] “Türk Çiftçisine Saç Baş Yolduracak Proje”, Cumhuriyet, 27 Mart 2017, s.9.
[11] Ramis Sağlam, “Ferdan Çiftçi: Küçük Çiftçilik Yok Oluyor, Tekeller Güç Kazanıyor”, Evrensel, 28 Ekim 2016, s.7.
[12] Olcay Büyüktaş Akca, “Tarımda Büyük Kayıp”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2012, s.13.
[13] Özlem Yüzak, “Tarıma Bir Ölüm Fermanı Daha”, Cumhuriyet, 30 Haziran 2017, s.9.
[14] “Buğdayda Vergi Düşürüldü, Hasat Mevsimi Çiftçiye Zehir Oldu”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2017, s.9.
[15] “25 Yılda Ekim Alanı Yüzde 60 Azaldı”, Birgün, 19 Ocak 2017, s.11.
[16] “Çiftçiye Yine Yoksulluk Düştü”, Cumhuriyet, 9 Aralık 2016, s.5.
[17] “Çiftçi Toprağı Terk Ediyor”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2015, s.9.
[18] Abdullah Aysu, “Bu Sizi Ne Kadar İlgilendiriyor?”, Gündem, 27 Kasım 2015, s.4.
[19] “Çiftçi Borç İçinde”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2013, s.7.
[20] Abdullah Aysu, “Tarım Bütçesi”, Gündem, 7 Aralık 2012, s.4.
[21] Abdullah Aysu, “Köylüler Yoksullaştırılıyor”, Gündem, 27 Mart 2015, s.4.
[22] “Sarayı Tarıma Tercih Ettiler”, Birgün, 23 Aralık 2014, s.5.
[23] Pelin Ünker, “Beton Ekonomisi”, Cumhuriyet, 25 Ekim 2015, s.11.
[24] Mustafa Kaymakçı, “Tarımda Yitik Yıl 2014”, Cumhuriyet, 28 Ocak 2015, s.2.
[25] “Çiftçi-Sen 2016 Yılı Raporunu Açıkladı: Tarımda İflasın Yılı”, Birgün, 27 Ocak 2017, s.16.
[26] “Çiftçi İcra Kıskacında”, Cumhuriyet, 24 Haziran 2013, s.11.
[27] “Çiftçi Borç Batağında”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2012, s.9.
[28] Abdullah Aysu, “Küçük Çiftçinin Tasfiyesi”, Özgürlükçü Demokrasi, 3 Şubat 2017, s.3.
[29] Yaman Törüner, “Tarım ve Ötesi”, Milliyet, 29 Mart 2016, s.8.
[30] Mustafa Sönmez, “Enflasyon ve Tarımın İhmali”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2012, s.10.
[31] Cengiz Aktar, “Tarımın Sonu- Bir Bilanço”, Taraf, 1 Temmuz 2014, s.6.
[32] “AKP Çiftçiyi Yok Etti”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2014, s.13.
[33] Şehriban Kıraç, “Betonlaşıyoruz!”, Cumhuriyet, 10 Ağustos 2017, s.9.
[34] “Köyler Boşalacak”, Cumhuriyet, 7 Ağustos 2017, s.9.
[35] Olcay Büyüktaş, “Çanlar Tarım İçin Çalıyor”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2017, s.9.
[36] Dünyada ticarete konu olan tohumluk değeri 45 milyar dolar. Türkiye’nin tohumluk ihracatı 12 milyon dolar, dünya tohum ihracatı içindeki yeri yüzde 0.18. İthalatı ise 64 milyon dolar, dünya tohumluk ithalatı içindeki payı da yüzde 1.03. Bu verilere göre Türkiye’nin tohumluk ithalatı, ihracatının tamı tamına beş katı. Yani ithalatçıyız. (Abdullah Aysu, “Milli Tarım Projesi ve Tohumluk”, Özgürlükçü Demokrasi, 16 Aralık 2016, s.3.)
[37] Hayvancılıkta yem bitkisi olarak kullanılan saman, ot ve sapın Türkiye tarihinde ilk kez ithalatına ağustos ayında izin verilmesinin ardından yaklaşık 4 ay içerisinde Türkiye’ye toplam 1342 ton sap-saman ithalatı gerçekleşti. (Mahmut Lıcalı, “4 Ayda 1342 Ton Saman İthal Edildi”, Cumhuriyet, 30 Kasım 2012, s.15.)
[38] Olcay Büyüktaş, “Tarımda Milli Çöküş… Hayati Ürünler Üretilmiyor”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2016, s.9.
[39] Özlem Yüzak, “Tarımı Yok Edene Alkış…”, Cumhuriyet, 29 Haziran 2011, s.13.
[40] “Tam Bir Çöküş”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2013, s.7.
[41] Mustafa Sönmez, “Tarım Toprağını İnşaat Arsası Yaparsan”, Birgün, 9 Mayıs 2015, s.5.
[42] “Tarladan Sofraya Yüzde 400 Zam”, Cumhuriyet, 11 Şubat 2013, s.10.
[43] “Tarımda Fahiş Aracı Kârı: Yüzde 130”, Birgün, 10 Aralık 2014, s.5.
[44] Abdullah Aysu, “Tarım 2015”, Gündem, 8 Ocak 2016, s.3.
[45] Olcay Büyüktaş Akça, “Muhteşem Çöküş”, Cumhuriyet, 30 Kasım 2012, s.15.
[46] Mustafa Çakır, “Ekmekten Vazgeçtiler”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2013, s.7.
[47] “İsraf Edilen Gıdayla 25 Milyon Doyar”, Birgün, 24 Ocak 2017, s.11.