Bir Yeryüzü Biçimi Olarak Beden

Ah o, insanın zengin, gizemli bedeni; bizi beslediğinde bir övünç kaynağı, bir doyum nesnesi… Ama çelişkili bir biçimde ahlâk zincirinin bir halkası, hatta öznesi haline geldiğinde bir utanç aracı…

Diğer cinsiyetle yakınlaştığında neşenin zirvesinde ama aynı zamanda günahın suç ortağıdır. Ve tabii kişinin her an elinin altında bulunan devredilmez mülktür. O, cinsellik kokulu ahlâkın arkasına gizlenen, tümüyle görünmez kılınmaya çalışılan haliyle, böyle büyük bir telaşla yine ahlâkın içine saklanıveren bedenimiz… Gerçi ahlâkın iklimi ne olursa olsun, bedenin motoru her an çalışır; partnerini gördüğünde kararını bildirir. Söz konusu kararı gönül rızasıyla kabul ettiremediğinde depresyonlara davetiye çıkarıyor demektir.

Belki duyguların akılla bağlantı kurmadığı an kişinin en sahici halidir. Bedenin dili aklın diliyle pek de uyumlu çalışmaz. Hayat, tıpkı bir müziğe ayak uydurmak gibi, bedenin çağrısına yanıt verse ve bunu çok doğal bir ahlâk kuralı olarak yapsa ne olurdu? Bu, bedenin yeryüzünde isteyebileceği en güzel şeye kavuşma anından daha kutsanası ne olabilirdi ki. 

Bedenin evi tepededir. Vücudun tam tepesinde… Sadede gelirsem, kişinin evi, baş kısmıdır. Madem kişi, oradan yaşamın içine adım atıyor, yaşamdan dönüp içine kıvrılıyor… Canlıya üç yüz altmış derece eğri çizdiriyor, önüne bitmez tükenmez cennetler/cehennemler seriyor…

Bedenine, tasarlanmış en doygun, en mutlu hayatı yaşatmış kişi sayısı o kadar azdır ki hayatta. Bu konuda akıl mevhumu çok işe yaramış değildir. Kaldı ki, akıl her türlü kötü duygunun anısını silmek yerine yaşatmakla maluldür.

Bedenle mutluluk arasındaki adım küçücüktür. Birisi, küçücük bir adım atar, büyük bir mutluluk doğar içinde. İşte o vakit beden, adeta yeryüzü ötesi dünyalardan gelen çağrıyla uçsuz bucaksız olur. Ama ne yazık ki günümüz toplumunun ahlâk kavrayışı mutluluğun bedenleşmesine pek nadir izin verir. Onun tüm pratiği insanın bedensizleşmesi yönündedir. Elbette beden böyle bir şeye tamamen izin vermez. Ama, fakat, ancak, o gizlenmelidir. Neredeyse gece bir odada ışıkların söndürülüp, oradaki insanların “yüz”süz kılınması, sadece “ses”e indirgenmesi gibi bir şeye işaret eder bu durum. Zaten, tüm tek tanrılı dinler de insanın bedensiz kılınması üzerinden ahlâkileştirilip meşrulaştırılmadı mı?

Her kişi açısından beden, aslında kendisinin sahip olmak istediği öteki bedenin içindedir bir başka anlamda. Varlığının anlamı, kendisine sahip olmasını istediği bedenin anlamının içindedir. İçinde mutluluk duygusu uyandırıldığı oranda kendine iyi davranır; diğer bedenlere daha bir hoşgörüyle yaklaşır. Bu durumda kişinin tek derdi, mutluluğunu yaşayabileceği şeylere bir çerçeve oluşturmasıdır. İşte, beden ancak böylesi bir çerçevenin parçası olduğunda kendini güvende hissedecektir.

Her beden bir çeşit adadır aslında. Sesi, sessizliğiyle kendisini çevreleyen gürültü denizinin ortasındadır. Diğer yandan, aklında kuş cıvıltıları gibi sesler, sol göğsünün altında ani kanat çırpmalar da cabası…

Kendine göre dağlık, ormanlık, düz ovaları vardır. Daha kıyı bölgelerinde, beyaz ıssız bir kumsal başlar. Yer yer seyrek ve bakımsız sazlıklara da rastlanır. Duygular bazen bir köylünün ta iç kısımlardan gelip denizi görmesi gibi ürpertir bedeni. Ten’in bütün dikenleri silahlanır adeta.

Her bedenin gitmekte olduğu -gerekçeleri faklı farklı da olsa- bir beden mutlaka vardır. Ne de olsa bir süreliğine beden, sevginin nesnesini kavramaya, ona sahip olmaya ihtiyaç duyar.

Beden, kalkış ve varış noktaları olan tek yönlü bir yolculuk halindedir sürekli. Yolculuk bazen düz çizgili, bazen istatistik grafikleri gibi inişli çıkışlı ama her halükârda hep ileri ama hep farklı farklı anlamlar yüklenerek yürür kaderine doğru.

Ama nereden bakılırsa bakılsın, beden bazen zor sevdaların, çetin şartların, bazen güneşli, ılık, sert, soğuk iklimin mekânıdır.

Nihayetinde beden, her türlü iktidar ve değer hiyerarşisinden arındığında; insani-kültürel niteliklerinden soyunduğunda aslında eşittir diğeriyle. Bedenleri bedenlerden; toplumları toplumlardan uzaklaştıran yukarıda ifade ettiğim “insan yapımı” özelliklerdir.

Gün gelecek canlı beden ölecek, bu kaçınılmaz. Ama benim muradım, -madem akıl sahibi varlıklarız- ölümün de bedeni hak etmesi yönündedir. Bedene de düşen, ölümün onu hak etmesini sağlayan pratiklerde bulunmaktır. Zira doya doya yaşanmamış bir hayat ölümü hak etmiş olmamalıdır. Toprağı hak etmek de buna bağlıdır. Sonuçta topraktan yükselir hayat. Belki kol, bacak, kaş, göz olarak değil, çiçek böcek, kurt, kuş olarak yeniden yükselir gökyüzüne beden.

Artık her ne ise, insanın gerçek sınırı bedeni ve bedeninin ihtiyaçlarıdır. Bu sınırı ihlal edecek tüm düşünceler, ideolojiler, teknolojiler ve insan yapımı bilumum tutumlar gayrimeşrudur. Son tahlilde, insanın bedeni yeryüzüdür; yeryüzü insanın bedenidir. Yağmalanmaya, yok edilmeye teşebbüs dahi edilmemelidir. 

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)