Normal şartlarda olmuyor seçim süreci Türkiye’de. 14 Mayıs’taki seçimlerde yaşanan usulsüzlükler hala tartışılırken, ikinci turda Cumhurbaşkanlığı seçimi bir referanduma dönüştü artık. Yirmi yıllık siyasal islam hükümeti güç kaybederken, Türkiye tüm mümkünlerin ortasında, adeta bıçak sırtında. 28 Mayıs’ta ikinci turda verilecek karar Türkiye’nin yönünü belirleyecek.
Biraz açarsak, “ılımlı islam” projesiyle iktidara gelen AKP Hükümeti, çıraklık sürecini geçtikten sonra pek ılımlı olmadığını gösterdi. AKP, başından beri cemaat ve tarikatların ortak çatısıydı. Ilımlı islamın “altın nesil »ini yetiştirmeyi hedefleyen Fetullahçılarla bir süre iktidar ortaklığı yapsalar da bu ortaklık iktidarın paylaşım savaşlarında çıkar çatışmalarıyla son buldu. Aslında ılımlı islam projesinin mimarları Fetullahçılardı. Erdoğan hükümeti, Fetullahçıların bu projesinin üzerine çökmüş oldu. 15 Temmuz’da gördük ki, aynı ideoloji ve politikalara sahip olmalarına rağmen “ılımlı islamcılar” birbirlerine karşı bile ılımlı değildiler. Türkiye, korkunç olaylar tünelinden geçti o süreçte. Bu travmalar, toplumun hafızasında hala tazeliğini koruyor.
Fetullahçılardan boşalan alanları, Menzilciler ve diğer tarikatlar doldurdular. Bu arada Fetullahçılar siyasi gücünü bir şekilde korumaya devam etti. Yirmi yıllık siyasal islam rejiminde ekonomik ve siyasal güç elde etti tarikatlar. Elbette, iktidarın olanaklarından vazgeçmek istemeyecekler.
Sedat Peker ile başlayan ifşalar süreci son günlerde bu ilişkiler ağında yer alan farklı kişilerin YouTube videolarında teşhir ve ifşalarıyla devam ediyor. Görünen o ki, işin aslı din, inanç, islam falan kimsenin umurunda değil. Halka pazarlanan bir islamiyet, dincilik ile tam anlamıyla din tüccarlığı üzerinden bir sistem kurulmuş. Bizim telaffuzunda dahi zorlandığımız, büyük miktarlarda para akışı ile yürüyor çıkar ilişkileri. Bu çıkar ilişkilerinde yozlaşmanın bile sınırlarının zorlandığını görüyoruz. Bir topluma yapılacak en büyük kötülük bu! Yozlaşmanın dibine vuran bir toplum direnç gösterebilir mi? Belki de kadayıfın altı böyle kızarıyordur.
15 Mayıs’ta seçimler ikinci tura kalırken, Türkiye tarihinin en gerici parlamentosu oluştu. Fatih Erbakan’ın ve Hüda Par’ın yer aldığı en gerici ittifak ile karşı karşıyayız. Muhalefet, 15 Mayıs’ ın moral bozukluğunu üstünden atmaya çalışırken, Hüda Par, zaman kaybatmeksizin açıklamalara başladı. “Kadına karşı şiddet yasası”ndan bazı maddeler ayıklanmalı ya da kaldırılmalı diyorlar. Hüda Par Genel İdare Kurulu Üyesi Aynur Sülün, 6284 sayılı yasayla ilgili daha ahlaki bir düzenlemeye gidilmesi gerektiğini söyledi. Hüda Par’ın Parti programında yalnız yaşayan kadınların sahiplendirilmesi var. Bu gerici, kadını yok sayan anlayışa karşı mücadele yürütürken talebimiz, yalnız yaşayan kadınlara sosyal devlet güvencesi sağlanmasıdır. Kadınların, sosyal devlet güvencesine ihtiyacı var!
Bütün dinci ya da politik islamcı yapılar, önce kadınların mücadelelerle elde edilmiş haklarına saldırırlar. İran’daki Molla rejiminden tutun da Afganistan’daki Taliban yönetimine kadar aynı tabloyu görürüz. İlk adım kadının sosyal yaşamdan dışlanmasıdır.
Sosyal yaşamdan dışlanan kadının hiçleştirme süreci başlar. Kadınların eğitim hakkı elinden alınarak sadece dini eğitime ve aileye hapsedilir. Bu yüzden, Fatih Erbakan , “ahiret öncelikli eğitime ağırlık vereceğiz” diye seçim vaadini açıkladı. Anlaşılan o ki, Fatih Erbakan, babası Necmettin Erbakan gibi kadayıfın altının kızarmasını bekliyor.
Türkiye tarihinin en gerici parlamentosuna ilk kutlama ise İhvan’dan geldi. Mısır’daki Müslüman Kardeşler, “İhvan” yakınlığı ile bilinen Dünya Müslüman Alimler Birliği kesin olmayan sonuçlara göre Meclis’e AKP listelerinden 4 milletvekili ile giren Hüda Par’a tebrik mesajı gönderdi. Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Al Muhyiddin El-Karadaği tarafından yayınlanan tebrik mesajında şu ifadelere yer verildi : “Hakikaten, Partinizden 4 kardeşimizin milletvekili seçilerek Parlamentoya girmesinden dolayı çok sevinçliyiz.”
İhvancıların bu sevinci boşa değil. İhvancı, selefi ideoloji dünya genelinde kan kaybederken, kendilerine ciddi bir alan açmış oldular. TBMM’ ne milletvekillerini yollayarak siyasi olarak güç kazanmaya çalışacaklar. Önümüzdeki süreçte, gerek parlamento içinde gerek parlamento dışında mücadele hatları belirlenmek zorunda. Her bir yurttaşa görev ve sorumluluklar düşüyor bu noktada. 28 Mayıs sonrası bunları çokça konuşmamız ve tartışmamız gerekecek. Şimdi 28 Mayıs’ta hedefe kilitlenmemiz gerekiyor.
Kadayıfın altı kızarmadan harekete geçip oyumuza ve geleceğimize sahip çıkmalıyız. Sülale hanedanlığı mı yoksa Cumhuriyet mi? Demokratik, laik bir rejim mi yoksa dini bir rejim mi? Otokrasiden teokrasiye geçiş mi yoksa demokrasi mi?
Haydi Türkiye! Kadayıfın altı kızarmadan oyuna ve geleceğine sahip çık. Bu karanlıktan hep birlikte çıkacağız!
Not : Belki yeni jenerasyon « kadayıfın altı kızardı” sözünün nereden geldiğini bilmiyordur. O yüzden not düşme gereği duydum. 12 Kasım 1979’dan 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar süren Adalet Partisi (AP ) Genel Başkanı Süleyman Demirel Başbakanlığı’ndaki koalisyon hükümetini dışardan destekleyen MSP lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, hükümeti “kerhen” desteklediğini söyleyince, “Neyi bekliyorsunuz?” sorusuna “kadayıfın altının kızarmasını” cevabını vermişti.
Bu söylem, dini bir rejime geçiş için kadayıfın altının kızarmasını bekliyorlar, yani şartların olgunlaşmasını bekliyorlar anlamına geliyordu.
- HTŞ’nin Cicim Ayları - 15 Aralık 2024
- Şam Düşerken - 9 Aralık 2024
- Puslu Havada “Etki Ajanlığı” Yasası - 2 Kasım 2024