İslâmî burjuvazinin ortaya çıkışı

Türkiye’de, bir yandan siyaset ve medya, diğer yandan piyasalar ve eğlence mekânları, yeni bir toplumsal grubun hızla yükselişine, ekonomik ve siyasal iktidar yapılarının içine kök salışına tanıklık ediyor. Bu gruba genel olarak AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) burjuvazisi adı veriliyor çünkü AKP iktidarı sayesinde 2000’li yıllardan beri, büyüyen şirketleriyle piyasada, siyasi yönelimleri ve estetik beğenileriyle de kamusal alanda hâkim konuma yükselmiş durumda. Bu yeni burjuvazinin siyasal aygıtı olan AKP de, 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde oyların %49,8’ini alarak kazandığı seçim zaferinin ardından üçüncü kez iktidarını pekiştirerek söz konusu hareketin azminin bir kanıtı adeta. Bu, İslâmî bir burjuvazi; çünkü İslâmîleşmiş bir tüketim ile kendini ortaya koyuyor: pahalı markaların eşarplarıyla örtünen ve 4×4 otomobiller kullanan kadınlar, tesettür defileleri, lüks villaların Osmanlı ya da Mekke esintileri taşıyan iç dekorasyonları, sahillerinde haremlik-selamlık uygulamalarının deniz banyolarını meşrulaştırdığı beş yıldızlı tatil köyleri bu görünürlüğün en çok ses getiren unsurları.

Böylece, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkede kamusal alanın düzenlenişini değiştiren yeni bir ayrışma ilkesi ortaya çıkıyor. Artık her şeyin İslâmî yorumu mümkün: sivil toplumun, edebiyatın, müziğin, medyanın, dizilerin, ticaretin, mimarinin, tatillerin, moda defilelerinin, hatta sosyete hayatının bile… İslâm böylece gösterişli bir hal alıyor ve bu hal, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan laik Cumhuriyet’le polemiğe girmeye başlıyor. “İslâmî” olan, “Müslüman” olandan farklı bir anlam kazanıyor ve yeni bir varoluş biçimini tanımlamak üzere her şeye iliştirilir hale geliyor. Servet harcamanın yeni İslâmî biçimleri, bir tür milli kimlik sorununa dönüşüyor. Siyaset adamları, sosyologlar, iktisatçılar, “İslâmî” ve “laik” entelektüeller bu eşi benzeri görülmedik olguyu “açıklamak”, ona bir anlam atfetmek üzere televizyonlarda tartışmalara çağrılmaya başlıyor. İslâmî burjuvazi kavramı bu yeni servet biçimleri kadar tartışma yaratıyorsa da bu adlandırma hiçbir kesime yar olmuş gibi görünmüyor. Bu kavram hem sınıfsız Türk toplumu fikrini savunan ulusalcı Cumhuriyet ahlakına hem de İslâm ahlakına meydan okur gibi. Hem ekonomik hegemonyalarına, hem de iyinin, güzelin ve doğrunun Batılı bir tarzda tanımlanması tekeline meydan okuyarak gelişip serpilen bu grubun tehdidi altında olduğunu hisseden yerleşik düzenin laik seçkinlerini allak bullak ediyor. Adalet ve eşitlik dini olarak İslâm ile servetin belirli ellerde toplanması arasında hiçbir bağıntı kuramayan dar gelirli emekçi sınıfları da rahatsız ediyor. İslâmî burjuvazinin egemenliği, aynı zamanda İslâm’ın piyasa liberalizmiyle bu denli köklü bir biçimde iç içe geçmesini onaylamayan sol İslâmî entelektüellerin de eleştirilerine uğruyor. Onlara göre, burjuvazi kendine özgü bir bağlamda gelişmiş, tamamen Batılı bir kavramken İslâm, toplumsal adalet amacı güden bir dindir.

Bir Müslüman, burjuva olamaz; İslâm’da burjuvaziye yer yoktur: Bunlar asla yan yana gelemeyecek iki farklı varoluş biçimidir. Öte yandan, liberal laik entelektüellere göre ise Müslümanlar burjuva olabilirler çünkü meşru yollardan edinilmiş servetin, aslen ticaret dini olan İslâm’da yeri vardır. İslâmî burjuvazi terimi, kendilerini alın teriyle yükselmiş, dinine bağlı “gerçek” Müslümanlar olarak gören, sahtekârlığın hüküm sürdüğü bir dünyada inançlarına sadık kalmaya ve küreselleşmiş bir dünyada ulusal ekonomik kalkınmada yer almaya çalıştığını iddia eden servet sahibi müminleri bile huzursuz ediyor. Son olarak, [bu durum] söz konusu olguyu aslında İslâmî hareketin Türkiye’yi “İslâmîleştirme” çabaları olarak gören Batılı entelektüeller arasında da kaygı uyandırıyor.

Tüm bu tartışmaların merkezinde ise isminin kısaltmasında yer alan “Mü”nün laikler tarafından kuşkuyla ve kendileri tarafından ise gururla “Müslüman” sözcüğünün kısaltması olarak yorumlandığı işverenler örgütü MÜSİAD (Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği) bulunuyor. Bu kurum, özellikle derneğin kurucu başkanı Erol Yarar’ın 2009 Temmuzu’nda iki bin kadar MÜSİAD üyesi KOBİ sahibi hakkındaki sözlerinden sonra polemiklerin merkezine yerleşmiş durumda. “Ben buna yeni değil asli [burjuvazi] diyorum” diyor Erol Yarar ve Türkiye’nin gerçek burjuva sınıfı olduklarını vurguluyor.
Türkiye’de sermayenin devlet eliyle oluşturulduğunu, Anadolu sermayesinin ise Batı’daki gibi kendi doğal sürecinde geliştiğini ve bu yüzden de en azından kavramsal olarak bu yeni sermayedarların Türkiye’nin gerçek burjuvazisi olduğu görüşünü paylaşan Yarar ekliyor: “TÜSİAD geçmiş, MÜSİAD gelecek demek.” MÜSİAD 1990 yılında İstanbul’da İslâmî hareketle güçlü bağları olan bir ekonomik seçkinler topluluğu tarafından kuruldu. 2011 yılı rakamlarına göre milli gelirin %15’ini üreten ve 1.200.000’den fazla çalışanı bulunan, farklı ekonomik sektörlerden 2.700’ün üstünde işletme sahibini bünyesinde barındırıyor. Bu işletmeler özellikle Avrupa, Orta Asya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleriyle karşılıklı ticari ilişkileri sayesinde uluslararası ekonomiyle tümüyle bütünleşmiş durumda.

Büyük oranda Anadolu illerinde faaliyet gösteren KOBİ’lerden oluşan dernek, kendisini ülkenin ağırlıklı olarak İstanbul’da konuşlanmış 500 büyük şirketini temsil eden TÜSİAD’ın (Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği) en büyük rakibi olarak ifade ediyor.

Çıkar çatışması, kültürel ve ahlaki çatışmadan, dayanışma ve sosyallik biçimlerinin rekabetinden ayrı düşünülemez. MÜSİAD, dindar Müslüman işadamlarını İslâmî bir iş ahlakı anlayışı etrafında topluyor. Söz konusu işadamları da, kendilerini ekonomi dünyasındaki diğer aktörlerden, özellikle de fazlaca Batılılaşmış ve rantçı olarak tanımladıkları TÜSİAD yönetiminden ayrıştıran bir simge olarak bu anlayışı sahipleniyor. Dolayısıyla MÜSİAD güçlü İslâmî etkiler taşıyan bir kültürel sermaye nin ve çalışma ahlakının taşıyıcısı olarak 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla benimsenen Batı tarzı modernleşmeden farklı bir toplumsal değişim modeli öneriyor.

Bu bakımdan, İslâmî burjuvazi bir çıkar grubu ve MÜSİAD da onun temsilî örgütlenmesi olarak kavramsallaştırılabilir. Derneğin kurucu ve katılımcılarının sergilediği eylemlerin, oluşumundaki sosyo-kültürel dinamiklerin ve bu çıkar grubunun işleyişinin tarihsel-toplumsal bakış açısıyla ele alınması, günümüz Türkiye’sinin toplumsal, ekonomik ve siyasal tarihinin anlaşılması açısından bize önemli bir kapı açacaktır.