Dünya yanıyor. Orman yangınları kıtaları aşıyor, kasırgalar kasabaları yerle bir ediyor, kuraklık çiftçileri topraktan koparıyor. İklim krizi artık bir gelecek senaryosu değil, içinde yaşadığımız acı bir gerçek. Ancak bu krizin sorumlusu olarak gösterilenler, çoğu zaman sıradan insanlar oluyor. Plastik pipet kullanmayı bırakmak, uçak yolculuklarından kaçınmak, et tüketimini azaltmak… Evet, bireysel çabalar elbette önemli. Peki ya bu çabalar, iklim krizinin gerçek mimarlarını gözden kaçırmamıza neden oluyorsa?
Küresel Sermayenin İklim Üzerindeki Karanlık Eli
İklim krizinin gerçek suçluları, bireylerin tüketim alışkanlıkları değil, küresel sermayenin doymak bilmez açgözlülüğüdür. Dünya üzerindeki sera gazı emisyonlarının %71’inden sadece 100 şirket sorumlu. ExxonMobil, Chevron, BP, Shell gibi dev fosil yakıt şirketleri, son yarım yüzyılda atmosfere milyarlarca ton karbon pompaladı. Bu şirketler, gezegenin geleceğini riske atarak kârlarını katladılar. Peki, bu devlerin gücü nereden geliyor?
Fosil yakıt endüstrisi, hükümetler üzerinde muazzam bir etkiye sahip. Lobi faaliyetleri, finansal destekler ve politik manipülasyonlarla, iklim politikalarını yavaşlatıyor, yenilenebilir enerjiye geçişi engelliyorlar. Bu, iklim krizinin çözümünü daha da zorlaştıran bir kısır döngü yaratıyor. Küresel sermaye, gezegeni yok ederken, aynı zamanda bu yıkımın sorumluluğunu bireylere yüklüyor.
Kapitalizmin Doğaya Karşı Savaşı
Kapitalizm, doğayı metalaştıran ve onu bir kâr aracı haline getiren bir sistemdir. Karl Marx‘ın dediği gibi, “Kapitalizm suyun üzerine kâr yazabilseydi, suyu da metalaştırırdı.” Bugün tam da bu yaşanıyor. Kapitalizmin sürekli büyüme ve kâr maksimizasyonu üzerine kurulu olması, doğal kaynakların sınırsızca sömürülmesine ve çevresel yıkıma yol açıyor. Ancak bu yıkım, sadece şirketlerin açgözlülüğüyle sınırlı değil.
Küresel sermaye, iklim krizini daha da derinleştiren bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Gelişmekte olan ülkeler, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların dayattığı özelleştirme ve serbest piyasa politikalarıyla, doğal kaynaklarını kaybediyor. Yerel ekonomiler zayıflıyor, tarım ve sanayi Batı sermayesine bağımlı hale geliyor. Bu, çevresel yıkımı hızlandıran bir süreç yaratıyor.
Bireysel Çabalar: Bir İllüzyon mu?
Bireysel çabalar, çevre bilincini artırmak ve toplumsal farkındalık yaratmak açısından değerli. Ancak, bu çabaların küresel ölçekteki etkisi sınırlı. Plastik kullanımını azaltmak, daha az et tüketmek veya toplu taşıma kullanmak, bireysel karbon ayak izini azaltabilir. Ancak, bu tür önlemler, fosil yakıt şirketlerinin faaliyetleri karşısında çok küçük bir etkiye sahip.
Daha da önemlisi, bireyleri suçlu hissettirmek, büyük şirketlerin ve hükümetlerin sorumluluktan kaçmasını sağlıyor. Örneğin, BP‘nin “karbon ayak izi” kavramını ortaya atması, şirketlerin devasa karbon emisyonlarını gizlemek amacı taşıyor. Bu tür manipülasyonlar, gerçek sorumluların gözden kaçmasına neden oluyor.
Gerçek Çözüm: Sistemi Kökünden Değiştirmek
İklim krizine karşı gerçek bir mücadele, sistemsel değişikliklerle mümkündür. Bu değişiklikler, fosil yakıt şirketlerinin sınırlandırması, karbon salınımını sınırlayan bağlayıcı yasaların getirilmesi ve yerel ekonomilerin güçlendirilmesi gibi adımları içermelidir. Ayrıca, toplumsal hareketlerin güçlenmesi ve küresel sermayenin doğaya verdiği zarara karşı kitlesel mücadeleler yürütülmesi gerekiyor.
Extinction Rebellion, Fridays for Future ve Just Stop Oil gibi hareketler, bu konuda önemli bir rol oynuyor. Bu hareketler, sadece bireysel tüketim alışkanlıklarını değiştirmekle yetinmeyip, fosil yakıt şirketlerine ve onları destekleyen hükümetlere karşı direniş örgütlüyor.
Gerçek Mücadele Nerede?
İklim krizini bireysel tercihlerle çözebileceğimiz düşüncesi, kapitalist sistemin bir yanılsamasıdır. Bu krizin gerçek sorumluları, petrol devleri, onları finanse eden bankalar ve fosil yakıt ekonomisini sürdüren hükümetlerdir. Gerçek çözüm, bu büyük aktörlere odaklanmak ve sistemi kökünden değiştirmekle mümkündür.
Bizler, bireysel çabalarımızı sürdürürken, aynı zamanda gerçek suçlulara karşı mücadele etmeli ve sistemsel değişim için çalışmalıyız. Çünkü plastik pipet kullanıp kullanmadığımızdan çok daha önemli bir mesele var: Kapitalizmin çevreye verdiği zarar nasıl durdurulacak? Bu sorunun cevabı, gezegenimizin geleceği için hayati öneme sahiptir.