İnsan, içinde her türlü kötülüğü yapma potansiyeli taşıyan bir canlıdır.
Nitekim yapıyor da… Hem de hiç acımadan. Kalbinin kuytuluklarında bin türlü çirkinlikler, fenalıklar ortaya çıkmayı bekler haldedir.
Uygun ortamı bulduğunda hemen boy gösterirler. Hem de inanmakta zorlandığımız nice rezillikler, zalimlikler… Bu anlamda dosyası kabarıktır. Say say bitmez.
Çünkü istekleri bitmez insanın…
Doymak bilmez.
Üstelik maddi veya manevi olan bu istekler sadece ihtiyacı olanı ve yeteceği kadarını değil, hep daha fazlasını isteme şeklindedir… Bu istekler de öyle sıradan, doğal ve gerekli olan isteme duygusu değildir bazen. Kimilerinde, adına “ihtiras” denen sonu gelmeyen yoğun, tutkulu, aşırı, kuvvetli istek şeklindedir… İşte insanın içindeki kötülüğü ortaya çıkaran duygulardan biri de budur. Ki, hırstan çok öte bir duygudur. Bunun uğruna yap(a)mayacağı şeyler yoktur. Ve eğer ihtiras varsa bir kişide, temkinli olun, hatta korkun… Belirlediği hedefine yürümek ihtiraslı kişide başka şekilde uygulama bulur.
Gözü görmez, vicdanı ve aklı kenara çekilir. Ya da aklını ihtiras duygusunun emrine verir. Yerine göre çılgınlık haliyle önüne çıkanı yok eden bir saldırganlık hali hüküm sürer. Bazen bu yok etme eylemi, kendini yok etme sonucu doğursa da durmaz.
Bu hedefe kilitlenmiş şiddetli arzu ve istek hali, ihanetle de bağlantılıdır.
Ve ihtiraslı kişi, bundan da çekinmez. Yani herkesin kendi amaçları için normal yollardan gösterdiği mücadeleye, sarfettiği çabaya benzemez onunki. Birçok haksız, hukuksuz, sahte yolu denemekten geri kalmaz.
Yazar Stefan Zweig, “Amok Koşucusu” adlı eserinde, Hollanda sömürgesi olan Hint Adalarındaki bir doktorun amacına ulaşmak için başladığı ölümcül bir koşunun hikâyesini anlatır. Amok sözcüğü Endonezya-Malezya kültüründe bir tür delilik hali, yok edici bir saldırganlık durumudur. Çünkü Amok, hiçbir şeyi duymuyor ve görmüyor. O, sadece hedefine kilitleniyor. Amacına ulaşmak için sadece koşuyor ve yoluna çıkan her şeyi yıkıyor.
Belli bir yere ve ölçüye kadar hırs gerekli olsa da, ihtiras ekstremdir, uç noktadır. Akıl, irade ve sevgiyle buna gem vurmak, vereceği zararları azaltmak belki mümkün.
Ama benliğini ihtiras kaplamış her kişide bu her zaman olanaklı olmuyor, çok zordur.
Kişiyi motive eden, pozitif bir duygu olan ve gerektiği kadar da olmasında fayda sağlanan hırsı kontrol etmek olanaklı. Fakat bu kontrol edilemez bir ölçüye ulaşınca ihtiras haline gelir; bencilleşir ve gözü kara bir tutku haliyle zarar vermeye başlar.
Bu, hayatın her alanında kendini gösterir. Sadece ticaret ve para kazanmak için değil; mevki ve makamlara ulaşmak, bir güç ve iktidar elde etmek, ya da onlara sahipken korumak, kaybetmemek için de ihtiraslar devreye girer. Hedefe ulaşmak için de öne geçmek, hak yemek, çelme takmak, yalanlar söylemek, oyunlara, riyakârlıklara, entirikalara, hilelere baş vurmak; dedikodular yapmak, gerçekleri çarpıtmak, insani değerleri, ilkeleri çiğnemek zor değildir ihtiraslı kişiye. Şöhret, para, mevki yolunda tutkularının esiri olur. İnsancıl ve toplumsal amaçlar taşımaz, ayrıca eleştirilere de kapalıdır.
Kibir, kuruntu, kompleks, korku, kin duygularıyla istediğini elde etmek veya eldekilerini kaybetmemek için her yola başvurur. Bu ürkütücü ihtiras özelliğine sahip kişiler eğer siyasette ve belirli konumlarda toplumsal lider durumundalarsa ve yetkili, hükmeden bir yönetimin de sahibiyse daha da beterdir.
Çünkü uyarıları, önerileri dikkate almadan, bildiğinden şaşmadan yol alır. İhtirasları ve belirlediği hedefler uğruna yaptığı ve de vazgeç(e)mediği yanlışların bedelini milyonlarca yönetilen insan, yani toplum öder.
Tarihte de, günümüzde de birçok ülkede bunun örneklerini görmek mümkündür.
Kötülüğün kaynağında çoğunlukla para, mevki, yönetme isteği, çıkarlar ve bunların arkasına takılmış ihtiraslar yok mudur?
Evet, tam da öyledir…
Bu yüzden para, mevki ve ihtiras için; şeytanın eli değmiş, şeytanın tüyü yapışmış, şeytandan el almışlardır, derler. (Şeytan buna ne der onu bilemem…)
Tüm bunlar bir göz açlığıdır. Karnın açlığını yedikleriyle doyurur ihtiraslı kişi. Ama göz açlığı ölmeden doymaz…
- Sadece Bir Ölüm Değildir Bu… - 20 Eylül 2024
- Köpeği Bırak, Kendine Bir Bak Ey İnsan!.. - 20 Temmuz 2024
- İdeolojik eğitim mi, pedagojik eğitim mi? – Varol Kara - 18 Haziran 2024