İdeolojik mücadele alanı olarak Medya

Bugün cezaevlerinde 166’dan fazla gazeteci var. Adli kontrol ve yurtdışı yasağı ile tutuksuz yargılanan ve sayıları bilinmeyen çok sayıda gazeteci ve yazar bulunuyor. OHAL koşullarında onlarca gazete, dergi, televizyon ve internet sitesi kapatıldı. Özgür basın geleneğinde şimdiye kadar 100’den fazla gazeteci öldürüldü. Türkiye tutuklanan, yargılanan ve katledilen gazeteciler bakımından dünya birincisi sayılır.

Basın özgürlüğü sadece devletin yasaları ve hükümetlerin icazetine dayalı bir ifade özgürlüğü değildir. Bir ülkede özgür basının varlığı, özgür bir geleceğin habercisidir. Tersi durumda o ülkeyi karanlık bir gelecek bekliyor demektir. Artık Türkiye’de basın ve düşünce özgürlüğü diye bir şey kalmadı.

Başkanlık referandumunda Medya’nın Hayır’ı görünür kılmamak için neler yaptığını biliyorsunuz.

Demokrasi İçin Birlik hareketinin Mart ayı raporuna göre, ekranlarda ve gazetelerde Hayır yok. Referandum sanki AKP, MHP ve CHP arasında geçiyor. Parlamentonun 3. Büyük partisi HDP ve bileşenleri yok sayılıyor.

Son günlerde televizyonlarda yayınlanan bir reklam var. Bir adam elindeki Hipnoz Sarkacı ile rakip kanalın insanları uyuttuğunu ima ediyor. Medya bağımlılığını ve Hipnoz etkisini gösteren bu reklam işin özünü anlatıyor.

Tekelci Medya, devlet ve hükümet politikalarına yön veriyor. Düzen partileri de büyük paralar harcayarak seçim propagandalarında görsel medyayı kullanıyor. Devlet destekli oligarşi partileri tekelci medyayı, tekelci medya da partileri ve özellikle iktidar partilerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor.

Holdingler, devlet ve hükümetle iç içe sömürü ve tahakküm ilişkilerini sürdürüyor. Belli başlı Medya aygıtları büyük holdinglere aittir. Holdingler devlet kredileri ve devlet ihaleleri ile besleniyorlar. Tekelci medya-devlet-hükümet-parti ilişkilerinin ortak bileşeni çıkar ilişkileridir. Kapitalist bir devlet ve toplum hayatında sermayenin karşılıklı çıkara dayanmayan hiçbir ilişkisi yoktur. Bu nedenle ağır bedeller ödeyerek özgür bir gelecek için özgür basın geleneğini sürdürenler hariç, sermayeden, devletten ve emperyalizmden bağımsız bir medyanın varlığından söz edilemez.

Egemenlerin sömürü ve tahakkümlerini rahatça sürdürmeler için Medya kitleleri sürü psikolojiyle yönlendiriyor. Halkı ekran başına mahkum ederek siyasal ve toplumsal sorunlardan uzaklaştırıyor.

Medya; gazeteler, dergiler, televizyonlar, radyolar ve internet gibi geniş bir alanı kapsıyor… “Dördüncü Kuvvet” dedikleri, her gün, her saat beynimizin ve bedenimizin her hücresinde varlığını hissettiğimiz görünmez kuvvettir. İyiyi, kötüyü, çirkini ve güzeli aynı anda belirleyen, ürkütücü bir tarzda sergileyen, bize seçim fırsatı vermeden beğenimize sunan gizil bir güçtür. Ve bu gücün yarattığı ideolojik, politik, ekonomik, sosyal, kültürel, etik, estetik vb. popüler değerler, günlük yaşantımıza yön veriyor.

Medyada her olay, modelleme yöntemiyle çarpıtılarak gerçekmiş gibi insanlara sunuluyor. Öyle bir aşamaya geldik ki, artık “gerçekle” ilişkimiz Medya diliyle kuruluyor. Televizyon kanalları “Halk bunu istiyor” anlayışıyla yüksek reyting almak için; içi boş, topluma hiçbir şey vermeyen, anlık ve sadece seyirlik programlar ile tek sesli toplum yaratmaya çalışıyor.

Her televizyon kanalının bir şovmeni, kaşını gözünü oynatan bir spikeri, bir deprem uzmanı, bir güzellik uzmanı, bir güvenlik uzmanı, bir aşçısı, bir sazcısı, bir modacısı, bir yorumcusu, bir falcısı, bir aykırısı var.

Eskiden “Sahibinin Sesi” adıyla taş plaklar yapan bir müzik şirketi vardı. Bu şirketin logosu, gramofona havlayan bir köpekti. Bu logo somut olarak “sahip ve köpek” ilişkisini yansıtıyordu. Bu ilişki Medya’nın bugünkü sistemle ilişkisini açıklayabilecek bir boyut iç içeriyor. Her biri, “Sahibinin Sesi” olan yüzlerce araç tek bir amaca, yani kapitalist üretim ve yeniden üretim koşullarına uygun olarak sistemin korunmasına ve kollanmasına hizmet ediyor.

Hürriyet Gazetesi’nin uzun yıllar Genel Yayın Yönetmenliğini yapan Ertuğrul Özkök “Ben patronumun çıkarlarını düşünmek zorundayım, bu nedenle de bir işadamı gibi davranmalıyım” diyordu. Özkök’ün söylediklerinden “Gazeteci iş insanı” ya da “İş insanı gazeteci” gibi bir durum ortaya çıkıyor.

Türk Medyası’ndaki bu yeni insan tipi; kalemini patronu için silah gibi kullanan, iş takibi yapan, devlet ve hükümet katında gazeteci sıfatıyla kurduğu ilişkileri patronunun daha fazla kar elde etmesi için kullanan ve tabiî ki kendi çıkarlarını da düşünerek büyük kazançlar sağlayan gazeteci tipini oluşturuyor.

Askeri müdahale dönemlerinde cuntalar tarafından yönlendirilen ve bir tür gizli görevler üstlenen gazeteciler de var. “Kurmay gazeteci” denilen bir grup var ki, onlar Harp Akademileri’ne bağlı Milli Güvenlik Akademisi’nde eğitim gören ve ordunun devleti ve toplumu yukarıdan aşağıya doğru yeniden düzenleme ve denetleme görevlerini üstlenen yardımcı kuvvettir.

Bu kurmay gazeteciler kimi zaman yargıç, kimi zaman savcı rollerine bürünerek yargısız infazlar yapıyorlar. Bağlı oldukları Medya grupları arasındaki tekel kavgasında kalemini silah gibi kullanan köşe yazarları da tetikçilik yapıyor.

Siyasetten sanata, spordan edebiyata, sinemadan müziğe kadar her alanda ahkam kesen entelektüel bozuntusu gazeteci ve yazarlar, her gün ve her dakika yapılan ideolojik ve siyasal bombardıman ile kitleleri oligarşinin çıkarlarına göre yönlendiriyorlar. Bunlar Türk medya imparatorluğunun şarlatanlığını, cambazlığını, dalkavukluğunu ve maymunluğunu yapıyorlar.

Bu nedenle egemenlerin ideolojik hegemonya mücadelesinin en önemli aygıtı olan Medya, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde özel bir ideolojik mücadele alanı olarak ele alınmalıdır. Bu amaçla “Medya izleme ve mücadele” örgütleri veya yerel inisiyatifler kurulmalıdır.

Medyanın çirkin yüzünün deşifre edilmesine ve siyasal gerçeklerin açıklanmasına yönelik sivil itaatsizlikler (Gazete almama, televizyon izlememe gibi boykot biçimleri) geliştirilmelidir.

Şaban İBA
Latest posts by Şaban İBA (see all)