Balıkesir’in Sındırgı ilçesi, dün gece iki dakika arayla meydana gelen iki depremle sarsıldı. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından yapılan açıklamaya göre, saat 21.58’de 4,8; saat 22.00’de ise 4,2 büyüklüğünde depremler kaydedildi. Her iki sarsıntının da merkez üssü Sındırgı olarak belirlenirken, depremler yerin 7 kilometre derinliğinde gerçekleşti.
AFAD verilerine göre can kaybı ya da ağır hasar bildirilmedi. Ancak depremin özellikle Balıkesir merkez, Manisa ve Bursa’nın bazı bölgelerinde de hissedildiği ifade edildi. Halk, geceyi tedirginlik içinde geçirirken sosyal medya üzerinden “yapı güvenliği” tartışmaları yeniden gündeme geldi.
Depremler Artık “Sıradan” Bir Haber mi?
Türkiye, özellikle 1999 Marmara Depremi’nden bu yana, “deprem gerçeği” ifadesini neredeyse günlük dilin sıradan bir parçası haline getirdi. Balıkesir gibi Ege ve Marmara fay hatları üzerinde yer alan bölgelerde orta büyüklükte depremler sıkça yaşanıyor. Fakat bu sarsıntılar, toplumun zihninde sadece “doğal bir olay” değil; aynı zamanda devletin hazırlık kapasitesinin sorgulandığı kritik bir eşik anlamına geliyor.
Sındırgı’daki iki dakikalık arayla gelen çift deprem, teknik olarak “artçı” ya da “öncü” tanımlarıyla sınırlı görülebilir. Ancak asıl mesele, böylesi sarsıntıların halkın günlük yaşamında yarattığı tedirginlik kadar, devletin afet politikalarının şeffaflık ve güven verme kapasitesiyle ölçülüyor.
Balıkesir’in Fay Hattındaki Kırılganlığı
Balıkesir, Kuzey Anadolu Fay Hattı ile Ege Graben Sistemi arasında kalan riskli bir bölgede yer alıyor. Sındırgı’nın zeminsel özellikleri, sarsıntıların daha geniş alanlarda hissedilmesine yol açabiliyor. Jeologlara göre 4 ila 5 büyüklüğündeki depremler “orta şiddette” olarak sınıflandırılsa da, yapı stokunun dayanıksız olduğu bölgelerde ciddi riskler doğurabilir.
Yerel halkın sosyal medyadaki paylaşımlarında sıkça dile getirilen “binalar sağlam mı?” sorusu, aslında tekil bir kaygı değil; Türkiye’de kentsel dönüşüm politikalarının hızla rantsal bir karakter kazandığının göstergesi. Deprem gerçeğiyle yüzleşmek yerine, inşaat sektörünün çıkarlarını önceleyen düzenlemeler, küçük sarsıntıların bile toplumda büyük kaygılara yol açmasına neden oluyor.
Afet Yönetiminde Güven Sorunu
Her deprem sonrası AFAD tarafından hızlıca yapılan teknik bilgilendirmeler, ilk anlarda panik havasını dağıtmak için önemli olsa da, toplumun uzun vadeli güven ihtiyacına yanıt vermiyor. Sındırgı’daki son sarsıntılar da bu gerilimi yeniden görünür kıldı.
Vatandaşların aklındaki soru şu: “Bir sonraki büyük depremde devlet gerçekten hazır mı?” Bu soru, yalnızca Balıkesir için değil; İstanbul’dan İzmir’e, Türkiye’nin tüm büyük kentleri için kritik bir kaygıyı ifade ediyor. Depremler, sadece jeolojik bir olgu değil; aynı zamanda yönetişim, kentleşme ve adalet meseleleriyle doğrudan ilişkili bir toplumsal kırılma anı haline geliyor.
Toplumsal Bellek ve Siyasi Sorumluluk
Sındırgı depremleri, büyük bir felakete yol açmamış olsa da, toplumsal bellekte “unutulmuş dersler”i yeniden hatırlatıyor. 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremlerin üzerinden henüz iki yıl geçmişken, devletin sorumluluğu ve siyasi iktidarın afet politikaları yeniden sorgulanıyor.
Deprem sonrası halkın “tedirgin ama çaresiz” bekleyişi, aslında Türkiye’nin kronik bir sorununun ifadesi: Deprem, sadece doğa kaynaklı bir risk değil; aynı zamanda siyasi iradenin sınavı. Ve bu sınav, küçük bir Balıkesir ilçesinde bile toplumun geleceğe dair umutlarını ya güçlendiriyor ya da tamamen sarsıyor.