Hitler tipi bir faşizme doğru

Birkaç yıldır Suriye’de seyrettiğimiz, daha önce, Beyrut’ta, Gazze’de izlediğimiz yıkım ve felaket manzaraları üç aydan beridir ki, devlet terörü olarak Kürdistan’ın 16 ilçesinde izlenmekte. O kadarla da kalmıyor, terör şimdi RTE’nin ısrarla adını anmak istemediği, Davutoğlu’nun müthiş bir sosyolojik analizle, “Esed rejiminin dışladığı insanların tepkisi” diye nitelediği önceki IŞİD şimdiki  İslam Devleti (İD) eliyle Türkiye’nin metropollerine de taşınıyor. Suruç’da, Amed’de Ankara’da patlatılan bombaları İstanbul Sultanahmet katliamı takip etti. İD’nin adını anmamak için RTE katliamı Suriye kökenli bir canlı bomba saldırısı” diye sundu. Mısır’da katledilen bir çocuk için numaradan gözyaşları döken RTE katledilen 11 insan konusunda İD’ye karşı en ufak bir öfke duymaksınızın öfkesini “Bugün Türkiye’nin sorunu… terör sorunudur, Kürt sorunu değildir. ….. Ama bu aydın müsveddeleri, ne yazık ki kalkıp devletin bir katliam yaptığından bahsediyor. Ey aydın müsveddeleri, siz karanlıksınız karanlık. Aydın falan değilsiniz. Sizler ne Güneydoğu’yu ne Doğu’yu, buraların adresini bilemeyecek kadar karanlıksınız ve cahilsiniz. Ama oraları bizler kendi evimizin yolu gibi, adresi gibi çok iyi biliriz“ diyerek Kürdistan’daki katliamlara karşı protestoda bulunan akademisyenlere akıttı.

Aslında bu katliamın da RTE’nin yaratmak istediği gerginlik ortamına, işbirliği yaptığı İD’nin bir katkısı olduğunu ve devamının da mutlaka geleceğini unutmamak gerekiyor.

Bölgede hegemonya savaşları ve İran-TC- İsrail-Mısır-Suudi matriksi

RTE Osmanlı mirasının maddi varlığına sahip çıkmak için koyulduğu yolda ancak onun tarihsel düşmanlığını devralabildi. Yavuz’dan beri sürüp gelen Osmanlı-Pers ya da Sünni-Şia çatışması SSCB’nin yıkılmasının ardından yeniden şekillenen günümüz Ortadoğu’sunun bölünmesinin bir kez daha ana eksenini oluşturdu.

Tarih bilinci İslam prizmasından kırılarak şekillenen AKP iktidarı için İslam, onun tarihsel temsilcisi Osmanlı mirası bölgede hegemonya kurabilmek için gerekli zemini oluşturmaktaydı.

Ancak Osmanlı bu bölünmede bugünkünden avantajlıydı zira Şia’ya karşı geri kalan tüm İslam dünyasının temsilcisiydi. Bugün ise Şia dışında kalan İslam dünyası da kendi içinde bölünmüş ve politik ifadelerini kazanmış bulunmaktadır.

TC ABD’nin SSCB’yi tecrit etmek üzere oluşturduğu yeşil kuşak projesinin ilk adımı olarak oluşturulan CENTO ile birlikte bölgede İhvan-ı Müslim’i ABD karşıtı radikal Arap milliyetçisi rejimlere karşı desteklemeyi görev olarak üstlenmiş ve Türkiye’de oluşturduğu kamplarda, Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika ülkelerindeki İhvancıları askeri olarak da eğitmekteydi. Ne var ki, Sünni İslam dünyasında Osmanlı’nın düşmanı olan ikinci bir akım daha vardı: Arabistan’ın Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanmasına öncülük edenlerin inancı olan Vahabilik; Bu nitelemeyi aşağılayıcı buldukları için de kendilerini selefi olarak adlandırmaktaydılar. Arap Baharı diye nitelenen ve nihayetinde Arap dünyasına bahar yerine cehennem azabını getirmiş olan ayaklanmalarla birlikte bu ayırım özellikle Ihvancıların Mısır’da iktidarı kazanması ve ardından da ABD ve Suudi’lerin desteğiyle iktidardan uzaklaştırılmaları sonrasında ciddi bir önem kazandı.

ABD’nin İran’la ilişkilerini yumuşatmak zorunda kalmasının ardından bu çelişkiye rağmen TC, Mısır’la zıtlık içerisinde yaşamaya devam ederken Suudiler ve Katar’la zoraki bir ittifakı sonuna kadar geliştirmek durumunda kaldı. Hegemonya kurmayı hesaplarken Suudilerin belirlediği politikanın esiri olmaktan, Yemen’de onların hizmetine girmekten kendisini kurtaramadı. Öylesine köşeye sıkışmış durumda ki, dün hegemonyasının temel taşlarından birini oluşturduğunu düşündüğü İsrail’le çatışma, Mısır’da gasp edilen İhvancı iktidarı geri getirme hesaplarını bir kenara bırakıp, her ikisiyle de uzlaşmanın yollarını aramaya girmek zorunda kalmıştır.

Petrol yerine Pers-Osmanlı çatışması ve Kürtler

Bu sıkışmışlıkta Kürtlere karşı alınan tavır çok önemli bir rol oynamakta ve KDP’yi de kendisiyle birlikte tarihsel olarak Kürtlerin ayağa kalkmasının önündeki en büyük engeli oluşturan Pers-Osmanlı çelişkisinin bugünkü versiyonu olan TC-İran bölgesel hegemonya çatışmasının içine çekmektedir. Bunun için tarihen hep karşı durduğu özgür Kürt varlığına karşın, Barzani’nin Bağdat’la olan bağlarını koparıp/sertleştirip, onu çatışmaya ve kendisine muhtaç bırakacak bir politikaya sürüklemek üzere “bağımsızlık” seçeneğini de destekleyebileceğini ilan etmektedir. Bu Kürtlerin tarihen hep batağa sürüklenmesine neden olan bir sömürgeci güce dayanarak diğerine karşı ayakta kalma talihsiz politikasının devamıdır. PKK hareketi çıkışından beri bu talihsiz politikanın bilincinde olarak büyük güçlerden bağımsız bir politik hat geliştirmeye çalıştı. Bugün bütün dünyanın büyük güçlerinin bölgeye yığıldığı ve Kürt mücadelesiyle belli noktalarda kesiştiği koşullarda bu politikadan uzak durabilmek zorlaşmakta ve her an bu tarihsel tuzağa düşme tehlikesi, PYD’nin içine çekilmeye çalışıldığı Dohuk Anlaşması’nda (ABD bombardımanının yardıma gelmesi için Barzani güçlerinin Kobani’de hakimiyet kurmasını kabul ettirme zorlaması) görüldüğü üzere artmaktadır.

Enver Osmanlı imparatorluğunu ayağa kaldırıp Turan’a kadar genişletmek hesabı yaparken onun yıkımına neden oldu ve işgal edilmiş bir Anadolu bıraktı geriye. O da, RTE’nin Emeviye Camii’nde Cuma namazı kılma hayali gibi, bugün saçma sapan olduğunu herkesin söylediği, kara kışta askeri Allahuekber dağlarına göndermeyi dahiyane bir fikir olarak görüyordu. Sahiden de 100 bin asker orada donmayıp Rusları kuşatabilseydi kim bilir neler olabilirdi?

RTE de Osmanlı mirasını ayağa kaldırmaya kalkıştı ve şimdi çatışma halinde olmadığı yakın komşu olarak bir tek Barzaniler kaldı. Onların durumu da RTE’ninkinden daha gayri meşru bir halde. Mesut Barzani 19 Ağustos 2015’ten beri iktidarı fiilen gasp etmiş durumda. RTE ile Barzani’nin ilişkisi tam anlamıyla bir suç ortaklığı. Barzani’ye tabi olmayan Kürtleri bastırma projesini bütün parçalarda birlikte yürütüyorlar. Bundan ikisi de fena halde zarlı çıkacaklar. RTE’nin zararlı çıkması nihayetinde TC’de bir iktidar değişikliği ve Türkiye halklarının huzur bulmasıyla hallolabilir ama M. Barzani’nin uğrayacağı zarar sadece kendisinin değil bütün Kürt halkının felaketi anlamına gelir. 1975’de Irak ve İran anlaştığında bu Kürtler için tam bir felaketle sonuçlanmıştı. Bir anda ABD ve İran desteği Güneyli Kürtlerin arkasından çekilmiş ve Saddam’ın kanlı yok etme harekatıyla yüz yüze kalmışlar, Mustafa Barzani, ABD’de bütün kapıların yüzüne kapandığını görüp biraz da kahrından ölüp gitmişti. Bugün de RTE’nin ipiyle kuyuya inmeye kalkışan Mesut Barzani Kürt halkına benzer bir kaderi hazırlıyor.

Bu maceraperest politika son olarak Irak devletiyle de ilişkilerin çatışma düzeyine varabilecek ölçüde gerilmesine neden olmuştur.

Osmanlı mirası bakiyesi olarak Sünniistan

Musul’a 20 km uzaklıktaki Başika kampına İD tarafından yapıldığı söylenen saldırı tamamen TC askerinin orada kalmasını sağlamak için anlaşmalı olarak gerçekleştirilmiş bir iştir. TC, Barzani ve Musul’u İD’ye teslim eden eski Musul valisi ve Nuceyfi Aşiretinin reislerinden olan Ethil El Nuceyfi taraftarlarının desteğiyle Musul’un düşmesi durumunda İD ile anlaşmalı olarak şehre el koyma hazırlığındadır. TC’nin planının burada da Kürdistan Bölgesel Yönetimi gibi Bağdat’la çatışmalı, TC’ye muhtaç, TC’nin etkinliğinin olduğu bir Sünniistanyaratmak olduğu dünya basınında da iddia edilmekte ve Irak başbakanı Haydar el İbadi’nin bu endişe ile TC askerinin ülkeden çıkmasını istediği bilinmektedir. Zaten eğitim amaçlı olduğu söylenen bu kampın İD’nin burnunun dibinde kurulması eğitim amacından başka niyetlerin olduğunu ortaya koymaktadır. Eğitimse başka güvenli bir yer yok muydu ki, gidip Musul’un 20 km yakınındaki bir alanda kamp kuruyorlar?

Irak hükümeti “Topraklarımızdan çıkın” diye tepinirken, Nuceyfi’nin, “Türkiye devletinin Irak’a sunduğu destek karşısında memnuniyetimizi dile getirmek istiyoruz” demesi, Barzani’nin Türk birliklerini savunurken, Şengal’de kendi bayrağından başka hiçbir bayrağa izin vermeyeceğini açıklaması ortak planı sergilemektedir. Barzani kendi ülkesinde azınlığa düşmüşken bir de PKK yandaşlığı gelişen Şengal Kantonu ile yüz yüze kalmıştır. Bugüne kadar Güney Kürdistan’da örgütlenmesi engellenen PKK hareketi Ezidi’lerin şahsında artık sağlam bir zemin bulmuş olmakta ve bu da Barzani’yi bu etkinliğin başka bölgelere yayılması konusunda ürkütmektedir. Bu noktada TC devleti ile çıkarları tam anlamıyla örtüşmekte ve tehlikeli de görünse TC’nin maceracı çizgisine destek vermesine yol açmaktadır.

Gezi’den beri iç ve bölgesel savaş AKP’nin iktidar aracı oldu!

RTE içerde halkı bloklaştırıp, birbirine iyice düşman ederek kendi taraftarlarını yaptığı her işin sonuçlarını savunmak zorunda bırakmaya çalışıyor ve bunda da şimdiye kadar başarılı oldu. Özellikle Gezi direnişiyle başlattığı bu azgın saldırıyı, 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan sonuçla birlikte telaşa düşen egemen sınıfın tümünün verdiği destekle Kürt hareketini ezme, TC’nin bütününde totaliter bir rejim oluşturma doğrultusunda hızla geliştiriyor. Cumhurbaşkanlığı makamını artık tek yetkili konuma getirmiş ve bu durumda gelebilecek itirazları da Kürdistan’daki saldırılar ve sınır ötesinde girilen maceralarla milli dava örtüsünün altında nötralize etmeye çalışmaktadır. Her anlamda olağanüstü bir hal yaratılmış bulunmaktadır. Valilerin özyönetim ilan edilen kentlerde uyguladıkları sokağa çıkma yasağının hiçbir hukuki temeli olmamasına rağmen, RTE’nin Anayasa’yı ihlal ederek fiili başkanlık yapması gibi Kürdistan kentlerinde de hukuk ve insanlık dışı bir uygulama gerçekleştirilmektedir. Tahir Elçi’nin herkesin gözleri önünde bizzat polis tarafından katledilmesi, öldürülen Kürtlerin akrep araçlarının arkasında sürüklenmesi, kadınların cinsel organlarına ateş edilmesi gibi iğrenç uygulamalar, ilçelerin topa tutularak boşaltılması 90’lı yılları geride bırakacak gelişmelerin işaretidir.

Hükümetin yakın dönem planının ne olduğunu İçişleri Bakanı Efkan Ala açıkladı: “Kamu düzeni sağlandıktan sonra çözüm gündeme getirilecek.” Yani Amed’in duvarlarına yazılan “Türksen öğün, değilsen itaat et!”  faşist şiarı hayata geçirilecek. Bu “çözümün” kimlerle görüşüleceği ise yandaş basında şöyle yer alıyor: Kürt sivil toplum örgütleri, diğer partiler ve kanaat önderleri. Bunun anlamı, AKP yanlısı kimi kurumların temsilcileri, AKP’li aşiret reisleri, korucular ve PKK düşmanlığıyla siyaset yaparak hükümete yaranmaya çalışan tırşıkçı partiler. Öcalan’ın ve HDP’nin bu kompozisyonda yer almayacağı, belki sonraları bunların da düşünülebileceği açıklanıyor. Belkinin anlamı, diz çöküp teslim oldukları takdirde onlara da masada yer verilebilir ama artık tek muhatap olarak kabul edilmeleri de sözkonusu olamaz. Yani 15 yıldır oynanan oyalama oyununa yeni bir nitelik kazandırarak hareketin tasfiyesine çaba gösterilmesi düşünülüyor. Onlar bunu düşünüyorlar da Özgürlük Hareketi pasifçe bu gelişmelerin sonucu beklemiyor tabiatıyla. Med Nuçe TV’ye açıklama yapan Duran Kalkan, “Kimin kime diz çöktüreceğini göreceğiz!” diyor.  Karayılan da Sterk TV’ye açıklamasında “’Halkımız bilmelidir ki bahar gelecek katledilen sivillerin intikamının alacağız…. Halkımız şunu bilsin, bahar olduğunda darbe yiyecekler. Onlar da biliyor bunu. Ama halkımız direnmeli” dedi. Bu da gösteriyor ki, Özgürlük Hareketinin karşı duruşu sadece 16 kentte (Karayılan bunların sayısının 30 olduğunu söylüyor) süren direnişle kalmayacak, başka direniş biçimleri de ortaya konulacak. AKP’nin umduğu ise kent direnişleri çok kısa bir sürede bitirerek söz konusu planı hayata geçirmek idi. Ama zaman uzadıkça uzuyor ve Ortadoğu bölgesindeki gelişmeler de bu arada iyiden iyiye TC devletinin aleyhine şekillenmeye devam ediyor. Bahara nasıl bir durum ortaya çıkacak belli değil ama bunun TC devletinin aleyhine olacağına da kuşku yok.

Hükümet’in Kürdistan’da uyguladığı zulüm, uygulayıcıları da artık bir noktaya getirmiş olmalı ki, Hükümet askere ve polise gönderdiği talimatnamede “Savcının önüne çıkmaktan korkmayın!” diyor. Bu tam anlamıyla askeri, polisi, korucuyu suç işlemeye teşvik etmek demektir. Bu, “Suç işlemekten korkmayın, size bir şey olmayacak!” demekten başka bir anlama gelmez. Ama bunun gösterdiği bir başka gerçek de asker ve poliste görülen istifalardır. Daha önceki istifalara ek olarak 23 profesyonel askerin Şırnak’ta istifalarını verdiği haberi basında yer aldı. Yapılan zulüm artık birçokları tarafından yürütülmek istenmemektedir ki, Hükümet böyle bir talimat yayınlayarak onları suça itmeye çalışmaktadır.

Anayasa yoluyla faşizme geçiş

Savaşan orduların bile  birbirlerine ölülerini toplamak için imkan tanıdığı bir dünyada, TC devleti Kürdistan’da“gömülme hakkı”nı bile ortadan kaldırdıktan sonra AKP, 12 Eylül Anayasasından kurtulmak üzere“demokratik bir anaya yapmak için” harekete geçiyor. İç ve dış savaş koşullarında yapılsa yapılsa yeni bir 12 Eylül anayasası yapılır. RTE’nin daha yumuşak koşullarda gerçekleştirdiği 12 Eylül anayasa değişikliklerinin bile nasıl bir diktatörlük zemini hazırladığını gördükten sonra savaş koşullarında onun bin beterinin gerçekleşeceğine kuşku yok. Tüm dünyanın kabul ettiği gibi RTE’nin amacı toplumsal uzlaşmaya dayalı demokratik bir anayasa yapmak değil, kurmak istediği Hitler tipi bir faşist rejimin başkanlık sistemi yoluyla gerçekleştirilmesinin yolunu açacak bir Anayasa yapmaktır.

RTE bu niyetini bir konuşmasında başkanlık sistemine örnek olarak Hitler Almanya’sını örnek vermek suretiyle apaçık ortaya koymuştur. Basının söylediklerini tahrif ettiği saldırısının ardından yapılan düzeltme ise tam İncili Çavuş mazeretlerine benzemiştir: Yapılan düzeltmede RTE’nin Hitler Almanya’sında olduğu gibi başkanlık sisteminin istismar edilebileceğini ama asıl önemli olanın “millete hizmet eden adil bir yönetimin varlığıdır”dediği söylenmiştir. Aslında tam da böyle diyerek Hitler tipi bir rejimin arzulandığı ama meselenin Hitler’in “millete hizmet eden adil bir yönetim” oluşturamamasında yattığı ifade edilmiş olmaktadır. Halbuki, RTE “İslam’dan aldığı Hz. Ömer adaletiyle, Türk milliyetçiliğinin verdiği millet aşkıyla” Hitler’in düştüğü istismar konumuna düşmeyecektir. Birçok insan “Bu kadar aptalca bir ifadeyi nasıl olur da kullanır?” diye inanmak istemese de, bunun başka meselelerde de uygulanan vidayı somuna uydurmak için yapılan bir ileri bir geri manevrası gibi olduğunu görmek gerekir. Ölüm gösterilmiştir; şimdi sıtma ehven olabilecektir.

Dünyada uygulamada olan 25 başkanlık sisteminden 20’sinin geri bıraktırılmış totaliter ülkeler olduğu gerçeğine rağmen RTE milletin gözünün içine baka baka, “Bütün gelişmiş ülkelerde başkanlık sistemi olduğu” yalanını söylemekten çekinmemektedir.

Aslında Türkiye bu yola çoktan girmiş bulunmaktadır. Geçen yılın başında çıkarılan Kamu Güvenliği Yasası bu geçişin önemli bir adımını oluşturmaktaydı. Oluşturulan Sulh-ceza hakimlikleri aracılığıyla istedikleri insanı tutuklatmakta, ev baskınları, yaygın GBT kontrolleri vb yoluyla polis denetimi artırılmakta, açık ya da örtülü infazlar yeniden günlük hayatın bir parçası haline gelmekte,  hakaret davası, casusluk, devlet sırrı kılıfları ardında basın özgürlüğü tümüyle ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

Beyaz gibi eğlence programı yapan birisine uygulan linç girişimi ve dava açılması tam anlamıyla örnek bir hal oluşturmaktadır. Bu ibretlik olay aracılığıyla medyada yandaş olmayanlara ciddi bir ders verilmek istenmiştir. Başka örneklerine de rastlayacağımıza kuşku duymamak gerekiyor. Bu faşizmin tarafsız insan bırakmayan, “ya bizdensin ya düşman” taktiğinin ta kendisidir.

Baskı tedbirleri sadece politik alanla sınırlı kalmamaktadır. Memurlara belli bir güvence sağlayan 657 sayılı yasanın değiştirilmesi, kıdem tazminatlarının kaldırılması önümüzdeki haftaların gündemini oluşturmaktadır.

Diğer partilerin rekabeti dolayısıyla seçimlerde söz verilmiş olan asgari ücret konusu tam bir farsa dönüşmüştür. Asgari ücretin 1300 TL’ye çıkarılması kararlaştırıldı ama bunda da hileyi şeriye devreye sokuldu: Asgari ücret 1300 TL’ye çıkıyor derken 780 liraya indirildi. Zira 1300’ün yüzde 40’ını patron değil halk ödeyecek. Hazine bu yüzde 40’ı halktan vergi yoluyla alıp patrona verecek; o da işçiye!

Günlük hayata müdahale her adımda biraz daha artmakta, Diyanet İşleri ensesti meşrulaştıran, Sünnilerin Alevilerle evlenemeyeceği konusunda fetvalar veren bir pervasızlık sergiler hale gelmektedir. Faşizmin her yerde dini yedeğine alarak ilerlemesi  gerçeği bizde de ifadesini bulmaktadır.

Bütün bunlar siyasi, iktisadi ve sosyal alanlarda toplumun içten denetimini devlet denetimiyle bütünleştiren Hitler tipi bir faşizmin temel taşlarını oluşturmakta ve RTE’nin alaşağı edilmesini her türlü kaygının önüne geçirmektedir.