Tarihsel deneyimler, ulusal ve etnik sorunların yalnızca silahlı bir örgütün kendini feshetmesi veya silah bırakmasıyla çözülmediğini defalarca göstermiştir. Türkiye’de de benzer bir beklentinin gerçeğe dönüşmesi için Kürt meselesinin yalnızca güvenlik perspektifiyle ele alınmasının ötesine geçilmesi gerekmektedir. Zira bu mesele, yalnızca bir çatışma sorunu değil; derin tarihsel, kültürel ve sosyo-ekonomik köklere sahip, yapısal değişim gerektiren çok boyutlu bir meseledir.
Dünyadaki benzer örneklere bakıldığında, ulusal meselelerin çözümü için silah bırakma sürecinin her zaman daha geniş reformlarla desteklendiği görülmektedir. Kuzey İrlanda’da IRA’nın silah bırakması, 1998’de yapılan Hayırlı Cuma Anlaşması’yla mümkün oldu. Bu süreç, sadece silahlı mücadelenin sona erdirilmesini değil, aynı zamanda İrlandalıların siyasi temsiliyetini artırmayı, dil ve kültürel haklarını güvence altına almayı ve bölgedeki ekonomik eşitsizlikleri gidermeyi hedefledi. Benzer şekilde, Güney Afrika’da Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) silahlı mücadelesi, apartheid rejimi sona erdirilmeden, siyahlara tam yurttaşlık hakları tanınmadan bitirilmedi. Kolombiya’da FARC ile yapılan barış anlaşması da, sadece silah bırakmayı değil, kırsal kalkınma programları, tarım reformları ve gerillaların siyasete entegrasyonunu içeren geniş kapsamlı bir dönüşüm sürecini gerektirdi.
Bu örneklerin ortak noktası, silah bırakmanın hiçbir zaman kendi başına bir çözüm olarak görülmemesi ve ancak demokratikleşme, kültürel haklar, ekonomik reformlar ve toplumsal barış süreçleriyle desteklenirse kalıcı bir sonuca ulaşılabilmesidir. Türkiye’de Kürt meselesine dair yürütülen tartışmalar ise çoğunlukla bu gerçekliği göz ardı etmekte, meseleyi yalnızca güvenlik eksenli bir çerçevede değerlendirmektedir. Oysa Kürt halkının siyasal, kültürel ve ekonomik hakları göz ardı edildikçe, silahların susması uzun vadeli bir barış sağlamaktan çok, yalnızca çatışmanın biçimini değiştiren geçici bir sessizliğe yol açacaktır.
Kürt Meselesinin Yapısal Dinamikleri ve Siyasal Temsiliyet
Türkiye’de Kürt kimliği uzun yıllar boyunca inkâr siyasetiyle karşı karşıya kalmış, bu durum yalnızca devletin baskı politikalarıyla değil, anayasal ve kurumsal düzeyde de desteklenmiştir. Anadilde eğitim hakkının tanınmaması, Kürtçe’nin kamusal alanda kullanımına yönelik sınırlamalar, Kürt kültürel mirasının devlet eliyle baskılanması, yalnızca sembolik değil, doğrudan günlük yaşamı etkileyen pratiklerdir. Bugün dahi Kürtçe üzerindeki yasakçı tutum devam etmekte, dil ve kimlik meselesi yalnızca folklorik bir öğe olarak tanımlanarak Kürtlerin siyasal ve toplumsal talepleri görmezden gelinmektedir.
Siyasal temsiliyet açısından bakıldığında, Kürt halkının demokratik yollarla seçtiği temsilcilerin sistematik olarak kriminalize edilmesi, yerel yönetimlere yönelik kayyum uygulamaları ve siyasi partilere yönelik baskılar, çözüm sürecini imkânsız hale getiren başlıca unsurlar arasındadır. Kürtlerin siyasal iradesinin tanınmadığı bir ortamda, devletin çözümü yalnızca bir silahlı hareketin sona erdirilmesine indirgemesi, çözüm sürecinin en temel dinamiklerini göz ardı etmek anlamına gelir.
Demokratikleşmenin temel gerekliliklerinden biri olan yerel yönetimlerin özerkliği meselesi, Kürt meselesi bağlamında çok daha kritik bir noktada durmaktadır. Türkiye’de merkeziyetçi yönetim anlayışı, yerel yönetimleri güçlendirmek yerine onları birer bürokratik uzantı haline getirmeyi hedeflemiş, özellikle Kürt illerindeki belediyelerin işlevsizleştirilmesi yoluna gidilmiştir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, Kürt halkının kendi seçtiği temsilciler tarafından yönetilmesini sağlayacak en önemli demokratik mekanizmalardan biridir. Ancak mevcut durumda, kayyum politikaları ve seçilmiş temsilcilere yönelik yargısal baskılar nedeniyle bu mekanizma ciddi biçimde tahrip edilmiştir.
Ekonomik Adaletsizlikler ve Bölgesel Kalkınma Sorunu
Kürt meselesinin bir diğer temel boyutu da ekonomik adaletsizlikler ve bölgesel eşitsizliklerdir. Türkiye’de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeler, yıllardır ekonomik olarak geri bırakılmış, kalkınma projeleri adı altında büyük sermaye gruplarına rant sağlamak amacıyla şekillendirilmiştir. Tarım ve hayvancılık gibi geleneksel geçim kaynakları büyük oranda tasfiye edilirken, bölgedeki ekonomik hayat büyük şirketlerin çıkarlarına hizmet edecek şekilde düzenlenmiştir.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki işsizlik oranları Türkiye ortalamasının çok üzerindedir. Sanayileşmenin gelişmemesi, yerel ekonominin büyük ölçüde merkezi politikalar doğrultusunda şekillendirilmesi, bölgedeki genç nüfusu ya göçe zorlamakta ya da işsizliğe mahkûm etmektedir. Eğer Kürt meselesinde gerçek bir çözüm hedefleniyorsa, bu ancak ekonomik adaletin sağlanmasıyla mümkün olabilir. Bölgenin üretim süreçlerine etkin bir şekilde katılımının sağlanması, merkeziyetçi kalkınma anlayışından vazgeçilmesi ve yerel ekonominin güçlendirilmesi gerekmektedir.
Gerçek Barış İçin Ne Gerekiyor?
Silahların susması, barış sürecinin yalnızca bir başlangıç noktası olabilir. Ancak barışın kalıcı hale gelebilmesi için hukuk devleti ilkelerinin yeniden inşa edilmesi, Kürt halkının kültürel ve siyasal haklarının güvence altına alınması, ekonomik eşitsizliklerin giderilmesi ve demokratik temsiliyetin güçlendirilmesi gerekmektedir.
Tarih, silah bırakmanın tek başına bir çözüm olmadığını açıkça göstermektedir. Eğer Türkiye, Kürt meselesini gerçekten çözmek istiyorsa, yalnızca bir silahlı örgütün tasfiyesi üzerinden bir süreç yürütmek yerine, toplumsal barışı sağlayacak yapısal reformlara yönelmek zorundadır. Aksi halde, bugün sona erdiği düşünülen bir çatışma, yarın başka biçimlerde yeniden gündeme gelecektir. Kürt halkının haklarını güvence altına almayan, yalnızca güvenlikçi perspektifle yürütülen bir süreç, barış değil, yalnızca yeni bir kriz döneminin habercisi olacaktır.