Hegel ve Sol Hegelciler: Devlet Disiplininin Diyalektiği

Hegel’in devlete bakışı, ilk bakışta gerçekten etkileyici. Ona göre, devlet bireylerin özgürlüğünü en yüksek seviyede yaşadığı, ahlaki yükümlülükler ve hakların birleştiği bir yer. Yani devleti, insanın en ideal şekilde özgürleşebileceği bir alan olarak görüyor. Ama burada çok önemli bir soru var: Bu özgürlük gerçekten bireyin özgürlüğü mü, yoksa dönemin Prusya monarşisini savunan bir ideoloji mi? İşte burada, Sol Hegelciler devreye giriyor.

Sol Hegelciler, Hegel’in devlet anlayışını ciddi şekilde sorgulamışlar. Özellikle Marx, Hegel’in devlete dair görüşlerini yıkmaya çalışmış. Hegel’e göre devlet, toplumun bir ürünü, yani aklın yeryüzündeki somutlaşması, ama Marx diyor ki: “Hayır, devlet aslında bir sınıfın diğerini baskı altına almasının aracıdır.” Yani, Hegel’in ideal devleti, Marx’a göre sadece burjuvazinin çıkarlarını koruyan bir düzenek.

Hegel’in Devleti: Özgürlük mü, Baskı mı?

Hegel, devleti “etik yaşam” dediği bir alan olarak tanımlıyor. Birey, devlete bağlı kalarak hem özgürleşiyor hem de ahlaki bütünlüğünü sağlıyor. Ama Sol Hegelciler, bu etik yaşamın aslında sınıf çıkarlarını koruyan bir maske olduğunu öne sürüyorlar. Devlet, bireylerin özgürleşmesi için değil, mevcut düzenin devamı için işliyor. Yani Hegel’in “etik yaşam” dediği şey, kapitalizmin çıkarlarını savunan bir araçtan başka bir şey değil.

Marx, Hegel’in devlete dair fikirlerini çok daha farklı bir perspektife oturtuyor. Hegel, devleti toplumun akıl ve ahlak tarafından şekillendirilen bir ürünü olarak görüyordu, ama Marx’a göre devlet, tam tersi, toplumdaki sınıf çatışmalarının bir sonucu. Marx’a göre, devlet halkın özgürlüğünü savunan bir alan değil, aksine, mevcut toplumsal eşitsizlikleri pekiştiren ve egemen sınıfın çıkarlarını koruyan bir yapıdır. Hegel’in idealizmi, Marx’ın gözünde burjuvazinin baskısını gizleyen bir örtüden başka bir şey değil.

Bugün: Hegel mi, Marx mı?

Peki, günümüzde devletin rolü nedir? Gerçekten de Hegel’in dediği gibi bir özgürleşme alanı mıdır, yoksa Marx’ın eleştirisini haklı çıkaracak şekilde sadece sınıfların çıkarlarını mı savunuyor? Kapitalizmin bugünkü hali, devletin aslında kapitalist sınıfın çıkarlarını koruyan bir mekanizma olarak çalıştığını gösteriyor. Hegel’in devleti özgürlüğün somutlaşması olarak görmesi, günümüz dünyasında fazla idealist kalıyor.

Hegel’in diyalektiği, yani tez, antitez ve sentez fikri, Sol Hegelciler tarafından felsefi bir devrim haline getirildi. Hegel’in idealist devleti, Marx tarafından somut, sınıfsal bir eleştiriye dönüştü. Bu değişim sadece felsefi bir dönüşüm değil, aynı zamanda siyasette de devrimci bir kırılmaya işaret ediyordu.

Hegel’in Devleti mi, Marx’ın Eleştirisi mi?

Sonuçta, Hegel’in devleti idealize eden bakış açısını kabul etmek, Marx’ın devletin sınıfsal baskılarla şekillenen bir araç olduğu eleştirisiyle çatışıyor. Bu çatışma, sadece felsefi değil, bugün devletin, özgürlüğün ve eşitliğin ne anlama geldiğini anlamamız için hâlâ çok önemli bir tartışma.

Bana kalırsa, Hegel’in devleti “aklın yürüyüşü” olarak görmesi biraz naif bir bakış açısı. Marx’ın eleştirisi ise bugünün dünyasında daha geçerli. Devleti idealize etmek yerine, onu sürekli sorgulamak gerekiyor. Hegel’in aklı mı, Marx’ın eleştirisi mi? Bu soruyu bugünün toplumunda sormaya devam etmemiz gerek.