Hal ve Gidiş Can Sıkıcı                                               

Teflon tava gibi olayım diyorum; hiçbir şey yapışmasın kafama ve gönlüme.

Ama ne mümkün…

Ya da; birazcık kaygısız, aldırmaz biri olsaydım, acaba daha mı kolay mutlu olan biri olurdum? Onu da yapamıyorum. Bünyeye uymuyor, istemem…

“Üç maymun”u oynayayım istiyorum…

Yani görmeyeyim, duymayayım, söylemeyeyim diye… O da olmuyor.

Olmasın da zaten. Görmeliyiz, duymalıyız, söylemeliyiz; çünkü insana duyarlılık gerek…

Sadece söylediklerimizden değil, söylemediklerimizden de sorumluyuz.” demişti ya Aziz Nesin.  Haklı değil mi?  Görmezden, duymazdan gelmek, söylememek, umursamamak  insanlıktan çıkmak ve susmak insan olmaktan vazgeçmek değil midir?

İnsanız;  akıl var, göz var, kulak var, dil var… En önemlisi vicdan var.  E vicdanının sesini de dinliyorsan, ki dinlemeli; o zaman hiç huzurun olmaz.

Olmuyor da zaten…

Gazeteleri, televizyonları, interneti, sosyal medyayı, siyasileri, iktidardakileri, muhalifleri, kanaat önderlerini, yazarları, araştırmacıları, sosyologları, ekonomistleri, sağlıkçıları, eğitimcileri izliyorum, okuyorum, dinliyorum.

Olup biteni, yaşananları görüyorum ve bilmeye, anlamaya gayret ederken, yaşananların arka planlarını, görünmez yüzlerini fark etmeye çalışıyorum. Vallahi daralıyorum…

İzle televizyonları, gir internete, gözle insanları, oku gazeteleri kitapları, dinle haberleri; için kararsın, keyfin kaçsın, tansiyonun yükselsin, öfkelen dur…

Yalanın, talanın, arsızlığın, hırsızlığın, haksızlığın, yolsuzluğun, yoksulluğun, iftiraların, çarpıtmanın, tacizin, tecavüzün, kabalığın, öfkenin, huzursuzluğun, her yerde sonu gelmeyen şiddetin, artan bireysel silahlanmanın, sahtekârlığın, torpilin, avantacılığın, kandırmaların, hak yemenin, işsizliğin, sonu gelmeyen zamların,  geçim sıkıntısının, haksız kazancın, her alanda derinleşen eşitsizliğin, ayrımcılığın, liyakatsizliğin, kısıtlanan hak ve özgürlüklerin, yasakların, bitmeyen adaletsizliğin, gelecek kaygısı ve umutsuzluğun, göçlerin, göçmenlerin, yok edilen tarım alanlarının, kendi kendini besleyen ülke olmaktan çıkmanın, boşalan köylerin, tıkış tıkış şehirlerin, içinden çıkılmaz trafiğin, sinir katsayısı yükselen ve tahammülü azalan öfkeli toplumun, mahvedilen doğanın, iklim krizine dayalı sorunların, betona gömülmüş yaşamların, yaşanan depremin kahreden sonuçlarının, beklenen deprem korkusunun, kesilerek ve yakılarak yok edilen ormanların, haksız ve kayırmalı ihalelerin, kural ve kanun tanımazlığın, denetimsizliğin, cehaletin, adalete güvensizliğin, bozuk ağızlarla yapılan siyasi çekişmelerin, giderek artan intiharların ve uyuşturucu kullanımının, işlenen kahredici cinayetlerin, çoğalan suç oranlarının, sayısı yükselen boşanmaların, zorlu yaşamlar sonucu çoğalan depresyonluların, kin ve kibirlerin, hırs ve ego savaşlarının, mevki makam kapışmalarının, fitne fesatın vs…

Kısacası  daha nice dal budak salarak büyüyen sorunlar, çirkinlikler, kötülükler…

O kadar can sıkan, huzur bozan, mutsuz eden durumlarla, iç yakan olaylarla, keyif kaçıran yaşananlarla yüz yüze kalıyoruz ki, listelere sığmaz…

Sanki kaybeden hep iyiler ve iyilik; kazanan ise hep kötüler ve kötülük…

Öyle değil tabii ki ama, tanık olduklarımız kimi zaman öyle düşündürtüyor…

Ve tüm bu olup biten karşısında halkımızı gözlemliyorum…

Onların anlaşılmaz suskunluğunu, yaşadıklarını, duyarlılığını, duyarsızlığını, bakışını, konuştuklarını, yaklaşımını, bildiğini, bilmediğini, doğru düşünenleri, acınası fikirsizleri, sosyal ilişkilerini, farkında olanları, olmayanları, sayısı hayli fazla olan cehaletin kör ettiklerini, korkudan susanları, her şeye rağmen susmayanları, dik duranları, ürkenleri, haykıranları, seviyesizleri, çıkarcıları, yanlış ve haksızlığı görmezden gelenleri, bakıp görmeyenleri, ahlaksızları, vurdumduymazları, haksızlığa direnen ve mücadele eden azınlığı, örgütsüz çoğunluğu, doğru ve yeterli önderlik yapamayan muhalif partilerini vs…vs…

İnanın geriliyorum…

Hadi gel de şad ol, mutluluk yaşa, huzur bul…

Hele bir de tüm olup bitenlerin nedenleriyle, süreçleriyle, arka planlarıyla, neticeleriyle ilgili sorgulamaların, araştırmaların ve tüm bunlarla ilgili farkındalığın varsa rahat yok sana…

Şair P. Neruda demiş ya; “Bilmek acı çekmektir.” diye…

Dünyanın haline ve yurdumda yaşananlara bakınca yorgunluk, üzüntü, acı, kızgınlık, bıkkınlık, kaygı vs…olumsuz ne kadar duygu varsa doluyor bazen içime. Bu hal iyi de değil, doğru da değil tabii ki…

Ben mi karamsarım yoksa?..

Sanmıyorum; çünkü aynı iç sıkıntısını yaşayan o kadar çok insanla karşılaşıyorum ve konuşuyorum ki çevremde…

Çok şeyin farkında olmak, bilmek, bunlara kafa yormak ruh ve zihin yorgunluğundan, huzursuzluktan, mutsuzluktan  başka bir şey getirmiyor galiba.

Galiba değil öyle…

Bu ülkenin gündemi hakikaten ağır ve zorlayıcı.

İyi gelmiyor insana vesselam…

Toplumca sürekli  zordayız, dardayız, sıkıntı halindeyiz, cephelere ayrılmışız, öfke içindeyiz, tahammülsüz ve kavga halindeyiz, bozuk psikolojiler içindeyiz vs…

Netice olarak, asık yüzleri güldüren güzellikleri doyasıya yaşamaktan yoksunuz.

Uluslararası insani gelişmişlikte, hukukta, özgürlüklerde, demokraside, gelir dengesizliğinde, mutlulukta ve benzer ölçümlerin endeks sıralamalarında ülke olarak listelerdeki yerimiz de ne yazık ki iç açıcı, iyi durumda değil.

Kimsenin bulunduğu ve var olduğu yerden, halinden ve de yaşadıklarından memnun olmadığı, gergin, huzursuz bir toplumla karşı karşıyayız…

Ülkelerin her alandaki gelişmişliğinden, gelişmemişliğinden, halkının refah, huzur ve mutluluğundan  dünden bu güne her zaman yönetimler sorumludur.

Yönetimleri  seçimle belirlemek ise halkın sorumluluğudur. Fakat gel gör ki, seçtiği ve icraatlarını beğenmediği kötü yönetimlere ses çıkarmayı, karşı çıkmayı aynı sorumluluk bilinciyle yapmıyor halk. Oysaki demokraside sadece oy kullanmak değildir halka düşen görev..

Bu nedenle Nazım Hikmet bir şiirinin son dizesinde halkı işaret ederek ve de haklı olarak der ki:

“…demeğe de dilim varmıyor ama — kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!”

Dolayısıyla yönetimlerin yanlışlarına, haksızlıklarına  karşı, yeri geldiğinde  hep birlikte ses yükseltilmeli…

Yazar, siyasetçi Edmund Burke’nin sözüyle bitirelim: “Kötülüğün zaferi için gereken tek şey, iyilerin bir şey yapmamasıdır.“