Hain!.. .

Amerikalı hümanist yazar Kurt Wonnegut’un şöyle ilginç bir tespiti var, der ki: 

“Bir kavanoza 100 tane kırmızı karınca, 100 tane siyah karınca koyduğunuzda hiçbir şey olmaz.
Ancak kavanozu hızla salladığınızda siyah ve kırmızı karıncalar birbirini öldürmeye başlar.
Çünkü kırmızı karıncalar siyah karıncaları, siyah karıncalarda kırmızı karıncaları düşman olarak algılar.
Oysaki gerçek düşman kavanozu sallayandır.
Toplumlar da birbirlerine saldırmadan önce kavanozu kimin salladığını düşünüp araştırsalar keşke.’’

Bizim de başat problemimiz bu… 

Toplumsal kavanozumuzu; dini, ırkı, ideolojiyi kullanarak sallayan, kin ve düşmanlaştırma anlayışıyla siyaset yapan siyasetçi sorunumuz var. 

Toplumun bakışını da, dilini de, yaklaşımını da belirleyen siyaset ve siyasetçilerdir… Onların söylemleri, yaklaşımları halkta karşılık buluyor. Bu nedenle akılcıl, doğru ve dikkatli kullanmalı. Ama nerdee!..

Bir araştırmanın tespitine göre: “Hain” başlıklı haberler 2003’te 57 adet iken, 2005’te bu sayı 224’e çıkmış. Üstelik bu da yirmi yıl öncesinin sayıları, düşünün artık. Şimdilerde ağızlardan düşmeyen bu sözcüğün ve hesabını tutmak zor… 

Çünkü siyasetçisinden sokaktaki insana kadar, öyle kolay söyleniyor ki…  Her farklı düşünceyi, davranışı, haklı bir gösteriyi hainlikle suçlamak, kültürümüzün bir parçası oldu neredeyse.

Yine her şeyin mübah olduğu seçim zamanlarındayız. Pazar açıldı. “Hain” sözcüğü tezgahlara düştü ve satışa sunuldu. Bu dönemlerde siyaset ve siyasetçiler (hepsi olmasa da), bir yalan, hakaret, itham, yıpratma, yaftalama, öfke ve nefret makinesine dönüşüyor(hele hele bazıları). İşin kötüsü bu seçim pazarında bunların alıcısı da çok. Bu zehirli dil, kötücül durum seçmene ve her yana sirayet ediyor…

Siyaset dilindeki hamaset, husumet ve demagoji; nezaketi, espriyi, seviyeli eleştiriyi katletmiş durumda. Bu doğrudan seçmene de yansıyor. İdeolojik bağımlılık ve körlük öyle bir noktaya geldi ki; fikrin önemi yok, kimse kendi tarafına, kendi siyasetçisine toz kondurmuyor. Yanlışını da, yalanını da görüyor;  ama gel gör ki, “yanlış yapıyorsun” demiyor, diyemiyor…

Yıllardır yerine gelmeyen aynı vaatler tekrarlanıyor, yine alkışlanıyor. Dün savunulanın bugün tersi söyleniyor, yine coşkun alkış… Görememek mi, hipnoz mu, çürüme mi, körü körüne taraftarlık mı, ilkesizlik mi, bilmemek mi, riya mı? Nasıl adlandırılır bilmem ki…

Bunların hepsini içinde barındırsa da, temelde düşmanlaştırma siyaseti var… Müsebbibi de siyasetçiler; yoksa halkın birbiriyle derdi yok. Derdi yok ama; kâh bilerek kâh bilmeyerek bu yanlışa ortaklığı var… Nazım’ın dediği gibi: demeğe de dilim varmıyor ama – kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!..”

Politika tarihimiz çatışma, parçalanma ve bitmeyen kavgaların tarihidir. Müzakere, ikna, uzlaşı yerine; kutuplaştırma, düşmanlaştırma anlayışına sıkıştırılmış siyaset. Durum ortada…  

Bu hallerimiz de genetik galiba. Şöyle ki:

Bugüne kadar kurulan ve yıkılan  16 Türk devletine baktığımızda da benzer şeyler görülür.  Çoğunu diğer devletlerden önce, bizim bu birbirimizi hain ilan etmeler, iç çekişmeler, taht kavgaları, düşmanlaştırma anlayışımızdır yıkan. Kardeş beyliklerde ve devletlerde; ya iç çatışmalar ve  bunun sonunda güçsüz  düşme, kendi içinde bölünme ve dağılma yaşandı;  veyahut bu fırsatı değerlendiren komşu devletler tarafından yıkılması gerçekleşti. Tarihe bakınca bunları kolayca görmek mümkün. 

Yani yani değil, hep böyleymişiz…