Guguk Kuşu Filmi İzleme Rehberi [: Şef Bromden]

Ken Kesey, romanın anlatıcısı olarak ırkçılığın ve soykırımın kurbanlarından şizofren teşhisi konmuş bir Kızılderili’yi seçer, çünkü beyazın dünyasını en iyi o tanır. Filmde, elinde süpürgesiyle gördüğümüz iri kıyım, sağır ve dilsizi oynayan kişi, bu Kızılderili’dir. Gerçekte sağır ve dilsiz değildir, sistemin teröründen umutsuzca korunmak için öyle davranır. Bir akıl hastanesinde sağır ve dilsizi oynayanı bilmemeleri mümkün değil, ancak bu hal herkesin işine geliyordur. Şef, rolünü oynamakta zorlanmaz çünkü baraj için köye gelen beyazlar, onu daha çocukken yok saymışlardır.

Alegorik romandaki her ifade, her karakter, her isim metaforiktir; Şef’in soyadı süpürgeyi çağrıştırır. Bu yüzden gardiyanlar, aşağılamak için ona ‘Süpürge Şefi’ diyor. Hemşire Ratched’ın söylenişi ‘rachet’ ile aynıdır ve dişlinin hareketini kontrol eden aparat demektir. Din olmadan kombine eksik kalır ve din hemşirenin sırtındaki siyah pelerin olarak koğuşa teşrif eder. McMurphy’nin yatırılacağı elektroşok masası haç formundadır ve kendini kablo ve kondüktörlerden oluşan tacıyla çarmıha gerilmiş biri olarak tarifler.  McMurphy’ye “Negatif Oedipal” teşhisi koyan ve hemşireden ödü kopan psikiyatrist Gideon, İncil’den çıkagelen yargıç ve savaşçı birinin adıdır. McMurphy bizdeki “Alioğlu”, “Velioğlu” soyadları gibi babaya göndermedir ve erilliği çağrıştırır. 

Bir de George adında bir hasta var, Washington adındaki gardiyanın eziyetine maruz kalır. “George Washington”u bir yerden hatırlıyor olmamız lazım. Washington otoritedir, George otoritenin mahkumudur. Şirin Öztürk’ün ‘Şirin’inin ‘Öztürk’e mahkum oluşu gibi.

Şefin sık kullandığı “Büyük” metaforu var bir de; Hemşire Ratched büyüktür, çünkü Şefin gözünde hastane, canlı olan her şeyi eğip büken hizaya getiren bir fabrika ve hemşire de bu fabrikanın en büyük makinesidir. Ona “Büyük Hemşire” der. 

McMurphy de, koğuşa geldiği andan itibaren, lobotomiye maruz bırakılana kadar büyüktü. 

Şefin babası da mahvedilmeden önce büyüktü. Adı Dağ-Başındaki-Ulu-Çam olan babasının, 1.65 boyundaki annesinin yanında nasıl onun yarı boyuna indiğini hatırlar; Kızılderili Şefin annesi beyazdır, aileye soyadını vermiş ve Şefe göre bir dev olan babasını bir cüceye dönüştürmüştür.

“Hayır, babamı küçülten sadece annem değildi. Babam büyük olduğu için onunla herkes uğraşıyordu… Ah, Kombine! Büyük, çok büyük… Babamı iyice küçültüp, güçten kesilmesini sağlayıncaya kadar babam direndi. Sonunda küçüle, küçüle dövüşemeyecek hale gelince de mücadeleyi bıraktı.” 

Bir şey büyüyorsa başka şeyleri küçültme pahasına büyür zaten. Baktın ki büyüme kapasiten ve imkanların yok, tüm gücünü ve imkanlarını etrafındakileri küçültmeye harca, sen büyük görünürsün böylece. Bütün kutsal devletlerin, bütün diktatörlerin büyüklüğü buradan gelir. Küçültülenler de direnmek yerine kendilerini küçültenleri yüceltmek için yırtınırlar. Akıl hastanesinin aklı başındaki tüm müdavimleri gibi. 

Şef’in uzaktan görüp tarif ettiği ‘TOKİ’ evlerini belirtmeden olmaz; “Makineyle yapılmış ve kentin dışındaki tepelere serpiştirilmiş, birbirinin eşi, fabrikadan yeni çıkmış sosislere benzeyen beş bin konut… Birbirlerine o kadar çok benziyorlardı ki, çocuklar boyuna yanlışlık yapıp başka ailelerin evlerine gidiyorlardı.” 

Şef, Kombinenin yaşadıkları yeşil vadiyi barajla yok ettiği ve komşuları Joey-Fıçıdaki-Balık’ın verilen parayla üç Cadillac araba aldığı ama hiçbirini kullanamadığı günleri hatırlar. “Pis Kızılderililer, hükümetin verdiği iki yüz bin doları alıp gitsinler, bir başka yere yerleşsinler, dendi.”  (Sahi, Hasankeyfliler nereye gitti, Diyarbakır’ın Toledo’suna mı yerleştiler acaba?)

Joey-Fıçıdaki-Balık Cadillac’ı nerde kullanacak ki, baraj gölünün altında yitip giden nehre balık avına giderken mi, Washington’a giden otoyollarda mı? Kullanamaz tabi, sergiler sadece. Tüketim sergilemek değil mi zaten? 

Şef’in genellikle içinde kaybolup gittiği sis metaforu var ki üzerine çokça şey söylenebilir ancak bu yazının çerçevesini aşar. Ne zamanki Hemşirenin işaretiyle koğuşta terör makinaları çalışmaya başlar, Şef’in de sis makinası devreye girerek Şefi sise gömer. Böylece tiranlığın dehşetinden ve korkusundan kendi derinindeki korkulara sığınarak korunmaya çalışır ve sisten ancak kendisinin kim olduğunu, geçmişini hatırlayarak çıkabilir. Hatırlamak, varlık bilinciyle yaşamaktır. Hatırla ve asla unutma! 

Sanırım rehberimiz Kızılderili Şef’i, filme sirayet etmeyen veçhesiyle tanımak için bu kadarı yeter. Şimdi onun bize anlattığı hikayeyi dinleme zamanıdır; Şef, filme konu hikayesini şu cümlelerle anlatmaya başlar; 

Öylesine uzun bir süredir sessizim ki, her şey içimden sel gibi kopup gelecek. Siz bunları anlatanın deli olduğunu, zırvaladığını sanıyorsunuz. Böylesine korkunç, iğrenç şeylerin olamayacağı kanısındasınız. Bu kadar korkunç şeyler gerçek olamaz diyorsunuz. Ama lütfen. Bunları açık açık düşünmek, benim için hâlâ çok güç. Olmamış olsa bile, gene de gerçek!

Öyleyse şimdi Kızılderili rehberimizin eşliğinde, “olmamış olsa bile gene de gerçek olan” Kombine’de gezintiye çıkabiliriz.

M. Şirin ÖZTÜRK
Latest posts by M. Şirin ÖZTÜRK (see all)