Bir filmi izlemek üzere ekranın yahut perdenin karşısına geçtiğimizde kahramanımızın ortaya çıkmasını bekleriz, çünkü kahraman olamayan her birimizin bir kahramana ihtiyacı var. Milos Forman (Ken Kesey ile kavga pahasına), bizi hayal kırıklığına uğratmaz; dağların çerçevelediği vadide süzülen polis arabası farlarının nurlandırdığı yoldan kahramanımızla birlikte mekana teşrif ederiz.
Fakat o da ne? Hapların ve elektroşokların etkisinde, kendinde olmayanlardan oluşan bir ölüler diyarına getirmişiz onu. Onlar “hasta” değil, Harding’in deyimiyle saykoseramiklerdir. Ben “fasulyeler” demek isterdim.
McMurphy (Jack Nicholson) onların bu durumunu komik bulur, çünkü “insanın kendisini dengede tutabilmesi, dünyanın onu çılgına döndürmesini önlemesi için kendisine acı veren şeylere gülmesi gerektiğini biliyor… Her şeyde gülünecek bir taraf bulmasını öğrenmedikçe kişi gerçekten güçlü sayılmaz” ve saykoseramiklere ve hemşireye bakarak ilk eylemini gerçekleştirir;
‘Büyük’ gülüşü vardır ve uzun zamandır gülmeyi unutmuş müdavimler, onun girişiyle gülmekle yeniden tanışırlar. “Özgürlük dolu gürültülü bir kahkaha, dalga dalga çıkıyor, yayılıyor, koğuşun karşı duvarına değin uzanıyor.” Zaten Şef’e göre, onları kombineden kurtarmak için gökyüzünden inmiştir o.
Ama o bizi; ben düşündüğünüz kişi değilim, ‘kumar tutkunu bir aptalım’, mahkumiyetimin son aylarını geçirmek zorunda olduğum hapishanedeki angaryadan ve sıkıcı insanlardan kaçmak için deli rolü yapıp kendimi buraya attım, diye uyarır da dinleyen kim.
Romanın (ve filmin) anlaşılması en zor figürü McMurphy’dir. Hastaları anlıyoruz; tanıdık hepsi. Ne zaman ne yapabileceklerini yahut yapamayacaklarını kendimizden biliyoruz. Büyük Hemşire ve “siyah oğlanlara” yani gardiyanlara gelince, onlar hayatımızdan hiç eksik olmadı. Koğuşlarımız ve psikanalistlerimiz de aşağı yukarı aynı. Ama McMurphy rahatsız edici, muğlak, kestirilemez biri. Başı sonu belirsiz işler, uyumsuz tavırlar bizi tedirgin eder. Bu yüzden McMurphy portresi çizmek zor iştir.
McMurphy’nin kahkaha atan bu maçoluğu, büyük hemşirenin karşısına iğdiş edilmesi gereken bir fazlalık olarak çıkmıştır. Gülmek düzen bozar ve bu yüzden düzenli diyarlarda sokaklar iğdiş edilmiş asık suratlılarla doludur.
Büyük Hemşirenin dünya liderliğine oynayan koğuşunda gülmek yoktur ama demokrasi vardır. McMurphy de buna aldanır. Hemşire, TV’de kupa maçlarını izleme talebini gündelik planı bozacağı için reddedince McMurphy oylama teklif eder. Ne de olsa “demokratik” bir koğuştur burası. Hemşire kabul eder çünkü oylama sonucunun ne olacağını önceden bilir; Saykoseramikler, alıştıkları düzenin bozulmasından korkacaklardır.
McMurphy, hemşireden ölesiye korktukları halde hastanede gönüllü kalmayı seçen saykoseramikleri anlamakta zorlansa da onları orada tutan şeyin korkaklık, cesaretsizlik, bir işe yarayacaklarına olan inançsızlık, alay edilme ve tutunamama korkusu olduğunu anlamıştır en azından.
Onları cesaretlenip maç izleme oylamasına katılması umudunu kaybetmeyen McMurphy, su şebekesinin kontrol panosunu yerinden sökmek için bahse girer. Panoyu yerinden oynatamaz elbet. Ama amacına ulaşmıştır; “Denedim. Pes etmeden önce, hiç olmazsa denedim. Bu kadarı da yeter” der.
McMurphy, ikinci oylamada oradaki herkesin desteğini alır ama hemşire demokratik hilesini kullanır; 50+1 oy alması gerektiğini ve bitkisel hayatta olanların da oy hakkı olduğunu söyler. McMurphy, Şefin oyunu alarak bu hileyi boşa çıkarsa da oylama bitmiş, atı alan Üsküdar’ı geçmiştir.
Bunun üzerine McMurphy, karartılmış ekranın karşısına geçip maç izliyormuş gibi bakmaya başlar, diğerlerini de başına toplayarak hemşireyi çılgına çevirir. Hemşireyi gerçekten rahatsız eden biricik eylemi de bu olacaktır. Şef bu ortamı şöyle tarif eder; “Biri içeri girse, bizim karanlık televizyon ekranına baktığımızı, arkamızda elli yaşında bir kadının bağırıp çağırdığını görse, sıkı düzenden, cezadan söz ettiğini duysa, alayımızın keçileri kaçırdığını, deli olduğumuzu sanır.”
McMurphy çok geçmeden acı gerçeğin farkına varacaktır; “Bir hapishaneye girdiğinde mahkum olmuşsun demektir ve mahkumiyetini bitirdiğinde serbest bırakılacağını da bilirsin” ama burası akıl hastanesi! (İnanılmaz gelse de oralarda insanlar hapishaneye niçin atıldıklarını ve ne zaman çıkacaklarını biliyorlarmış).
McMurphy bu gerçeği, yani kurtulmanın kanuna, hukuka, kurala ve zamana değil, hemşirenin takdirine bağlı olduğunu anladığında dehşete düşer ve uyumlu bir çocuk olmakta karar kılar. Ne var ki bu uysallığı sürdürmesi mümkün değildir çünkü teslimiyetin bedeli mutlak yok oluştur. Hemşireye bütün gücüyle karşı çıkmaktan başka çıkış bulamaz.
McMurphy’nin iğdiş edilmeye karşı direnişi, zorlu ve şiddetlidir. Hukuk tanımayan bir yapıyla hukuki ve ahlaki argümanlarla da başa çıkamayacağını anlamıştır. Ancak bir bütün olarak değerlendirildiğinde, direnişi ve mücadele araçları kombineninkilerle uyumlu, güce dayalı mekanik araçlardır. Tam da kombinenin istediği gibi.
Yine de saykoseramiklere şöyle çıkışır; “Ne olursa olsun. Fark etmez! Yeter ki hala güçlü olduğunuzu, cesaretin kırıntısına sahip bulunduğunuzu gösteresiniz. Onun her şeye el koymasına izin veremezsiniz. Anlamıyor musunuz bunu?”
Felsefi bir ifade kullanırsak, mümkünatsız mevcudiyet olmaz ve mevcudiyeti sürdürmek mümkünatı kullanmakla olur. Öyleyse ölümü pasif bir kaçınılmazlık olmaktan çıkarıp aktif bir imkana dönüştürmek gerekir. McMurphy de bunu yapmıştır.
Tüm bu olaylar ve tavırlar nedeniyle, kişisel bağımsızlığına düşkün, kimseyi umursamayan maço bir “bireyci” olan McMurphy gözümüze, diğerlerinde mevcudiyet ve imkan bilincini uyandırmak uğruna kendini feda eden bir kahraman olarak görünür. Gerçekte o, makina dişlilerinin arasına gönüllü teslim olanların ve presten ürkmekle birlikte, kaçış iradesi göstermeyenlerin kurtarıcısı olmaya hiç niyetli olmamıştır. O, olduğundan daha iyi biri olmaya zorlanmıştır, bu da onu diğerlerinin kurtuluşuna kendini adamış bir Mesih profiline dönüştürmüştür. Öyleyse şimdi McMurphy’nin saykoseramik arkadaşlarına, fedakarlığı hak edip etmediklerine karar vermek için yakından bakabiliriz.
- Lütfen Beni Hatalı Olduğuma İkna Edin - 8 Şubat 2023
- Sen o’sun! - 5 Şubat 2023
- Din ile Bilim Arasında Çatışma Var mı? - 31 Ocak 2023