Gerçek İslam nedir, nerede yaşanıyor?

Gerçek İslam’ın tam olarak ne olduğu, hangi beldelerde veya topraklarda tatbik edildiği hakkında günümüz dindar kesimi tarafından pek de karara bağlanmış sayılmaz.

Özellikle de dinin herhangi bir nassına gelen itirazlar karşısında dindar camiaya mensup kişiler tarafından o itirazlar, “Orada öyle demek istemiyor, gerçek İslam o değil, gerçek Kur’an o değil; gerçek Allah, gerçek Peygamber anladığın ve anlattığın gibi değil, sen yanlış anlıyorsun, senin kalbin mühürlü, sen inançsızlık penceresinden baktığın için bu tür problemler oluyor.” şeklinde karşılık buluyor. Tabi gelen din eleştirileri karşısındaki bu tutum ne kadar cevap mahiyetinde veya mantıklı, orası da ayrı bir tartışma konusudur. Kaldı ki önemli bazı hususlarda kendi içinde bile sürekli bir çekişme halindeler bazı dindar mecralar.

Burada gerçek İslam’ın ne olduğu ile ilgili uzun uzadıya bir anlatımda bulunmam mümkün değildir. Sadece gerçek İslam bu değildir! tarzındaki savunma mekanizmalarının arka planındaki psikolojik durumu biraz analiz etmek istiyorum.

Dinlerin ortaya koyduğu argümanlar ekseriyetle metafiziğin alanı olsa da, yine de bu iddialarla meydan okunmuştur. Hatta asli kaynaklara da bakıldığında, dinin veya dinlerin bu meydan okuyuşları, inanmayan kesimi adeta büyülemiş, aciz bırakmıştır. Kaynaklar böyle söylüyor…
Tabi haliyle inanmayan birisinin aklına şu soru da gelebiliyor:
Madem inanmayan kesim dinin olağanüstü iddiaları karşısında büyülenmiş ve üstelik bir de aciz duruma düşmüşler, e o zaman neden iman etmemişler de inkarı seçmişler?

Benim de vakti zamanında üzerinde çokça düşündüğüm bir soru idi bu. Ama tabi kendi içimde bu soruya “teslimiyet” nazariyesi kapsamında cevap buldum. Bilmiyorum, belki de cevap bulduğumu zannediyorum.

Ama itiraf etmeliyim ki, nasıl ki bir dindardan “gerçek İslam bu değil” tarzındaki cevapları duymak beni güldürüyorsa, bir dinsizin de ele avuca sığmayacak, ceviz kabuğunu dahi doldurmayacak eleştirilerini aynı duygularla karşılıyorum.

Burada amacım bazı inanmayan kişilerin absürt itirazlarını değerlendirme gibi bir rol üstlenmek değil; az önce de belirttiğim üzere, gerçek İslam’ın öyle veya böyle olmadığı, başka şekilde olduğu beyanlarının arka planını anlamaya çalışmaktır.

Bilindiği üzere, son din ve hatta tek hak din olarak İslam dini ortaya atılıyor ve dünya nüfusunun neredeyse bir buçuk milyarı bu dine inanıyor(geri kalan yaklaşık 6.5 milyarı da kalpleri mühürlü kimseler oluyor sanırım), bu dine göre yaşamını idame ediyor, bütün ilişkilerini de bu dinin naslarına/hükümlerine göre şekillendiriyor.
Buraya kadar sanırım bir itiraz yoktur.
Evet, buraya kadar bir problem yokmuş gibi görünse de, aslında yine de bazı problemlerin hiç eksik olmadığını, yıllardan beri, hatta yüzyıllardır o problemlerin var olduğunu söylemem gerekir.

Nedir o problem veya problemler peki?
Yine her ne kadar bu bir buçuk milyar insan İslam diye bir dine inanıyorlarsa da, bu insanların aynı İslam dinine inanmadıklarını da biliyoruz. İşte tam da burada o meşhur sorular akla geliyor:
Hangi İslam?
Kimin veya kimlerin, hangi mezhebin veya meşrebin tabi olduğu din gerçek İslam’dır?
Hangi ülke veya ülkelerin uygulamaları gerçek İslam’dır?

Bu problemler sadece ameli boyutta değil, itikadi düzlemde de yaşanmıştır.
Hatta güncel bir örnek olsun diye şuan gündemde yerini koruyan kız çocuklarının evlilik meselesi…
Bu gündemle beraber birçok farklı izahlar, farklı alternatifler sunuldu, öyle ki dini güncellemeye çalışanlar bile oldu.
Büluğa ermemiş kız çocuklarının evlilik dayanağı din midir, değil midir?
Gündemle beraber bu soru çokça soruldu.
Kimi dindarlarca bu tür bir evliliğin dini kaynağının olduğu, kimi dindarlarca da dinin uygulamaları dışında bir pedofili unsuru olduğu dillendirildi. Bu konu başka bir yazımda bahse konu edildiği için şuan tekrara düşmemek adına çok fazla detaylandırmayacağım. Vurgulamak istediğim şey, tek düze bir İslam anlayışının olmadığıdır.

Hakeza tarihe baktığımızda itikadi konuda da çok ilginç tartışmalar olmuştur. Mesela Allah’ın sıfatları meselesi, İnsan fiillerinin kaynağı meselesi, halkul Kur’an meselesi, ayetlerin zahiri ve batıni yorumlama şekli vs.

Kur’an’da çok kez ‘yedullah(Allah’ın eli), isteva alal arş(Allah arşta oturdu)’ gibi ibareler geçer. Ayetleri zahiri anlamda ele alan mücessime ve müşebbiheler, Allah’ın gerçek anlamda ellerinin olduğunu, arşında/tahtında oturduğunu ifade ederken; Ehli Sünnet kanadındaki görüşler de bu anlayışı reddederler. Veya kimi itikadi mezhepler de bu ayetler hakkında yorum yapmayı doğru bulmayıp işi Allah’a bırakırlar. Aynı şekilde kişinin kendi fiilleri üzerindeki pozisyonuyla alakalı tartışmalar olmuştur. Mesela bazı itikadi mezheplere göre kişi kendi fiillerinin yaratıcısıdır, kimi itikadi mezheplere göre de fiilleri yaratan Allah’tır. Yine aynı şekilde Allah’ın sıfatları konusunda da tartışmalar olmuştur. Allah’ın zatı ile kaim sıfatlarının olduğunu belirten mezheplerin olduğu gibi bu görüşe aykırı itikatta olan mezhepler de olmuştur.
Neyse, bu konular işin biraz teknik kısmıyla alakalı olduğu için şimdilik bu örnekleri burada bitirmiş olayım. Ama bu konular özellikle imani meseleler çerçevesinde değerlendirildiği için çok ciddi tartışmalara, kişiyi inanç bazında küfre, sapkınlığa kadar götürecek boyutta olduğunu belirtmek isterim.

İşte Ehli Sünnetidir, Tarihselcisidir, Mealcisidir vs.
Farklı metod ve izahlarla farklı İslam diniyle karşılaşmak mümkündür.
Tekrar sorma gereği duyuyorum, hangisi gerçek İslam?
Ehli Sünnet mi?
Tarihselciler mi?
Hadisleri/sünneti kabul etmeyip Kur’an yeter diyenler mi?
Mücessimeler mi?
Müşebbiheler mi?
Hariciler mi?
Şialar mı?
Tasavvufçular mı?
Mu’tezili olanlar mı?

Saatlerce sıralarım bu farklı İslam anlayışına mensup grupları.
Hz. Ayşe, 6 yaşındayken Hz. Muhammed ile evlendirildi deyip, küçük yaştaki kız çocuklarını zorla evlendirerek bu husustaki nassları kendileri için kullananlar mı?
Hayır, öyle bir şey yok. Bu, pedofili suçudur deyip başka bir İslam kapısı açanlar mı?

Gördüğünüz üzere, gerçek bir tane İslam görmek mümkün değil. Benim bu konuda bir kanaatim, tercihim olsa da, bu yine de şuan sayısız farklı İslam’ın olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.

Peki sizce tam olarak sorun nerede, kimde veya kimlerde?
• Dinin kaynağı olan kitabı(türevlerini) veya dini -farklı izahlara gelecek şekilde- gönderen Tanrı mı sorumlu?
• Kitabı veya dini farklı yorumlamaya çalışan dindarlar mı?
• Yoksa gerçekten her şey apaçık ortada dururken, o apaçık olan şeyleri insani duruşuna, çağına yakıştıramadığından dolayı onları kendilerine göre güncellemeye çalışanlar mı?

Bekir SAĞLAMER