EURO 2024’ün Evsahibi Almanya Oldu

Bir sen kalmıştın futbol konusunda yazmayan!” dediğinizi duyar dibiyim. Ayrıca internet ayarlarınızla oynamayın lütfen: Yazının görseli başlıkla gayet alakalıdır.

Haberi 27 Eylül’de Cumhuriyet gazetesinde okudum.  Haberi şöyle vermiş gazete: “Türkiye’nin ‘Share Together’ sloganıyla katıldığı UEFA Euro 2024 adaylık sürecini, oylamadan galip çıkan Almanya kazandı. Türkiye’nin aksine bütün stadyumları hazır olan Almanya’nın en yüksek kapasiteli stadyumu, 70 bin kişilik Berlin Olimpiyat. Vergi ve kira affı ve devlet desteği gibi konularda Almanya’ya nazaran avantajlı gözüken Türkiye’nin seçimi kaybetme sebebi olarak, dengesiz ekonomik durum ve UEFA’nın insan hakları kriteri gösteriliyor.” Maç günleri ücretsiz ulaşım, her bilet için bir ağaç dikilmesi gibi vaatlerimiz de olmuş Federasyona; lakin onlar bizi değil de Almanya’yı tercih etmişler;  hem de reklam filmimizin sonuna Etçibaşı Nusret’in sahibi Nusret Gökçe’nin ünlü Salt Bea gösterisini de eklememize rağmen.

Haber’in dilinden de anlaşılacağı gibi Cumhuriyet bunu AKP yönetiminin bir zafiyeti olarak göstermeye çalışıyor: İnsan hakları ve ekonomi sicilimiz iyi olaymış 2024’ü kazanmamız içten bile değilmiş.  “muhalif” Cumhuriyet gazetesi bu “yenilgi”nin faturasını AKP’ye baplarken, Hürriyet gazetesinde haber “EURO 2024 isyanı… ‘Yazıklar olsun!” başlığıyla verilir; söylemeye ne hacet, insan hakları vb türünden hiçbir eleştiri haberde yer almaz. Havuz medyasının genel söylemine uygun olarak haber, bir skandal olarak sunulmuştur: Yine hakkımız yenmiştir, Hristiyan Avrupa Türkiye’nin çabalarını görmezden gelmiştir.  Hürriyet gazetesi de tıpkı Cumhuriyet gazetesi gibi bunu bir kayıp bir yenilgi olarak sunar; Cumhuriyet’ten farkı bu yenilginin nedenindendir.  Gazetenin spor yazarı Ersun Düzen’in kaleminden 2024 yenilgisi –pardon, tam da gazetenin konu ile ilgili haberinde yer alan ara başlığındaki ifadeyle söyleyelim 2024 “ihanet”i-  şöyle özetlenir: “Nyon’daki sunum esnasında hem TFF Başkanı Demirören hem de takım arkadaşları muazzam bir performans ortaya koydular. Salondan çıktığımızda ‘Kesin alırız’ diye düşünüyorduk. Çünkü UEFA’nın talep ettiği tüm şartlar karşılığını bulmuştu. Ancak UEFA kararını çoktan vermiş. 12’ye 4’lük sonuç, nasıl bir oyun oynandığının da kanıtıdır, skandaldır…” Haber’de Avrupa’nın ihaneti şu kelimelerle vurgulanır: “UEFA, sadece Türkiye’nin değil, Avrupa futbolunun güvenini kaybetmiştir. Kapalı kapılar ardındayı bırakaçık açık, günler önce, ‘Ben Türkiye’ye oy vermem’ diyen UEFA heyeti, şeffaflıktan söz edemez! Özellikle Türkiye’nin sunduğu maddi şartların hesabını UEFA’ya üye olan diğer ülkeler, dün oy verenlerden sormalıdır. Çıkan 12’ye 4’lük sonuç skandaldır, nasıl bir oyun oynandığının en büyük kanıtıdır. 2019 Süper Kupa, 2020 Şampiyonlar Ligi Finali’ni arka arkaya İstanbul’da oynatacak olan UEFA, hangi insan hakları kriterini bahane ediyor? Devlet yönetimi tarafından ırkçılık yapıldığı kabul edilen, kendi futbolcusunun milli takımı bıraktığı Almanya’nın raporunda, buna atıfta bulunan bir cümle dahi edilmemesini neyle açıklayabilirler?

İster Avrupa’nın ihaneti diyelim isterse AKP’nin beceriksizliği, 2024 ‘teki bir futbol organizasyonun düzenlenmesi için rekabet eden iki ülkeden Türkiye’nin değil de Almanya’nın tercih edilmesinin bir yenilgi, bir başarısızlık, bir “bu da mı gol değil hakim bey”  serzenişi ile sunulması ilginç değil mi? Herhalde bu, sadece, benim gibi, futbolla ilgilenmeyenler için ilginç bir haber; çoğunluk sadece yenilginin nedenleri konusunda tartışıyor, yenilgi kavramının kendisini kritik eden çok yok gibi.

Elimde Adam Şenel,  Dunja Simonoviç, Ljubdrag  Simonoviç ve Merdan Özüdoğru tarafından yazılan Olimpiyatların Kara Tarihi başlıklı, Özgür Üniversite tarafından 2008 yılında yayınlanan bir kitap var. Tamam, o kadarını ben de tahmin ediyorum Avrupa Futbol Şampiyonası ile Olimpiyatlar aynı şeyler değil ama bu kitap da  olimpiyatlarla ilgili hakim algının dışında, yorun, spor ve yarışma kavramlarını sorgulayan bir bakış açısı getirmeye çalışıyor. Bu açıdan bakıldığında  Avrupa Futbol Şampiyonası ile olimpiyatlar arasında bir fark olmadığını söylemek de mümkün olur mu? Belki de!

Adam Şenel’e göre “Oyun ve spor insanın sifyolojik gizilgücünün kurumlaşmış kültürel açılımlarının ikisidir.”  Bu haliyle de fiziksel, psikolojik ve düşünsel bir enerji atma biçimi olarak tanımlanır.  Olimpiyatlar ise Eski Yunan dünyası kent devletleri arasındaki bir yarışma örgütlenmesi olarak başlarlar; çağdaş olimpiyatlarla birlikte de küresel çaptaki spor organizasyonları halini alırlar.

Johan  Huizinga da Homo Ludens isimli kitabında   oyunun, insanlığın kültürel evrimi içindekini tartışır. Ayrıntı yayınları tarafından Mehmet Ali Kılıçbay çevirisi ile yayınlanan kitapta Huizinga,  Homo Sapiens (düşünen canlı) ve Homo Faber (alet üreten canlı) kavramlarına alternatif olarak Homo Ladens (Oyun oynayan canlı) kavramını ortaya atar ve insanın bu şekilde tanımlanmasının daha doğru olacağını iddia eder.

Uygar toplumda kafa ve kol işleri arasındaki farklılaşmayla birlikte oyun, çocuklukla sınırlı hale getirilip, yetişkinlerin sınırlarından dışlanır. Yetişkinler için bu spor halinde yeniden üretilir. Ama bu üretim sürecinde oyun içeriğinden çok, kapitalizmle iç içe girmiş bir spor örgütlenmesi haline getirilmiştir.

Adem Şenel,  Antik olimpiyatların da bir toplumsal etkinlik olarak başladığı düşüncesindedir. Ancak onun kurumsallaşmasının ideolojik boyutunun görmezden gelinemeyeceğini de ekler. Nitekim Antik olimpiyatların, soylarını insan biçimli tanrılara dayandıran aristokratların toplumdaki üstün konumlarını gösterme biçimlerinden ayrı düşünülemeyeceğini de ekler.

Dunja ve Ljubodrag Simonovic ise ister antik ister modern olimpiyatların din benzeri bir işlev yüklendikleri kanısındadırlar. Pozitif Bir Din Olarak Olimpizm  başlıklı makalelerinde yazarlar olimpizmin dini ve dünyevi katmanlar arasındaki farklılığı ortadan  kaldırdıkları yaşamın kendisinin olimpik tanrılara hizmet halinde örgütlemeye başladığı düşüncesindedirler. Nitekim yazarlar Olimpizm ve Sosyal Darwinizm makalelerinde de aynı düşünce çizgisini sürdürerek olimpiyatların güçlü olan haklıdır düşüncesinin kurumsallaşması olarak okunabileceğini iddia ederler.

Mete Kaan KAYNAR