Erdoğan’ın Sağlığı Türkiye’nin Geleceği

2015’ten bu yana The Eni Enrico Mattei Chair in Middle East and Africa Studies’in kıdemli akademisyeni olarak görev yapmakta olan Steven A. Cook geçtiğimiz günlerde Foreign Policy’deki köşesinde[1] bu sorunu gündeme taşıdı: “Erdoğan Türkiye’yi Yönetmeyi Sürdüremeyecek Kadar Hasta Olabilir”. Yazının alt başlığında ise Erdoğan’ın hastalığına dair kanıtların artmakta olduğu ve bunun ülke siyaseti için kötü bir haber olabileceği değerlendirmesi yer almakta. Cook’un, yazısında, Erdoğan’ın hasta olup olmadığının değil, hastalığının artmakta olduğunun ve bunun olası sonuçlarının altını çizdiğine bir kez daha dikkatinizi çekmek isterim.

Cook yazısına son yerel seçimlerden bu yana AKP’nin oy kaybetmekte olduğu ve gençler arasında Erdoğan’a yönelik teveccühün giderek azaldığı tespitiyle başlamış. Her ne kadar 2019 yerel seçimlerinde AKP’nin oylarının azaldığı ve partinin birçok büyükşehri kaybettiği vaka olsa da bunun Cook’un iddia ettiği kadar “aşağılayıcı bir mağlubiyet” olduğunu söylemek zor.

Cook, Erdoğan’ın sağlığının yerinde olmadığının görüldüğü videolardan da bahsetmekte. Şubat 2021’deki İzmir’deki parti kongresinde Emine Erdoğan’ın koluna tutunarak zorlanarak merdivenlerden inişi, temmuz ayında yayınlanan bayram tebliği sırasında uyuklaması, aynı yılın ağustos ayında Yüksek Askerî Şûra üyeleriyle birlikte Anıtkabir’deki törende yürümekte zorlanması Cook’un dikkat çektiği ayrıntılar. Yürüme zorlukları, o dönemde de Erdoğan’ın bel fıtığı hastalığına bağlanmıştı. Aynı dertten mustarip biri olarak bel fıtığının, bazen değil birinin koluna girmek, onun kucağında taşınmaya razı olabileceğiniz kadar insanı canından bezdirdiğini gayet iyi bilirim. Zaten Cook’un iddiası da sadece yürüme problemiyle alakalı değil. Cook, Erdoğan’ın unutkanlık, nefes alma, kusma sorunlarıyla uğraştığını; miting ve kamuya açık toplantılardan önce Erdoğan’a ağrı kesici yapıldığını belirtmekte. Cook ayrıca Erdoğan’a “internal defibrillator” implantasyonu yapıldığının da altını çizmekte.

Havva Öz Alkan “İmplante Edilebilen Kardiyoverter Defibrilatör (ICD) Hastalarında Psikososyal Faktörler[2] başlıklı makalesinde internal defibratör takılan hastalarda cereyan eden psikososyal sorunları şu şekilde özetlemekte:

İmplante edilebilen kardiyoverter defibrilatörler ani kardiyak ölüm riski bulunan hastalarda mortaliteyi düşürmede çok etkili olmalarına rağmen, hastalarda stres, korku, güçsüzlük, anksiyete ve depresyon gibi psikososyal sorunlara neden olmaktadır. İmplante edilebilen kardiyoverter defibrilatörlü hastalarda görülen duygusal sorunlar, beden imajında meydana gelen değişiklikler, ağrılı şoklar ve cihazın fonksiyonunu yerine getirmeme olasılığı ile ilişkilidir. Ayrıca araba kullanımının kısıtlanması, mevcut işine devam edememe kaygısı, evlilik hayatında ve sosyal ilişkilerinde değişiklikler gibi yaşam biçimi değişiklikleri ICD hastalarının psikolojik ve emosyonel iyilik halini etkileyebilmektedir. Bu nedenle ICD hastalarının eğitimi yeni yaşam biçimine uyumu ve psikososyal iyilik halini artırmak için çok önemlidir.

Cook da Erdoğan’ın sağlığı ile ilgili ortalıkta dolaşan iddiaların yalan olabileceğine imkân vermekle birlikte, Erdoğan sonrası muhtemel senaryolara dikkat çekerek, Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş ve Meral Akşener isimlerinin bu süreçte öne çıktığını belirtmektedir. Oysa daha geçtiğimiz hafta Halk TV’de Suat Aktaş’ın sunduğu Liderler Söyleşisi programında Akşener’in açık ve net bir şekilde Cumhurbaşkanlığı’na aday olmayıp başbakanlığa aday olduğunu belirtmesi Cook’un dikkatinden kaçmış olmalı.

Cook, Erdoğan sonrası Türkiye politikasında, sadece yukarıda zikredilen bu üç ismin değil, aynı zamanda, AKP içinden MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun da etkili olabileceklerinin altını çizmekte.

Cook’un yazısının kanımca en çok dikkat çeken noktası, yazarın, Erdoğan sonrasında “normal siyasete” dönüşün hiç de düşünüldüğü kadar kolay olmayacağı yönündeki tespitleridir. Cook’a göre, yeni bir seçimle birlikte -pek kolay görünmemekle birlikte- ülke yeniden rekabetçi bir demokrasiye dönebilir. Ancak yazar, bu dönüşün kolay olmayacağına dair iki noktaya dikkatimizi çekiyor. Cook’un ilk endişesi, Erdoğan’ın Türkiye’deki siyasi kurumları kendi iradesine göre yeniden şekillendirmesi ile ilgilidir: Erdoğan’ın sağlık sorunları ve/ya vefatı akabinde 45 gün içinde (yasal süre bu) düzenlenecek bir seçimin rekabetçi ve adil bir seçim olabileceğini tahayyül etmek zor. Cook’un ikinci endişesi ise AKP iktidarı boyunca zenginleşen ve güçlenen bir kesimin kendisini demokratik siyasetin belirsizliğine kolayca bırakmak istemeyeceği yönünde. Bir başka ifade ile Cook, AKP dönemi zenginlerinin kendi iktidarlarını -Erdoğan, Cumhurbaşkanlığından bir şekilde ayrılsa bile- demokratik seçim sonrasında zuhur edecek yeni iktidara bırakmakta isteksiz olacaklarının altını çizmekte.

Steven A. Cook, Foreign Policy’de yayınlanan makalesinin son bölümünde Hulusi Akar’a hayli geniş bir yer ayırmış ve olası Erdoğan sonrası bir dönemde Akar’ın nasıl bir pozisyonda duracağını kestirmeye çalışmış. Yazının bu bölümünde de hayli enteresan tespitlere yer verilmekte ve Akar’ın 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ordudaki re-organizasyonun baş mimarı olduğu, uzun süredir gerek Genel Kurmay Başkanı gerekse de Milli Savunma Bakanı olarak ordu içerisinde bir gücünün olduğunun da altı çizilmektedir. Başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin Akar ile yola devam etmeyi düşünebileceklerini söylemekle birlikte Akar’ın, Erdoğan’ın benzer siyasi köklerden geldiği, ABD ile işbirliği içinde çalışmasının beklemenin kolay olmayacağı ve zaman zaman dile getirdiği batı karşıtı milliyetçi söylemlerin bu işbirliğini sorunlu hale getirebileceği de makalede dile getirilen düşünceler arasında.

“İşimiz Allah’a kaldı!” deyip ona tefvîz edelim, ona havle edelim her ne var ne yok. Madem öyle, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Tefvîzname’sini anmadan olmaz:

hak şerleri hayr eyler
ârif anı seyreyler
zan etme ki gayreyler
mevlâ görelim neyler
neylerse güzel eyler

Mete Kaan KAYNAR