Erdoğan’a kim hata yaptırıyor…

Dış politikada atılan adımlara bakıldığında sanki birileri Erdoğan’ı bilerek hata yapmaya zorluyor. Özellikle dış politikada yapılan hatalara bakınca insanın böyle düşünmesi neredeyse kaçınılmaz oluyor.

Çünkü, yapılan hatalar öyle böyle değil.

Burada topu danışmalara atmak, onların Erdoğan’ı yanılttığını, hata yaptırdığını söylemek tek başına yeterli olmaz. İnananı çok olacak böyle bir sav gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Ancak danışmanların hepten günahsız olmadıklarını da belirtip altını kalınca çizelim.

Burada karşımıza çıkan daha çok, bir yönetme kültürü ve/veya zihniyetinin neden olduğu yönetememe durumu olduğunu görüyoruz. Bunun da, doğrudan günümüz Türkiye’sinin yönetici elitinin sosyo-kültürel, sosyo-politik ve hatta psikolojik alt yapısıyla doğrudan yadsınmaz bir bağı var. Bu elitin, parti ve aile içinde mikro düzeyde yaşadığını, makro düzeyde iç ve dış politikaya yansımalarını görüyoruz.

Yasaların, kural ve tahammüllerin hiçe sayılması, keyfi davranışların ve hukuksuzluğun ayyuka çıkması, başını alıp gitmesi bu alt yapıdan besleniyor. Bu iç politikada, halkın büyük çoğunluğu açısından sorun olarak görülmüyor. Çünkü halkın kendisi de aynı kültürden besleniyor. Popülist söylemle yönetici elitin, halk ile kurduğu özdeşlik işe yarıyor. Seçim başarısı dahi getirebiliyor. Ancak dış politikada ise bunun tam tersi bir etki yaparak geri tepiyor. Dış politika, daha çok diplomasinin baştan belirlenmiş kurallarının hâkim olduğu bir alanda oynanan bir oyun olarak kural dışına çıkmayı, tahammülleri aşmayı hoş karşılamıyor. Dış politika haklı olmaktan çok güçlü olma ile belirlenen bir alandır. Güçlünün oyunun kurallarını belirlediği bu alanda, güçsüzlerin hareket alanı her zaman sınırlı ve kurallar içine sıkıştırılmıştır.

Bu yüzden içeride bulunan rahatlık, nobranlık dışarıda sökmüyor. Karşılığı ağır oluyor.

Örneğin Avrupa Birliği ve Almanya ile yaşanan sorunlar ortada ciddi bir sorun olmadığı halde, kural tanımaz davranışlar ve açıklamalar ile onarılması güç bir noktaya geldi. Erdoğan ve çevresinin yaptığı açıklamaların hiçbirinin Türkiye’nin yararına olmadığı artık biliniyor. Bu yüzden Çavuşoğlu, Almanya’ya açık çek veriyor. “Siz bir adım atarsanız, biz iki adım atarız” deme noktasına geldi.

Suriye konusunda bir değil onlarca hata yapıldı. Bu konuda yandaş kalemler bile, biraz utangaçta olsa artık sözlerini sakınmıyorlar. Şimdi, hatanın neresinden dönülürse o kardır hesapları yapılıyor.

Ancak, Türkiye’nin Suriye’de kendi başına manevra yapabileceği bir alan kalmadı. Rusya ve İran sahada asıl belirleyen olarak giderek daha fazla kendini dayatıyor. Türkiye’nin sahada yapacağı her manevra, İran ve Rusya’nın belirlediği sınırlar içinde kalmak zorunda. Bu, bir başka söylemle Suriye’de bedel ödemeye ve taviz vermeye hazır olmak anlamına geliyor.

En son Kürt Referandumu ile güney sınırımızda daha çok yalnızlaşmaya doğru gidiyoruz. Güney sınırlarımız boyunca tek sorun yaşamadığımız, Bölgesel Kürt Yönetimiyle ara giderek açılıyor. Erdoğan var olan ilişkileri bozmada son derece mahir. Hamasi nutuklarla bunu çok kolay beceren ender politikacılardan biri.

Hamasi nutuklarını sürdürürken, Irak Kürtlerini köşeye sıkıştırmak için İran ve Bağdat ile yakın ilişki içine girmesi beklediği sonucu vermedi. Aksine geri tepti. Bu politika Kürtleri, Bağdat ve İran ile yakınlaşmaya itti. En son Celal Talabani’nin cenaze törenine, Türkiye’den hiç kimse katılmazken, İran fırsatı kaçırmadı, cenazeye Dışişleri Bakanı düzeyinde katılarak rol çalmayı hangi düzeyde başarabileceğini bir kez daha gösterdi.

Kaldı ki, uzun süredir İran’ın Bağdat yönetimi ile yakın ilişkileri olduğu herkes tarafından biliniyordu. İran cenaze törenine katılmakla kalmadı, aynı zamanda Kürtler ile Bağdat arasında arabulucu rolünü üstlenmiş gözüküyor. Dışişleri Bakanı Zarif’in cenazeye katılmasının bir diğer nedeni de aslında buydu.

Son olarak, Bağdat yönetiminin Kürtler ile görüştüğü, belli başlıkları tartışmaya başladıkları duyurulurken, Bağdat Türkiye’nin sınır ötesi harekete girmesine karşı olduğunu, Başika Kampından çıkması gerektiğini yenileyerek Türkiye’yi oyunun dışına ittiğini açıkladı…

Erdoğan, hala vanayı, sınırları, hava sahasını kapamaktan, söz ederek Irak Kürtlerini daha çok İran ve Bağdat’a yakınlaştırıyor. İran’ın gerçek anlamda bölgesel bir güç olmasının önünü açıyor.

Erdoğan diplomasinin tüm kurallarını ellinin tersiyle bir kenara iterek bildiğini okuyor. Dışişleri bürokrasisi oynan bu oyunu seyretmekle yetiniyor. Varlığı yokluğu tartışmalı dışişleri bakanı aynı oyunu Erdoğan’ı memnun etmek için oynamayı sürdürüyor. Ülkeler/devletler arsı ilişkiler basın, medya üzerinden değil, kendi doğal kanallarıyla zorlanır altın kuralı bir kenara atılarak basın/medya üzerinden verilen mesajlara sıkıştırıldıkça sorun yaşamak kaçınılmaz oluyor.

Erdoğan neredeyse her yerde, fırsatını buldukça konuşuyor. Bu konuşmalarda milliyetçi, İslamcı tabanına dış politika üzerinden mesajlar vermeyi ihmal etmiyor. Bu popülist söylem içeride iş yaptığı kadar dışarıda iş yapmıyor. Diplomatik üsluptan yoksun bu söylem, dışarıda giderek yalnızlaşan bir Türkiye yaratıyor. Bu yalnızlaşmanın Erdoğan’ı zorda bıraktığını düşünerek sevinmek ne yazık ki mümkün değil. Çünkü Erdoğan’ın yalnızlaşması, Türkiye’nin yalnızlaşması, ekonomik ilişkilerin bozulması anlamına geldiği oranda, artan vergiler ve zam olarak halka yansımadan edemiyor.