Erdal Eren’: 12 Eylül Faşizminin Gölgesinde Bir Kuşağın Kaybı

Bugün, henüz 17 yaşında darağacına gönderilen Erdal Eren’in idamının 44. yıldönümü. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin kanlı gölgesinde, adaletin, hukuk sisteminin ve insan haklarının çiğnendiği bu süreç, sadece Erdal Eren’in değil, bir kuşağın topyekûn susturulmasının ve yok edilmesinin sembolü olarak tarihimize kazındı. Erdal’ın hikayesi, devletin gençliği nasıl bir tehdit olarak gördüğünü ve faşizmin bu topraklarda nasıl bir karanlık bıraktığını anlamak için hâlâ canlı bir örnek olarak karşımızda duruyor.

Erdal Eren’in Kısa Hayatı ve Mahkemesi: Adaletin Maskesi

Erdal Eren, devrimci bir işçi ve öğrenci hareketinin parçasıydı. 12 Eylül darbesi öncesinde, toplumda artan sınıfsal eşitsizliklere ve devletin baskıcı politikalarına karşı direnişin bir parçası olmuştu. Onun, devrimci gençliğin sıradan bir üyesi olmaktan “tehlikeli bir suçlu”ya dönüştürülmesi, faşist bir rejimin nasıl işlendiğini anlamamız için önemli.

Eren, 2 Şubat 1980’de Ankara’da yaşanan bir çatışma sırasında, polis memuru Zekeriya Önge’nin ölümüyle suçlandı. Ancak dava süreci baştan sona hukuksuzluklarla doluydu:

Henüz 17 yaşında olmasına rağmen yaşının büyütülerek idama mahkûm edilmesi, hukukun askeri yönetim altında nasıl katledildiğini gösterdi. Savunma hakkı yok sayıldı, olayın tanıkları dinlenmedi ve bilirkişi raporları manipüle edildi. Mahkeme sürecindeki acele, idam kararlarının halk üzerindeki korkuyu perçinlemek için kullanıldığının açık bir göstergesiydi. Erdal’ın son sözleri, sadece bir gencin masumiyetini değil, aynı zamanda faşizmin soğukkanlı caniliğini ortaya koyuyordu.

12 Eylül Cuntası ve Toplumsal Hafıza: Unutulmak İstenilen Bir Karanlık

12 Eylül 1980 darbesi, Türkiye’nin tarihindeki en karanlık dönemlerden biriydi. Darbe yalnızca siyasi partileri kapatmakla ve anayasal düzeni askıya almakla kalmadı; aynı zamanda yüz binlerce insanın gözaltına alınması, işkenceler, faili meçhul cinayetler ve idamlarla toplumu sindirme politikası uygulandı.

650 bin kişi gözaltına alındı, bunların büyük bir kısmı insanlık dışı koşullarda işkence gördü. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, bu sayı, toplumsal hayatın her alanına korku salındığının göstergesiydi. 50 kişi idam edildi, bu kişiler arasında yaşı büyütülen çocuklar da vardı. Darbe, sadece sol hareketleri bastırmak için değil, toplumun tüm muhalif dinamiklerini susturmak için planlanmıştı.

Bu sürecin hedefi, sermaye düzeninin önündeki engelleri kaldırmak ve toplumdaki her türlü kolektif dayanışmayı yok etmekti. Emek mücadelesi, devrimci örgütlenmeler ve hatta kültürel birikimler bile bu baskıdan nasibini aldı.

Erdal Eren ve 12 Eylül: Faşizme Karşı Kolektif Mücadele

Erdal Eren’in idamı, 12 Eylül cuntasının şiddeti “ibret” olarak kullandığı bir vahşet örneğiydi. Genç bir hayatın vahşice sonlandırılması, sadece Erdal’ın değil, onun gibi düşünen binlerce gencin iradesini kırmaya yönelikti. Ancak ironik bir şekilde, faşizmin bu hamlesi, onun ölümünden sonra Erdal Eren’i bir direniş sembolü haline getirdi. Bugün hâlâ onun adı sokaklarda, üniversitelerde ve işçi mücadelelerinde anılıyor.

Erdal’ın hikayesi, yalnızca bireysel bir trajedi değildir; aynı zamanda kolektif bir hafızanın parçasıdır. Bu hafıza, Türkiye işçi sınıfının ve gençliğinin geçmişte nasıl ezildiğini ve hâlâ nasıl mücadele ettiğini anlamak için bir köprü görevi görür. Faşizmin, sermaye düzeninin ve devlet baskısının karşısında halkın örgütlü mücadelesiyle yükselen bir direniş çağrısıdır.

Bir Daha Asla: 12 Eylül’ün Mirasını Sorgulamak

Bugün 12 Eylül’ün mirası hâlâ üzerimizde bir yük. Darbenin ürünü olan 1982 Anayasası, siyasi yapının temellerini belirlemeye devam ediyor. Yargı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü ve örgütlenme hakkı hâlâ 12 Eylül’ün gölgesinde.

Erdal Eren ve diğerleri, faşist rejimlerin ne kadar acımasız olabileceğini gösteren birer semboldür. Ancak bu semboller, yalnızca geçmişin acılarını değil, geleceğin mücadelelerini de işaret eder.

Bugün onun adını yaşatmak, yalnızca bir kişiyi anmak değil, adalet ve özgürlük mücadelesini sürdürmek demektir. Kapitalist sömürü düzeni ve otoriter baskılar karşısında, geçmişte olduğu gibi bugün de dayanışma ve mücadele ruhunu yükseltmek gerekir.

Erdal Eren’i anarken, faşizmin karanlık yüzüne bir daha asla teslim olmamak için bu tarihi iyi anlamak zorundayız. Unutmayalım ki, bir kuşağı darağacına gönderenler değil, darağacına yürüyenler kazanır.