Lenin uzun süre devam eden rahatsızlığının ardından 21 Ocak 1924 günü ölmüştü. Bu nedenle Aydınlık dergisi Şubat 1924 tarihli 20. sayısını Lenin’e ayırdı; ancak Ocak 1924 tarihli 19. sayı da “Rus inkılabına tahsis edilmişti”. Hatta kapak, 20. sayıda olduğu gibi Lenin’e ayrılmıştı. 19. sayıda Şefik Hüsnü’nün “Rus İnkılabı ve Saikleri–Harb-i Umumi’den Evvel”, Mestislavski’nin “Sovyetler Kongresi’nin 7 Teşrinisani 917 Celsesi”, Sadreddin Celal’in “Rusya’nın Yeni İktisadi Siyaseti” başlıklı yazıları yer almıştı. Ancak, sayının özelliği kadın soruna eğilmesiydi. Aydınlık’ın kadın yazarlarından Leman Sadreddin’in “Lenin” başlıklı uzun yazısı bu sayıda yer alıyordu. Yine Leman Sadreddin aynı sayıda Rusya’da, devrimde etkin olmuş “İnkılab Kadınları”nı kaleme alıyordu.[1] Bu sayıdaki “Sovyet Rusya’sında Kadının Himayesi”[2] ve “Kadın Meselesi”[3] başlıklı yazılar da Aydınlık’ın kadın sorununa ne denli önem verdiğini kanıtlıyordu.
Lenin’in ölümü ertesi çıkan 20. sayının kapağında “Lenin bir amele mitinginde nutuk söylerken” yer alıyordu. Bu sayıda, Lenin’in ölümü üzerine Aydınlık’ın iki önemli yazarı Sadreddin Celal[4] ve Şevket Süreyya[5] birer yazı kaleme almışlardı. İlkinin başlığı “Vladimir İlyiç Ulyanof-Lenin” ikincisininki ise “Lenin ve Leninizm”di.
Aydınlık dergi olarak Türkiye basınında farklı bir konumdaydı. Sayfalarını kadın yazarlara açmıştı; kadın sorununu feminist çizgiden farklı bir konuma oturtuyordu. Diğer bir deyişle 1920’li yıllarda Türkiye’deki feminist çizgiye farklı bir açıdan yaklaşacak yayın organıydı. Kadın konusunda birçok yazıya yer vermişti. O sırada KUTV akronimiyle bilinen Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (Sun Yat Sen Üniversitesi de denir) TKP’nin pek çok üyesinin ve Nâzım Hikmet, Vâlâ Nurettin, Nail Çakırhan, İsmail Bilen gibi Türk aydınlarının eğitim gördüğü eğitim kurumunda öğrenim gören Türkiyeli Marksist kadınlar yazarları arasındaydı. Aydınlık dergisi daha başlangıçta teşhisini koymuş, Osmanlı’da parlayan II. Meşrutiyet dönemi feminizmini burjuva özentisi hareket olarak nitelemişti. O günkü feminizm anlayışı kadının gerçek sorunlarına eğilmiyordu. Hukuk alanında eşitliğe öncelik tanımak “atın önüne arabayı” koşmaktı. Kadın sorunu her şeyden önce ekonomikti. Kadının bilfiil maddi üretim alanına katılması ve kendi ekonomik gücünü elde etmesi, her şeyden önce ekonomik yönden özgür olması gerekliydi. Meslek kadını olarak kendini kanıtladığı oranda kadın, hukuk alanında kazanımlar elde edebilirdi.
Aydınlık çevresine göre kadının özgürlüğü uzun soluklu bir mücadeleydi. Yasalarla yapılacak düzenlemeler somut yaşam koşullarıyla pekiştirilmedikçe kâğıt üstünde kalmak durumundaydı. Nitekim kadın sorununa gerçek çözüm, doğmakta olan Sovyet rejiminde gözleniyordu. Örnek alınması gereken gelişme, Sovyet Rusya’daki kadın hareketi olmalıydı. Rus devriminde kadınların gösterdiği yararlılıklara dikkati çeken kadın yazarları dahil, Aydınlık yazar kadrosu Sovyet hükümetlerinin kadın erkek eşitliğini sağlayacak ekonomik ve sosyal önlemlerini dile getiriyordu. Derginin daha ikinci sayısında kadın konusuna Marksist açıdan yaklaşan Şefik Hüsnü, “İçtimai İnkılap ve Kadınlarımız”[6] başlığı altında, büyük ölçüde Sanayi Devrimi ile birlikte kadınların erkeklere oranla ne denli daha derin bir sömürüye tabi tutulduğunu dile getiriyordu. Fabrikalarda, imalathanelerde artan oranda kadın istihdamı gündeme gelmiş, erkeklerden daha biçare kitleler halinde kadınlar yoksul işçi ordularına ilhak edilmişlerdi. Özellikle Cihan Harbi ile birlikte sömürü o zamana kadar misli görülmemiş bir boyuta taşınmıştı. Erkek nüfusun cepheye celbiyle birlikte, bir yandan üretimin sürdürülmesi, öte yandan silah ve teçhizat ve benzeri savaş gerekleri sonucu artan talep ancak kadın emeğiyle karşılanabilmişti. Artık en hatıra gelmedik sektörlerde bile kadın istihdam ediliyor, kadının gönüllü olarak işi kabul etmediği durumda devlet zor kullanıyordu. Bunun sonucu olarak başta İngiltere ve Almanya, ardından Fransa ve İtalya olmak üzere savaşa katılan ülkelerde birer güçlü kadın işçi sınıfı doğmuştu. İşçi sınıfına katılan bu kadınların toplumsal devrim davası güden erkek işçilerle aynı safta yer almaları, o güne kadar burjuvazinin yönettiği ve koruduğu bağımsız kadın hareketi konusundaki feminizmi geri plana itmiş oluyordu.
Kadın Marksist Feministler
Kadın sorununa Marksist yaklaşım ve feminizm eleştirisi Aydınlık’ta Türkiyeli Marksist kadın yazarlarca gönülden savunulacaktı. Dergi kadınlarla ilgili haberlere yer verecek, kadınların çalışma koşullarının ne denli ağır olduğuna dikkat çekecekti. Bu arada Türkiye’de Rosa Luxemburg, Clara Zetkin, Aleksandra Kolontay gibi önder kadınlar olmayışına da hayıflanılacaktı. Moskova’da KTUV’da eğitim gören, Sadreddin Celal’in eşi Leman Sadreddin “İnkılab Kadınları” başlıklı yazısına Mirabeau’nun bir sözüyle başlıyor, “Hakiki inkılab kadınsız olmaz” diyordu. Eğer amele kadınlar, ev kadınları, valideler devrime duyarsız kalırlarsa toplumsal değişim gerçekleşemezdi. Rus Devrimi’nin her sayfasına kadınlar damgalarını vurmuşlardı. Bunları teker teker sayan Leman Sadreddin bu kadınlar için “en büyük ve insani bir gayenin tahakkuku için yorulmadan, korkmadan çalışan, didinen ve mücadele eden ve ölen ihtilalci genç kadınlar” diyordu.[7]
Aydınlık’ın bir başka kadın yazarı Saadet Hanım, “Cemiyet-i hazırada kadın, bir kurbandan başka bir şey değildir” diyecekti. Kadın önce doğanın, ardından toplumun ve erkeğin kurbanıydı. Toplumda kadının Allah tarafından bedenen ve fikren daha zayıf, erkeklerden daha yeteneksiz, daha “dûn”, yani alt düzeyde yaratıldığı kanaati hâkimdi. Bu anlayış doğal olarak ona yapılan “haksızlıklar”ın nedeninin “doğa”da aranmasına neden oluyordu. Saadet Hanım kadının erkekten “dûn” bir konumda olmasının yegâne nedeninin “doğa” olup olmadığını sorguluyordu. Evet, kadın, kadın olması sıfatıyla, bedeninde evladını taşımak, dünyaya getirmek, emzirmek ve beslemek için yaratılmıştı. Bütün hamilelik aylarında, belirli bir yaşa gelinceye kadar çocuğuyla ilgilenmek zorunda kalması onu iş dünyasında ve maddi açıdan erkekten “dûn” bir konuma sokuyordu. Çağdaş kapitalist toplumda, işgücü bir meta gibi para karşılığında satıldığı ve paranın toplumda refah ve saadetin kıstası olduğu için, kadın biyolojik konumu nedeniyle bunlardan mahrum kalıyordu. Evet, diyordu Saadet Hanım, kadın beden itibariyle daha narindi, erkekler kadar güçlü değildi. Bu açılardan “doğa” bir dereceye kadar sorumlu tutulabilirdi. Ama bu doğal eşitsizlik ortadan kaldırılamaz mıydı? Toplum ve onun mensubu erkekler, doğanın kadınlara karşı olan bu haksızlığını onarmak, düzeltmek için ne yapmıştı? Saadet Hanım’a göre hiçbir şey yapmamakla kalmamışlar, kadının bedensel ve düşünsel zaaflarını artıracak başka nedenler icat etmişlerdi. İlk çağlardan beri kadın, efendisi olan erkeğin hizmetkârı olmuştu. “Emr-i mutlak” olan bu efendi onu kendisine tabi kılmıştı. Böylece kadın iki kat iş görmeye mecbur kalmıştı.
Ev işleri ve çocuğun yanı sıra evinin dışında hayatını kazanmak için maddeten çalışmaya mecbur bırakılmıştı. Bu esir hayatı, kadının ruhu ve bünyesi üzerinde gittikçe sürekli ve artan oranda bir etki yapmıştı. Erkek, doğanın kadına vermiş olduğu ağır yükü azaltmak için çaba sarf etmemişti. Bilakis kendi çıkarına ve hesabına olarak bu yükleri artırmıştı.
Erkekler iktidarı ellerinde tutarak kadınla erkek arasındaki ilişkileri belirleyen ve sınırlayan birçok kanun çıkarmışlardı. Bu kanunlar sürekli erkeklerin menfaatine ve kadınların aleyhine sonuç vermişti. Kanunları yalnız erkekler tasarladığı için böyle olması gayet doğaldı. Kadın eğer evlenecek olursa bir bedbahtlıktan daha büyük diğer bir bedbahtlığa geçmiş olacaktı. Ve bir sarhoş kocanın bütün hiddeti ve fena muameleleri altında ezilecekti. Rakı kokuları hissedilecek bir evde dayak başlayacak, ekmek bulunmayacaktı. Doğan çocuklar bir diğerini takip edecek, sefalet ve ıstırap artacak ve bunları hastalıklar izleyecekti. Zavallı kadın yalnız ev işleriyle meşgul olmakla kalmayacak, işçi kimliğiyle ya bir fabrikada veya atölyede ya da zengin evlerinde hizmetçilik etmek zorunda kalacaktı. Bundan daha beteri de kadının kaderine yazılıydı. Adaletsizliğin, kadınlığa karşı toplumsal ve insani haksızlığın sonucu fuhuştu.
Bu koşullar altında Saadet Hanım kadınlara sesleniyor, onların erkeklerin ve toplumun bilinçsiz kurbanları olduğunu, erkeğin yalanlarına, hodbinliklerine, menfaatlerine kurban olduklarını vurguluyordu. Kadınların cebren alınan haklarını istemeleri için birleşmeleri ve mücadeleye girişmeleri, yalancılığa karşı hakikatin, esarete karşı hürriyetin, kine karşı aşkın, zulmete karşı aydınlığın, ölüme karşı hayatın zaferi için çaba sarf etmeleri gerekiyordu. Saadet Hanım “Birleşiniz, çünkü kadın bir meta gibi kalamaz” diyordu. Kadın erkeğin değerli bir arkadaşı olmalı, onunla el ele vererek bütün insanlığın saadeti için çalışmalıydı.[8]
Sovyet Rusya ve Kadın
Kadın özgürlüğü bağlamında Aydınlık’ta örnek ülke olarak Sovyet Rusya gösterilecekti. Bu ülkede kadını gözeten, onu himaye eden sayısız mevzuat çıkarılmıştı. Doğumla, hamile kadınlarla ilgili önlemler, doğum sonrası kadına tanınan haklar, eşit ücret politikaları, zührevi hastalıklarla mücadelenin yöntemleri Aydınlık’taki yazılarda sık sık gündeme getirilecekti. “Sovyetler Rusya’sında Kadının Himayesi”[9] başlıklı yazıda bu ülkede işçi kadınların, işçi anaların ve çocuklarının bir dizi koruma önlemi altında olduğu belirtiliyordu. Kapitalizm ise kadınları kale almıyor, onların gelişimine erkeklerden daha az ihtimam gösteriyordu. Kapitalist ülkelerde, en ucuz iş gücünü oluşturan kadındı. Kadın, kendi sağlığını gözetmesine olanak vermeyen maddi koşullar altında çalışmak zorundaydı. Öte yandan erkekten “dûn” olan, düşük olan siyasal konumu nedeniyle kendisini savunamayacak bir konumdaydı. Hamileliğinin en son gününe kadar en ağır ve ezici işlerde çalışmaya mecbur bırakılıyordu. Hamile kadınların bu derece gözetilmeyişleri ve son saate kadar çalışmak zorunda bırakılmaları sonucu gerek kendileri gerekse doğurdukları çocuklar arasında ölüm oranı yüksek oluyordu. Genel istatistikler 2.000 yeni doğmuş çocuktan, işçi sınıfında ilk yılda 305 çocuğun öldüğünü gösteriyordu. Bu sayı burjuvazi için ise 90’a düşüyordu.
Sovyet Rusya kadına doğumdan evvel ve sonra sekizer hafta izin veren dünyadaki tek ülkeydi. Bu süreler zarfında kadın sosyal yardım kasasından tam yevmiyesini alıyordu. Ayrıca yeni doğan çocuk için 8 rublelik bir ek tahsisat alıyordu. Bütün emzirme süresince her ay kendisine 7 ruble daha ödeniyordu. Bu meblağlar yalnız fabrikada çalışan işçi kadınlar değil, ev işleriyle meşgul olan işçi kadınlar için de geçerliydi. Fabrikada, bütün emzirme sürecince her üç saatte bir yarım saat, çocuğunu emzirme izni veriliyordu. Bu süreler için de ücretinden herhangi bir kesinti yapılmıyordu. Gece işleri ve sekiz saatten fazla mesai, hamile ve çocuklarını emziren annelere men edilmişti.
İşte bu “amele hükümeti” en ezici iktisadi güçlükler içerisinde, anneliğe ait olan bu sosyal güvenceleri sağlıyordu. Oysa sermayedar burjuva hükümetleri çok daha müsait iktisadi koşullar altında oldukları halde böyle bir sosyal politikadan çok ırak duruyorlardı.
Aydınlık, Türkiye’de II. Meşrutiyet’le birlikte yükselen feminizm hareketini sınıfsal açıdan eleştirerek kadına alternatif bir kurtuluş yolu göstermeyi amaçlıyordu. Kısaca kapitalizmin, sermayedarlık rejiminin, özel mülkiyetin hâkim olduğu bir ortamda kadın özgürlüğünden söz edilemeyecekti.
Derginin yazarlarından Fevziye Hanım, “Rusya’da Müslüman Kadınların İçtimai Vaziyetlerine Bir Nazar” başlıklı yazı dizisinde bu ülkedeki Müslüman kadınları beş ayrı kategoride ele alıyordu: a) Türkistan, Buhara, Hive ve Kuzey Kafkasya, b) Azerbaycan’ın merkezi sanayi kentleri, c) Kırgız sahraları, d) Kırım Tatarları ve e) Volga boyu Tatarları ve Başkırlar’daki kadınlar. Her bir kesimin kendine göre kadın sorunu olduğunu vurgulayan yazar, Şûralar Hükümeti öncesi, yani Sovyet devriminden önce Azerbaycan, Tataristan, Buhara ve Türkistan’da kadınların tıpkı Türkiye’de olduğu gibi hoca ve molla korkusuyla tiyatroya gitmekten çekindiklerini, sahneye çıkamadıklarını, kalın perdelerle örtündüklerini yazıyordu. Oysa Şûralar Hükümeti ile birlikte “kara örtüler altında inleyen Rusya Müslüman kadınları dört beş seneden beri o kara örtüleri yırtmış, hayat sahasına atılmış, insanlık hukukuna malik, tiyatrolara, sahnelere iştirak ediyor”lardı.
Fevziye Hanım, Lenin’in ölümü üzerine kaleme aldığı “Lenin ve Kadınlık” başlığını taşıyan yazısında da kadın sorununa eğilmişti. Lenin devrimci Marksizm kuramını kapitalizmin o günkü koşullarına göre uygulama çarelerini bulmuş, Marx’ın proletarya diktatörlüğü aracılığıyla sosyalizme doğru çizdiği yolda yürüyebilmek için en sağlam dayanağın proletaryanın bizzat kendi gücü olduğunu belirtmişti. Ancak bu işi başarabilmesi için proletaryaya müttefikler gerekiyordu. Bu müttefiklerin en başında fakir köylülük geliyordu; ikincisi ise kadınlardı. Ancak, Lenin topyekûn kadınları sosyalizmin hadimi olarak kabul edip işçi sınıfına yardıma çağırmıyordu. Lenin’in davet ettiği kadınlar, beyler, ağalar ve zenginlerin kadınları değildi. O işçi, fakir, köylü ve genel olarak kendi emeğiyle geçinen kadınları sosyalizme çağırıyordu. Kadınları sosyalizme davet etmekle yetinmiyor, tüm komünistlere de nasihat ederek işçi ve köylü kadınların iştiraki olmaksızın komünist toplumun kurulmasının mümkün olmayacağını söylüyordu. Komünist toplumun kurulması için işçi, köylü ve kendi emeğiyle geçinen bütün kadınların iştiraki gerekiyordu.[10]
Leman Sadreddin ve Feminizm
Kısaca, kadının kurtuluşu Aydınlık çevresi için sosyalizmin inşasıyla birlikte ele alınması gereken bir husustu. Bu nedenle Leman Sadreddin aydın Türk kadınlarının feminizmin peşinden koşarak lakayt bir tavır almalarını ve ataletlerini insaniyetin hiçbir zaman affedemeyeceği bir hata olarak görüyordu. Artık Türk kadınının görevi, kadınlığın ve bilhassa çalışan ve ıstırap çeken kadınlığın haklarını tanımak için anlaşmak, örgütlenmek, birleşmek ve mücadele etmekti. Bunun da ötesinde dünyanın her köşesinde bu uğurda çalışan kadınlarla birlikte çalışmaktı. Ancak o zaman Türk kadını insani görevini yapmış ve günahlarından kurtulmuş olacaktı. Gerçek saadeti, insani hayatı vaat eden sosyalizm, mahrumiyet ve ıstırap sıtmaları içinde kıvranan zavallı Türk kadınlarının hürriyet ve saadete kavuşmasını, gözyaşlarının dinmesini, nasır bağlamış ellerinin rahat etmesini ve yalnız gerçek bir aşkla aile kurmasını sağlayacaktı. Bu amaçla mukaddes bir mücadeleye girilecekti. İnsaniyetin ve gerçek aşkın zaferi için, yorulmadan, korkmadan ve her türlü mahrumiyete, fedakârlığa katlanarak diğer ülke kadınlarıyla ortak bir mücadele verilecekti. Yakın bir istikbalde, sosyalizmin “kızıl nurlu ışıkları” altında, yeni ve mesut toplum kurulduğu zaman kadınlar bütün meşakkatlerinden, ıstıraplarından kurtulmuş olacaklardı.
Lenin’in ölümü üzerine Aydınlık çevresinde kaleme en yoğun sarılanlar yine Türkiyeli Marksist kadınlar oldu. Bunlar arasında dört isim, Leman Sadreddin, Şaziye Sabiha, Fevziye Hanım ve Neriman Hanım öne çıkıyordu. Leman Sadreddin’in Lenin yazısı 19. sayıda yer almıştı ve biyografik bir metindi.[11] Lenin’in gençliğinden itibaren devrimci bir çizgiye yönelişini, teşkilatçılığını, sürgünde ve yurtdışında geçirdiği evreleri, Iskra başta olmak üzere yayın etkinliklerini, Rus ihtilalinin hazırlık evrelerini uzun makalesinde ayrıntılarıyla ele alıyordu. Son satırlarında, Zinoviyev’e atfen Lenin’in Fransız Devrimi’ndeki Marat’ya benzetildiğini kaydediyor, tarihin Lenin’e daha yaver davrandığını, Marat’nın ancak öldükten sonra halk nazarında yükseldiğini, Lenin’in ise hayattayken bütün Rus milleti tarafından takdis ve taziz edildiğini söylüyordu. Lenin, milyonlarca köy ve şehir proletaryasının Marat’sıydı. Leman Sadreddin, “Marat’nın halka karşı olan derin sadakatini, sadeliğini, halkın ruhu hakkında derin vukufunu, ‘aşağı tabaka’nın tükenmez gücüne güvenini alınız ve bunlara Marksizm hakkında yüksek bir vukuf, demir irade, derin bir tahlil gücünü ekleyiniz, o zaman Lenin’in şahsiyetine ulaşırsınız” diyecekti.
Şaziye Sabiha ve Lenin
Lenin’in ölümü üzerine en duygusal yazıları yazan isim Şaziye Sabiha idi. Şaziye Sabiha, Lenin’in ölümünün ardından üç yazı kaleme almıştı: “Lenin Sayfası: Lenin’in Başı Ucunda”,[12] “Lenin’in Mezarında”[13] ve “Lenin Sayfası: Lenin Söylüyor!”.[14]
“Lenin’in Başı Ucunda”, edebi bir üslupla, Lenin’in ölümünün duyulması üzerine Moskova’da yaşanan kaosu anlatıyordu. O anı Şaziye Sabiha şu satırlarla ifade ediyordu: “Bütün dünyanın birden nefesi kesilir gibi bir şey oldu. Sanki denizler karaları bastılar. Sanki arz birdenbire hareketinden kaldı. Ucu bucağı bulunmayan yüz milyonlarca insanlık bir cemiyet sanki bir anda, bir nefesle teslim-i ruh etti. … Bugün Moskova ayakta… Bugün âlem başka bir fırtına ile çalkalanıyor. Fabrikalar durmuş, mektepler, kışlalar boşalmış, köylüler kulübelerini bırakmışlar, Moskova’da bugün mahşer var, Moskova bugün taşıyor.”
“Lenin’in Mezarında” ise Lenin’in katafalka konmuş bedenini Sovyet halkının ziyaretine ayırmıştı. İlk satırlar Troçki’den bir alıntıydı: “Seni daha bir dakika fazla yaşatabilmek için damarlarındaki kanı seve seve senin vücuduna zikredecek bütün dünyada nice milyonlarca insan bulunurdu.” Üçüncü yazı “Lenin Söylüyor” bir mersiyeydi. Şaziye Sabiha’nın Lenin’in bir konuşmasını dinlemeye, Kremlin’e giderkenki duygularını dile getiriyordu. Salonda Troçki, Zinoviyef, Radek, Kamenef, Krupskaya, Klara Zetkin, devrimin en önde gelen şahsiyetleri hazır bulunuyordu. Bu arada yazar Kremlin’i ayrıntılarıyla tarif ediyor, Lenin’i dinlemeye dünyanın dört bir yanından gelen işçi temsilcilerini tanıtıyordu. Yazı şu satırlarla sonlanıyordu: “Lenin birdi, öldü. Fakat bugün yüz binlerce yüz milyonlarca Leninler var ve biz her birimiz o yüz binlerden biriyiz!…”
Fevziye Hanım’ın yazısı yukarıda belirtilen “Lenin ve Kadınlık”[15] da Lenin’in ölümü üzerine kaleme alınmıştı. Aydınlık’ta yer alan son kadın yazar Neriman Hanım’ın yazısı “Lenin Köşeleri”[16] başlığını taşıyordu. Ölümü ertesi geçen bir yıl içerisinde anılma şeklini dile getiren bu yazı, Lenin’in ölümünden tam bir yıl sonra derginin 30. sayısında yer aldı. Lenin’in anısını yaşatmak üzere ülkenin en büyük şehirlerinden en ücra köylerine varıncaya kadar Lenin köşeleri kurulmuştu. Her fabrikanın en mutena mevkii “Lenin köşesi”ne dönüştürülmüştü. Orada Lenin’in bütün eserleri yer alıyor, etkinlikleri, hayatı resimlerle canlandırılıyordu. Sibirya’nın ıssız, tenha steplerine, Türkistan’ın çöllerine giden trenlerde bile birer “Lenin köşesi” bulunuyordu. Deniz hatlarında, gemilerin en güzel kamaraları “Lenin köşesi”ydi. Lenin ölmüştü ama eksi 35 derece soğukta bile kalplerde onun sıcaklığı yaşıyordu. Ve Neriman yazısını şu satırla bitiriyordu: “Lenin öldüyse Leninizm yaşayacaktır!”
Lenin’in ölümü Türk basınında geniş yer aldı. Ama en duygusal yazılar Aydınlık dergisinin kadın yazarlarının kaleminden çıktı. Aydınlık otuz bir sayı yayımlanabilmişti. Türkiye’de Marksizmi bilimsel tabanına oturtan dergi olarak bilinegeldi. Ama bunun yanı sıra ikinci bir özelliği daha vardı. Kadın yazarların derginin sayfalarında yer almasına özen gösterilmişti. Bugüne kadar Türkiye’de bu yoğunlukta kadınlara, erkeklerle birlikte, ayrım gözetmeksizin yer veren başka bir fikir dergisi görülmediği söylenebilir.
Kaynak: Toplumsal Tarih Kasım 2017 özel sayısı
[1] 1 Leman Sadreddin, “İnkılâb Kadınları”, Aydınlık, sayı 19, Teşrinisani 1339 (1923), s. 507-508.
[2] 2 “Sovyet Rusyası’nda Kadın Himayesi”, Aydınlık, sayı 19, Teşrinisani 1339 (1923), s. 512.
[3] 3 “Kadın Meselesi”, Aydınlık, sayı 19, Teşrinisani 1339 (1923), s. 507-508.
[4] 4 Sadreddin Celâl, “Vladimir İlyiç Ulyanof Lenin”, Aydınlık, sayı 20, Şubat 1340 (1924), s. 514-519.
[5] 5 Şevket Süreyya, “Lenin ve Leninizm”, Aydınlık, sayı 20, Şubat 1340 (1924), s. 519-523.
[6] Şefik Hüsna, “İctimaî İnkılâb ve Kadınlarımız”, Aydınlık, sayı 2, 1 Ağustos 1921, s. 35-40.
[7] Leman Sadreddin, “İnkılâb Kadınları”, Aydınlık, sayı 19, Teşrinisani 1339 (1923), s. 507-508.
[8] Saadet, “Kadınlık İçin…”, Aydınlık, sayı 15, Mayıs 1923, s. 396-398.
[9] Sovyetler Rusya’sında Kadının Himayesi”, Aydınlık, sayı 19, Teşrinisani 1339 (1923), s. 512.
[10] Fevziye, “Lenin ve Kadınlık”, Aydınlık, sayı 26, Teşrinievvel 1924, s. 685-686.
[11] 11 Leman Sadreddin, “Lenin”, Aydınlık, sayı 19, Teşrinisani 1339 (1923), s. 504-507
[12] Şaziye Sabiha, “Lenin Sayfası: Lenin’in Başı Ucunda”, Aydınlık, sayı 21, Mayıs 1340 (1924), s. 601-603.
[13] 13 Şaziye Sabiha, “Lenin’in Mezarında”, Aydınlık, sayı 25, Eylül 1340 (1924), s. 648-649.
[14] 14 Şaziye Sabiha, “Lenin Sayfası: Lenin söylüyor!..”, Aydınlık, sayı 26, Teşrinievvel 1340 (1924), s. 679-681.
[15] Fevziye, “Lenin ve Kadınlık”, Aydınlık, sayı 26, Teşrinievvel 1340 (1924), s. 685-686.
[16] Neriman, “Lenin Köşeleri”, Aydınlık, sayı 30, Şubat 1341 (1925), s. 804-810.
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024