“Kadının özgürlüğü, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla gerçekleşecektir.”
Clara Zetkin
Kadına yönelik şiddete, baskıya ve ikinci sınıf vatandaş yerine konulmasına karşı bir haykırış günüdür 8 Mart…
8 Mart, özünde sınıf kavgasıdır. Bu kavga sadece kadının cinsiyetinden değil, erkeği ve kadını ile tüm insanlığın kurtuluş kavgasıdır.
Marks ve Engels, cinsiyetler arası eşitsizliğin ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin henüz ortaya çıkmadığı ilkel komünal topluluklarda, toplumsal iş bölümünde doğal yaşamın zorluklarına karşı çocuk doğurmanın ve bakımının zorluklarına işaret ederek, değişmez işbölümünü dile getirmişlerdir. Erkekler, av işlerinde uzmanlaşmış, kadınlar da çocuk bakımını üstlenmişlerdi. Toplayıcı topluluklarda bitkisel yiyeceklerin de kadınlar tarafından yürütüldüğünü tarih kitaplarında okumuşuzdur. Bu topluluklarda iş bölümü olmasına rağmen üretim ve ev için işbölümünün kolektif bir şekilde yürütülmesi sonucu, yaşam döngüsünde cinsiyetçi ayırım ya da cinsiyete dayalı herhangi bir tahakkümün olmadığını biliyoruz.
Tarihin gelişim sürecinde, ilkel komünal topluluklarda kadın ve erkeğin yaşamı birlikte var etmek için mücadele ettiğini görüyoruz. Üretim ilişkileri ortaktı. Kadının çocuk doğurması yaşamın devamı olarak algılanmış ve kadın kutsal sayılmış, saygı görmüştür. Çünkü paylaşıma ve dayanışmaya dayalı bir sistem oluşmuştur. Üretim araçları geliştikçe kadın, toplum içindeki saygınlığını yavaş yavaş yitirmeye başlamış, işbölümü erkek egemenliğine göre şekillenmiştir. Dolayısıyla özel mülkiyetin egemen olduğu toplumlarda erkek, başkaları üzerinde hak iddia etmeye başlamıştır. Buna kadın da dâhildir. Kadının yenilgisi özel mülkiyet kavramının ortaya çıkmasıyla birlikte başlamış, üretime katılan kadınların toplumdaki yeri tamamen değişmiştir. Çünkü sermayenin ucuz ve sömürüye dayalı iş bölümü sanayinin gelişmesiyle paralel olmuştur. Kadınlar bu dönemde en ağır koşullarda çalışmak zorunda bırakılarak, yoksulluğa mahkûm edilmiş, toplumdaki konumu da bir meta gibi algılanmaya başlamıştır.
Kadınlar, kendilerine reva görülen şiddet, cinsel saldırı, kapitalist üretim sisteminin hâkim olduğu erkek hegemonyası, sömürü vb. zulüm türü uygulamalar nedeniyle köle gibi yaşamaya mahkûm edilmiştir. Kapitalist sömürü devam ettiği sürece egemen toplumsal eril zihniyetinin değişmesi de pek olası değildir.
Tarihçe
1857 tarihi milat olarak kabul edilirse 165. yıldönümü ile 8 Mart, kadının; tacize, tecavüze, sömürüye, şiddete, ataerkilliğe, ekonomik ve cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadele ile emekçi kadınların baskıya, sömürüye, ikinci sınıf insan yerine konulmaya karşı özgürlük ve eşitlik için mücadeleye başladıkları kavga günüdür.
Amerika’da New York kentinde kadına karşı cinsiyetçi ücret anlayışın egemen olduğu modern kapitalist düzende iyi çalışma koşulları istemiyle 40 bin dokuma işçisi eylem başlattı. New York kentinde ağır sömürü ve insanlık dışı çalışma koşullarına başkaldıran 40 bin dokuma işçisi kadının talebi günde 10 saatlik çalışma talebiydi. Bu grevin ardından tekstil ve tütün sanayinde birbirini izleyen grevler patlak verdi. “Eşit İşe Eşit Ücret”, sendikalaşma ve oy hakkı istekleri ön plana çıktı.
8 Mart 1908 tarihinde New York “Cotton” tekstil fabrikasında 20 bin kadın işçi daha iyi çalışma koşulları için 8 hafta devam edecek greve imza attılar. İstedikleri daha iyi çalışma koşullarının ayarlanması, çalışma saatlerinin düşürülmesi, kadın emeğini küçümseyen, kadını bezdiren, eve hapsetmeyi amaçlayan, cinsiyetçi eksik ücret uygulamasına karşı bir tepki niteliğindeydi. Grevin sürdüğü fabrikada asker, polis, militarist ve paramiliter gruplar, kadın işçilere saldırdı ve onları fabrikaya kilitlediler. Kapılarını kilit vurulan fabrikanın etrafına bu güvenlikçiler etten duvar ördüler. Bu mücadeleye gözdağı vermek amacıyla fabrikayı ateşe verdiler. 129 kadın emekçinin büyük kısmı yanarak, kalanlar da kolluk güçlerinin şiddetine uğrayarak fabrikada can verdi. 129 kadın işçinin cenazelerine yaklaşık 60 bin insan katıldı.
8 Mart, ilk kez uluslararası ve kitlesel anlamda 1911’de Almanya, Avusturya, İsviçre, Danimarka ve ABD’de kutlanmaya başladı. Eşit işe eşit ücret, seçme ve seçilme hakkı, 8 saatlik işgünü gibi taleplerin ön plana çıktığı gösterilere “bir milyon”un üzerinde kadın katıldı. Bir yıl sonra da Fransa, İsveç ve Hollanda’da yapılan eylemlerde kadınların gündeminde her an patlak vermesi olası emperyalist paylaşım savaşı vardı.
Rusya’da ilk kez 8 Mart 1913 tarihinde Çarlık döneminde açık gösterilerin yapılması imkânsız olduğu koşullarda kutlamalar yapıldı.
Rus işçi kadınları 8 Mart 1917 tarihinde Uluslararası Kadınlar Günü nedeniyle tüm fabrikalarda greve gitti. Petrograd yollarında barış ve ekmek istekleriyle yürüdüler [1].
1921 tarihinde yapılan II. Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı’nda Petrograd’lı tekstil işçisi kadınların önerisiyle 8 Mart, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kabul edilmiştir.
Faşizme karşı barış için 1937 İspanya’da iç savaş döneminin 8 Mart’ında kadınlar kitlesel gösterilerle faşist Franco rejimini protesto etti. 1943 yılında da İtalyan kadınlar Mussolini yönetimini hedef alan gösteriler yaptı. 1960’lı yıllarda ABD’li kadınlar Vietnam Savaşı’na çocuklarını göndermemek için gösteri yaptılar.
Uluslararası Af Örgütü Raporları ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı raporları verilerine göre; [2]
- Her üç kadından biri şiddete maruz kalıyor,
- Ülkemizde kadınların işgücüne katılma oranı %25,4,
- Ülkemizde çalışan kadınların %79’u sosyal sigorta güvencesinden yoksun,
- Kadınların sivil toplum örgütlerine üye katılımı %24, partilere katılım %13, sendikalara ise %6 civarında,
- Türk-İş’in 35 sendikasında 5 kadın, DİSK’in 18 sendikasında 10 kadın, KESK’in 11 sendikasında 14 kadın ve Hak-İş’in 8 sendikasında sadece 1 kadın yönetici bulunmaktadır.
2016 verilerine göre OECD ülkelerinde haftalık ortalama çalışma süresi 40,4 saat iken Türkiye’de 49,3 saattir. Kadınların yüzde 27’si fazla mesai yaptığını belirtmektedir.
Kadın aynı zamanda ev işlerinin ve çocuk bakımının değişmez bir kölesidir. Gelenek, görenek ve dinsel gericilik zihniyeti ile baskı altındadır, aşağılanır, hor görülür. Cinsel bir obje olarak görülür. Bedenine hükmedilir. Binlercesi kitlesel fuhuşa sürüklenir. Cinsel kimliğinden dolayı şiddete, tacize, tecavüze ve hor görülmeye maruz bırakılır. Kaderine isyan ettiği zaman da katledilir ve bu katliam da erkeğin bir mazereti olarak kabul edilir. Paylaşım savaşlarında görüldüğü gibi kapitalist düzenin acımasızlığına ve emperyalizmin barbarlığına maruz kalır. Bu savaşlarda açlığa ve hastalığa mahkûm edilir, toplu tecavüze uğrar ve aşağılanır.
Zorla Yerinden Edilmiş Küresel Eğilimler 2017 Raporu’na göre; dünyada 68.500.0000 kişi yerinden edilmiş durumdadır. Bu nüfusun içinde 16.200.000 kişi, 2017 yılı içerisinde, bir veya birden çok kez olmak üzere yerinden edilmiştir. Söz konusu rakamlara göre her gün 44.500 kişi ya da her iki saniyede bir kişi yerinden edilmektedir. Yerinden edilen kitle içerisinde ülkelerinde yaşanan çatışma ve zulümden dolayı evlerini terk etmek zorunda kalan mültecilerin sayısı ise 25.400.000 kişidir. [3]
8 Mart “Dünya Kadınlar Günü” değil, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”dür
Her ne kadar BM nezdinde Burjuvazinin içini boşaltarak 1977 tarihinde kabul ettiği Dünya Kadınlar Günü, 1910’larda 2. Enternasyonal sosyalist kadınlar toplantısında 8 Mart tarihi “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak tarihe geçmiştir.
26 ağustos 1910’da, Kopenhag’da 2. Enternasyonal sosyalist kadınlar toplantısında, Clara Zetkin’in önerisi ile “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”, kadınların ekonomik ve cinsiyet eşitsizliğine, ataerkil sömürü düzenine karşı mücadele günü olarak kabul edildi. Kopenhag’da toplanan ikinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda alınan ve Clara Zetkin’in önerisiyle, Amerika’da 1857, 1886 ve 1908 tarihlerinin 8 Mart’ta kadın işçilerin ağır sömürüye karşı ekonomik, sosyal ve siyasal hakları için ölen işçilerin anısına her yıl kadınlar günü düzenlemesi önerisi kabul edildi.
Burjuvazinin içini boşaltmaya çalıştığı 8 Mart, 1977 yılında Birleşmiş Milletler kararıyla “Dünya Kadınlar Günü” olarak kabul edildi. Daha da vahimi, kadın mücadelesi içerisinde yer alan bazı liberalist çevreler de burjuva sınıfının işine gelen bu söylemi ve anlamsızlaştırma çabasını sahiplenerek bu günü kadınlara özel bir eğlence ve kutlama gününe evirmek niyetindedirler. Oysa kadın mücadelesi ve karşısında durduğu ataerkil düzen, özel mülkiyet ve miras ilişkileri, sınıf mücadelesi ve sömürü düzenleri ile doğrudan ilgilidir. 8 Mart, emekçi kadınların kanlarıyla kazandıkları bir mücadeledir ve işçi sınıfına aittir.
Türkiye Gerçeği
Türkiye’de 8 Mart, ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlandı. 12 Eylül faşist darbesine kadar gelenek haline getirilen 8 Mart, darbenin ardından yasaklandı. Bu yasak, 1984 yılına dek sürdü.
Cinsiyet eşitsizliği kaynaklı kadına şiddette dünyada birinci sıradayız. Uluslararası güvenlikte Türkiye, kadınlar için en tehlikeli ülkeler sıralamasında 13. sıradadır. Dünya’da kadına verilen değer bakımından sondan 7. sıradayız. Yani dünyada kadının en değersiz olduğu ülkeler arasındayız. Kadına taciz ve tecavüzde dünyada 9. sıradayız. Nazım Hikmet’in bir dizesinde dile getirdiği gibi, “soframızdaki yeri, öküzümüzden sonra gelen kadınlarımız”ın toplumdaki yeri net ve tartışmasız kadına bakışımızı yansıtıyor. Ülkemizde tecavüzcüsüyle evlendirilen, kocalarından sürekli şiddet ve ölüm tehdidini alan, sokak ortasında bilmem kaç yerinden bıçaklanan, ekonomik özgürlüğü olmayan, mahkemede hakkını aramaya gittiğinde sürekli ertelenen mahkeme kararlarına, eylemde polis dayağından bebeğini kaybeden, otoriter bir liderin “kadın mıdır, kız mıdır” hakaretine uğrayan, en az üç çocuk doğurması gereken, dayak atan kocasını haklı bulan, katil eşini koruyan yargı kararlarıyla dışlanan bizim kadınlarımız… Yılda bir kez bile olsun onları hatırlamak bize ağır geliyor. Kadın-erkek eşitliğinden bahsedenler, önce bu gerçeği görmeliler; eşitlikte sınıfta kalmış bir toplumu, lideriyle, siyasetçisiyle, parlamentosuyla, eril zihniyetiyle!..
Cezaevlerinde kadınların yaşam koşulları, erkeklere oranla çok daha zordur. Kadınlara bu zulmü reva gören yasaları yapanlar, bu insanlık utancına imza atmaktan imtina etmediler. Bugün yasama ve yargı organları, bağımsızlığını kaybederek yürütme organının bir parçası haline gelmiştir. Yasalar, ya KHK ile yürürlüğe girer, ya da saray yönetimi tarafından yapılır ve TBMM’deki çoğunluk tarafından parmak hesabıyla kabul edilir. Cezaevlerinde yatanların büyük çoğunluğu hukuksuzluğun kurbanıdır.
Günümüzde kadınların kamu alanlarında çalışmaları, karar verici konumda olmaları, eşitlik gibi kavramlar çok uzaktır. Sağlık yönünden de göstergelerin yetersiz olduğu aşikârdır. Anne ölümleri, gelişmiş batı kapitalist ülkelere göre en az 10 misli daha yüksektir ve bu ölümlerin yaklaşık % 80’i önlenebilir nedenlere bağlı olduğu halde… Toplumsal cinsiyet ayırımı en çok kadınları olumsuz etkilemeye devam etmektedir. Çocuklarda bile cinsiyet seçimi, hor görme, kadına yönelik şiddet, cinayet ve namus davaları gibi kabul edilemez uygulamalar hala devam etmektedir. Bu tür uygulamalar, kadını ülkemizde ikinci sınıf vatandaş olarak ayrı bir yere koymaktadır. Türk burjuvazisi gerek parlamento ve gerekse kitlesel olarak yönettiği 8 Mart’ı ertesi gün unutturmayı çok iyi bilmektedir.
Türkiye’deki emekçi kadın gerçeğini Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu özet olarak açıklamıştır. DİSK’in Kadın İşçi Gerçeği 7 Mart, 2018 raporuna göre:
- Kadınların çalışma hayatındaki en önemli üç sorunu: Düşük ücret, işsizlik, sigortasız çalıştırılma;
- Kadınlar erkeklerden daha düşük ücret alıyor;
- Kadınların yüzde 63,9’u çalışma hayatından memnun değil;
- Kadınların en az yüzde 92’si sendikasız;
- Kadınların kıdem süresi erkeklere göre oldukça gerilerde;
- İşyerinde kadına ayrımcılık düzeyi yüksek;
- Kadınların yüzde 23,2’si işe alım sürecinde ayrımcılık yaşıyor;
- Kadın işçilerin yüzde 86’sı işyerlerinde çocuk bakım desteğinin olmadığını söylüyor;
- Kadınların yüzde 25’i güvencesiz işlerde çalışıyor.
Sonuç
Kadınların yerelde ve uluslararası alanda verdiği mücadele cinsiyete dayalı yapısal eşitsizliklerin, toplumda hor görülmenin varlığı nedeniyle küçümsenmeyecek durumdadır. Gerek kamusal alanda ve gerekse özel kesimde yer alan cinsiyete dayalı eşitsizliklerin sebep olduğu toplumsal huzursuzluğun bir isyanıdır 8 Mart… Diktatoryal yönetimlerin en büyük korkusu kadınların sokaklarda kendilerine özgü kutlamaların bir bayram havası içinde geçirmesidir. Bu tür yönetimlerin fobileri hem kadınlar hem de sokaklar olmuştur.
Kadın, Barış ve Güvenlik Endeksi raporu, 2018 yılında 379 milyon kadının aile içi şiddete maruz kaldığını ortaya koymuştur.
İnsanın insana kulluk etmediği, sömürülmediği, geceleri aç yatmadığı, kadını ve erkeği ile toplumun ve insanlığın saygın üyesi olduğu bir dünya özlemidir 8 Mart…
Kadına yönelik şiddete, baskıya ve ikinci sınıf vatandaş yerine konulmasına karşı bir haykırış günüdür 8 Mart…
Çalışan kadınların ağır ve sağlıksız koşullarda uzun süreli ve çok düşük ücretle kapitalist sömürüye karşı başkaldırı günüdür 8 Mart…
8 Mart, özünde sınıf kavgasıdır. Bu kavga sadece kadının cinsiyetinden değil, erkeği ve kadını ile tüm bir insanlığın kurtuluş kavgasıdır. Bugünkü kurulu düzen, insanın insana kulluk ettiği, el kapılarında köle haline getirdiği bir düzendir; bir özel mülkiyet düzenidir. Özel mülkiyet erkeğin elinde toplanmıştır. Bu düzen, özel mülkiyeti elinde bulunduran erkekleri de ücretli köle haline getirmiştir.
Kapitalist üretim ilişkilerinin hâkim olduğu toplumda kadın, ezilen, hor görülen, köle gibi çalışmak zorunda kalan, ikinci sınıf vatandaş gibi muamele gören, insandan sayılmayan bir varlıktır. Emeğin sömürüsü devam ettiği sürece kadının özgür olması mümkün değildir.
Enternasyonal Emekçi Kadınlar Komisyonundan çıkan karar gereği, Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg [4] anısına dünya kadınlarını bir kez daha mücadeleye çağırıyoruz.
“Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok. Oysa kazanacağımız bir dünya var!”
KADIN
Kimi der ki kadın
Uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın
Yeşil bir harman yerinde
Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kızkardeşim,
Hayat arkadaşımdır.
Nazım HİKMET
[1] Enternasyonal Emekçi Kadın Komisyonu Bülteni (Sayı 1, Şubat 2015]
[2] Ayşegül Altınay & Yeşim Arat, Türkiye’de kadına yönelik şiddet, İstanbul, 2008
[3] Mahmut Kaya, Türkiye’de Suriyeli mülteci gruplara yönelik şiddet (TİHEK Akademik Dergi, 17.12.2019)
[4] 2013 Dünya Emekçiler Kadınlar Günü’nde Diyarbakır’da savcılık ilginç bir olaya imza attı. 8 Mart’ta sokaklarda kutlama yapan kadınlar ile ilgi soruşturma evrakında Clara Zetkin, Rosa Luxemburg, Leyla Kasım PKK üyesi terörist olarak ilan edildi. Bu evrakta şu ifadelere yer verildi. “Her ne kadar Diyarbakır’da 3 Mart 2013 günü şüpheliler tarafından düzenlenen Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri için ‘Rosalardan Sakinelere Sözünüz Sözümüz Yolunuz Yolumuzdur’ ibaresinin ve PKK ‘terör örgütü’ üyeleri Rosa Lüksemburg, Clara Zetkin, Leyla Kasım, Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez’in fotoğraflarının yer aldığı afişlerinin bastırılması ve bu afişlerin şehrin değişik noktalarına billboard olarak da asılması nedeniyle ‘örgüt propagandası yapmak’ suçundan dolayı şüpheliler hakkında soruşturma yürütülmüş ise de Diyarbakır 1 No.lu Hâkimlik 27 Şubat 2013 tarih ve 2013/73 değişik sayılı yasaklama ve toplatma kararının şüphelilere tebliğinin ardından şüphelilerin harekete geçerek şehrin değişik noktalarına asılan afiş ve billboardların kaldırılması için çaba gösterdikleri, tutulan 1 Mart 2013 tarihli tutanak ile de bu hususun belirlenmiş olduğu, bu açıdan suçun maddi ve manevi unsurlarının olayımızda gerçekleşmediği anlaşıldığından şüpheliler hakkında yüklenen suçtan dolayı kavuşturmaya yer olmadığına kararın şüpheliler ve müdafilerine tebliğine karar verildi” ifadelerine yer verildi.
- Irkçılık - 31 Aralık 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (3) - 26 Kasım 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (2) - 12 Kasım 2022