AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Uluslararası Aile Forumu’nda yaptığı açıklamada, Türkiye’de doğum oranlarının düşmesinin “asla ekonomiyle ilgisi olmadığını” iddia etti. Her zamanki gibi “en az üç çocuk” önerisini yineleyen Erdoğan, bu sefer kürtajı da hedef alarak, onu “bir cinayet” olarak niteledi. Bununla da yetinmeyip LGBT bireyleri “insanlık düşmanı” olarak etiketledi ve doğurganlığın düşmesini “kültürel emperyalizm”in bir sonucu olarak sundu. Oysa elimizdeki sosyolojik ve demografik veriler, bu açıklamaların gerçekle, toplumsal dönüşümle ve bilimle hiçbir bağının olmadığını açıkça gösteriyor.
Doğurganlık Düşüşünün Temel Dinamiği: Ekonomi ve Kentleşme
Türkiye’de doğurganlık oranının 2.1’in altına düşmesi demografik açıdan elbette önemli bir değişimi işaret ediyor. Ancak bu düşüşün temel nedenini anlamak için yapılması gereken, modernleşme süreciyle birlikte ortaya çıkan yapısal dönüşümlere odaklanmaktır. Öncelikle belirtmek gerekir ki doğurganlık, bireysel tercihlerden çok, ekonomik koşullar, kentleşme oranı, eğitim seviyesi ve toplumsal cinsiyet normları gibi çok katmanlı faktörlerin etkileşimiyle şekillenir.
Kırsal bölgelerde çocuk sayısının çok olması ekonomik olarak avantaj sağlarken —örneğin tarımsal üretimde ucuz iş gücü olarak çocukların görülmesi gibi— kentlerde bu denklem tamamen değişir. Şehirde yaşamanın maliyeti, barınma ve eğitim giderleri, çocuk bakım hizmetlerinin yetersizliği gibi unsurlar çocuk sayısını ciddi şekilde sınırlar. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde yaşayan çiftlerin çocuk sahibi olma konusundaki kaygıları büyük oranda maddi temellere dayanmaktadır.
Bu veriler ışığında doğurganlığın düşüşünü sadece kültürel yozlaşma ya da LGBT bireylerin görünürlüğüyle açıklamak, toplumu anlamayı reddeden ideolojik bir körlükten ibarettir. Erdoğan’ın, bireyin çocuk sahibi olma kararını ekonomik, sosyal ve psikolojik koşullardan ayırarak açıklaması, devletin gerçek sorunlara değil, sembolik tehditlere karşı “milli refleks” geliştirme alışkanlığının yeni bir tezahürüdür.
Kadınlar Neden Doğurmuyor?
Kadınların çocuk sahibi olma konusundaki kararları, bugün artık sadece biyolojik değil, sosyal ve mesleki bir dizi değişkene bağlıdır. Türkiye’de genç kadınlar üniversite mezunu olduktan sonra daha geç evlenmekte, çocuk sahibi olmayı ertelemekte ve iş hayatına katılım oranları arttıkça daha az sayıda çocuk yapmaktadır. Erdoğan’ın kadınlara biçtiği geleneksel roller —annelik, itaatkârlık, ev içi sorumluluk— bu toplumsal dönüşümü kavramaktan acizdir.
Kadınlar için çocuk sahibi olmanın maliyeti sadece ekonomik değil; sosyal olarak da ağırdır. Kreş desteği yetersiz, esnek çalışma koşulları sınırlı, doğum sonrası iş güvencesi belirsizdir. Tüm bunların üzerine bir de politik liderin kadınların bedenleri üzerindeki haklarına doğrudan müdahale eden açıklamaları —örneğin kürtajın “cinayet” olarak damgalanması— geldiğinde, kadınlar daha çok kontrol altında hissetmekte, dolayısıyla çocuk sahibi olmayı daha fazla ertelemektedir.
LGBT Düşmanlığı ve “Aile” Kurgusunun Politikleştirilmesi
Erdoğan konuşmasında LGBT bireyleri bir kez daha hedef alarak, bu topluluğu “çocuk düşmanı” olarak tanımladı. Oysa sosyolojik açıdan bakıldığında, LGBT+ bireylerin toplumun doğurganlık oranları üzerinde hiçbir belirleyici etkisi yoktur. Aksine, LGBT bireylerin dışlanması, toplumsal çeşitliliğin bastırılması anlamına gelir ve bu da modern toplumun gelişimini sekteye uğratır.
Burada temel sorun, Erdoğan’ın aileyi ideolojik bir aygıt olarak kullanmasıdır. Onun “aile” tasavvuru, kadının evde, erkeğin işte, çocuğun ise mutlak itaate dayalı bir düzende yaşadığı geleneksel bir kurgudur. Bu yapının dışındaki her yaşam tarzı —bekâr bireyler, LGBT+ çiftler, çocuk yapmamayı tercih eden aileler— “sapma” olarak damgalanmakta, siyasal bir tehdit gibi sunulmaktadır.
Sorunu Yanlış Yerde Aramak
Türkiye’de doğum oranlarının düşmesinin ardında yatan nedenleri anlamak için dine, emperyalizme, popüler kültüre ya da LGBT bireylere başvurmaya gerek yok. Sorun gözümüzün önünde duruyor: artan hayat pahalılığı, barınma krizi, iş güvencesizliği, yetersiz çocuk bakım destekleri, kariyer ve annelik arasında sıkışan kadınlar, toplumsal cinsiyet eşitsizliği…
TÜİK verilerine göre Türkiye’de gençlerin evlenme yaşı artıyor. Kadınlar daha az çocuk sahibi oluyor çünkü çocuk bakımı pahalı, hayat güvencesiz ve devlet destekleri zayıf. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2023 verilerine göre 20-29 yaş arası kadınların %48’i iş güvencesi kaygısıyla çocuk sahibi olmayı erteliyor. Gençlerin %61’i ekonomik gerekçelerle evlenmiyor. Tüm bu sayılar Erdoğan’ın “sorun ekonomi değil” sözlerini boşa çıkarıyor.
Doğum Değil, Hak Temelli Politika Sorunu
Erdoğan’ın açıklamaları, toplumu rasyonel gerçeklikten uzaklaştıran ve kimlikler üzerinden kutuplaştırmaya dayalı klasik bir muhafazakâr popülizmin parçasıdır. Doğurganlık gibi karmaşık ve çok boyutlu bir meseleyi kültürel yozlaşma, LGBT düşmanlığı ve dini referanslarla açıklamak, sadece bilimsel gerçekleri çarpıtmakla kalmaz, aynı zamanda sorunları çözmek için gerekli olan politik iradeyi de engeller.
Türkiye’de doğum oranları düşüyor çünkü insanlar güvende hissetmiyor. Gençler geleceklerini planlayamıyor, kadınlar yalnız bırakılıyor, aile kurmak lüks hale geliyor. Bu koşullarda yapılması gereken, baskıcı ideolojik söylemlerle toplumu hizaya sokmak değil; sosyal devletin gereklerini yerine getirmek, kadınlara ve gençlere hak temelli politikalarla destek olmaktır.
Sembollerle savaşmak kolaydır. Gerçeklerle yüzleşmek ise siyasi cesaret ister.
Kaynakça:
- TÜİK. “Doğurganlık Hızı, 2023.” Türkiye İstatistik Kurumu.
- Ayşe Buğra & Çağlar Keyder. Yeni Yoksulluk, Yeni Yoksunluk. İletişim Yayınları, 2003.
- Nilüfer Göle. “Modern Mahrem: Medeniyet ve Örtünme.” Metis Yayınları, 1992.
- Arlie Hochschild. The Second Shift. Penguin Books, 2003.
- Judith Butler. Gender Trouble. Routledge, 1990.
- Felsefede Irkçılık Tartışması: “Büyük Siyah Düşünürler Neden Filozof Sayılmıyor?” - 19 Haziran 2025
- Göbekli Tepe: Uygarlık Anlayışını Sarsan 12.000 Yıllık Anıt - 12 Haziran 2025
- Trump’ın Los Angeles’a Gönderilen Ulusal Muhafızları: Bir Tatbikat mı? - 8 Haziran 2025