Hadi şu, bir dönem her lisenin her arka sırasında mevcut, beyaz gömleğinin uçları pantolonundan çıkmış, kravatı gevşemiş, kesif sigara kokan, bıyıkları yeni terlemiş oğlan çocuğunun, sorunun sorulduğu tüm öğretmenleri delirten sorusuyla başlayalım: “Hocam Cumhuriyet günlük hayatımızda ne işe yarayacak?”
Yüzüncü yılına yaklaşmakta olan Cumhuriyet ve onun eğitim sistemi hala bu soruya bir cevap üretebilmiş, ürettiyse de gençlere anlatabilmiş, aktarabilmiş değil. Cumhuriyet okullarda hala, Samsun’a çıkarak düşmanı kurtaran ve onu kuran Atatürk’ün bizlere bir armağanı olarak anlatılmakta. Atatürk’ün sözlerine atfen Cumhuriyet bir fazilettir ve Türk milleti de buna layıktır. Kitaplarda ne yazarsa yazsın hegemonyanın inşa edildiği diğer toplumsal kurumlarda gençlere “Cumhuriyetin padişahımız efendimizi memleketten kovup Osmanlı’yı yıkan, İngiliz ajanı, alkolik Kemal’in kurduğu küfür rejimi” olduğunun anlatıldığını da söyleyebilirsiniz; itiraz etmem, kabulümdür. Nitekim bence de “Kadir Mısıroğlu ölmedi tüm eğitim sistemimizde yaşıyor!!!” Yine de halen tedris edilmekte olan ders kitaplarına baktığımızda birincinin belirgin/formel olduğunu görürüz.
Bu anlatıda Cumhuriyet, Atatürk’ün ileri görüşlülüğünün bir tezahürü, onun bir armağanı olmaktan fazla bir anlama sahip değildir: Biz Cumhuriyeti bir fazilet rejimi olarak sahiplenmeliydik. Onun neyin bir fazileti ve liyakati olduğunu tartışmanın da pek bir anlamı yoktu. Cumhuriyeti bize armağan eden Atatürk’tü ve hediye ederken de bizim bu fazilete layık olduğumuzu söylemişti. Cumhuriyetin erdemi, onu hediye edenin Cumhuriyetin bir erdem olduğunu söylemesi ile anlamlandırılıyordu.
Akif Çevik Gül Koç ve Koray Şerbetçi’nin yazdıkları, Devlet Kitapları’ndan basılan ve öğrencilere dağıtılan Ortaöğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük (2019) başlıklı 12 . sınıfa ait ders kitabında da aynı tadı ve kokuyu alırız: Gençlere hala, içi boş, gereksiz ayrıntılarla dolu ve “gerçek hayatta hiçbir işlerine yaramayacak!” bilgiler verdiğimizin bir nişânesi olarak okunabilir.
9 Ekim 1923’te Ankara’da çıkan “Yenigün” gazetesinde: “Yakında cumhuriyet ilan olunacaktır.” haberinin çıkması kamuoyunda konuyla ilgili tartışmaları alevlendirdi. Bu gelişmelerin yanı sıra TBMM’de oluşan siyasi gruplar arasında çıkan fikir ayrılıkları da bir siyasi krize dönüşmüştü. Dönemin siyasi sistemi gereği hükûmet üyeleri meclis tarafından tek tek seçilmekteydi. Bakanlık seçimleri bu farklı siyasi grupların hükûmette yer alma çabası yüzünden kilitlenmişti. Meydana gelen durum hükûmetin kurulmasını engelliyor, yaşanan kriz meclis çalışmalarını aksatıyordu. Kabine buhranı diye adlandırılan bu hâl, sistemi yenilemek için TBMM başkanı Atatürk’e bir fırsat verdi. 28 Ekim akşamı Atatürk yakın çalışma arkadaşlarını yemeğe davet etti ve onlara cumhuriyeti ilan etme düşüncesini açıkladı. Bu düşünce olumlu karşılandı. Ertesi gün TBMM’ye sunulmak üzere, İsmet İnönü ile bir kanun tasarısı hazırlandı. Bu tasarı: “Türkiye Devleti’nin şekli cumhuriyettir, Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur.” şeklindeydi. 29 Ekim 1923’te hükûmet krizi üzerine tartışmalar devam etti fakat bir sonuca varılamadı. Meclis başkanı olarak Atatürk, duruma ilişkin bir konuşma yaptıktan sonra hazırlanan tasarıyı meclise sundu. Söz alan konuşmacıların da hararetle bu tasarıyı desteklemesi üzerine, 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetin ilanından sonra seçimlere geçildi. Gazi Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı; İsmet Paşa da ilk Başbakanı olarak seçildi. Kürsüye çıkan Atatürk, mecliste yaptığı konuşmada cumhuriyetin anlamını: “Türkiye Cumhuriyeti, dünyada bulunduğu konuma layık olduğunu eserleriyle ispat edecektir. Türkiye Cumhuriyeti mutlu ve başarılı olacaktır!” sözleriyle belirtti.
Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesinin ders kitabında, lisede öğrencilere dağıtılan kitaptaki bilgiler daha detaylandırılır ama temelde değişen bir şey yoktur: “Cumhuriyet Atatürk’ün iradesinin bir tezahürüdür.” Sanki Cumhuriyet (fikri) Atatürk’e Cebrail tarafından nüzul edilmiş, ulu önder Atatürk’ün bu bilgiyi ashabına (TBMM grubu) naklini takiben Cumhuriyet ilan edilmiştir!!! Sizden hem yukarıdaki hem de aşağıdaki metni tekrar okumanızı isteyebilir miyim? Cumhuriyeti bir erdem, bir politik meziyet, bir politik ideal, bir ülkü… olarak sahiplenmek için bir iştiyak, bir his, bir arzu uyandırdı mı? Haklısınız bende de…
Nitekim 13 Ekim 1923’te… Anayasa’ya dahil edilen madde ile “Türkiye Devleti’nin başşehri Ankara şehri” olarak belirlenmiştir. Ekonomik ve sosyal yatırımların merkezi İstanbul olmasına rağmen Ankara’nın başkent seçilmesinin nedeni sadece emniyet şartları olabilir mi?… Yeni devletin… İstanbul’daki yönetimden farklı bir noktaya doğru gittiğini açıkça gösteren bu gelişme Mecliste Hükûmete karşı muhalefeti hızla artırmaya başlamıştır. Bu muhalefete karşılık Hükûmet Reisi ve İçişleri Bakanı Fethi Bey daha etkili olabilmek için İçişleri Bakanlığı görevinden ayrılmıştır. Aynı sırada Ali Fuat Paşa da meclis ikinci reisliğinden istifa etmiştir. Muhalifler, Fethi Bey’den boşalan İçişleri Bakanlığına Erzincan Mebusu Sabit Bey’in, meclis ikinci başkanlığına Rauf Bey’in seçimini karar altına aldırmışlardı. Sabit Bey’in ittihatçılığı ile meşhur olmasının Mustafa Kemal Paşa’yı rahatsız ettiği ifade olunmaktadır. Bu durumda Mustafa Kemal’in daha seçimlerin hemen ertesinde hazırlığını yaptığı projeyi uygulamaya koyduğunu görüyoruz: Cumhuriyeti ilan etmek. 25 ve 26 Ekim günlerinde Hükûmeti Çankaya’da toplayarak son gelişmeler üzerine Hükûmetin istifa etmesi gerektiğini belirten Mustafa Kemal Paşa, mevcut Hükûmet üyelerinden hiç kimsenin yeni kurulacak kabinede görev kabul etmemesini istemiştir.
Böylece Meclisteki muhalefet grubuna bir Hükûmet kurma imkânı tanımaktaydı. Aslında bu aynı zamanda bir iktidar mücadelesi, açıktan açığa bir güç gösterisiydi. … Burada Mustafa Kemal Paşa’nın hazırlıklarını çok yönlü gerçekleştirdiğine işaret etmeliyiz… 28 Ekim akşamına kadar bir netice alınamayınca Mustafa Kemal Paşa, Çankaya da topladığı arkadaşlarına “yarın Cumhuriyeti ilan edeceklerini” bildirmiş ve meselenin hâlli için kendisinin Meclis’e çağırılması talimatını vermiştir. Mustafa Kemal, kendisiyle “zaten ve tabiaten hemfikir olduklarına şüphe etmediği” Ankara’daki bütün arkadaşlarına danışmak lüzumunu hissetmediğini belirtirken İsmet Paşa ile birlikte daha Temmuz ayında hazırlattığı metni yeniden gözden geçirmiştir. Buna göre, Teşkilatı Esasiye Kanunu’(Anayasa)nun birinci maddesine “Türkiye Devleti’nin idare şekli cumhuriyettir” cümlesi ilave edilmiş ve dördüncü madde “Türkiye Devleti TBMM tarafından idare olunur, Meclis, Hükûmet’in yükümlülüğündeki görevleri Bakanlar Kurulu vasıtasıyla yerine getirir” şekline getirilmişti…. 29 Ekim günü Meclis yine eski hükûmetin yerine daha kuvvetli bir hükûmet kurmaya çaba harcamıştır. Ancak bütün girişimlerin sonuçsuz kalması üzerine Çankaya’da alınan karar gereği Meclis Başkanı’nın bu konuda kendilerini aydınlatmak ve yol göstermek üzere çağırılması teklifi yapılmıştır. Davet üzerine Meclise gelen Mustafa Kemal Paşa, Anayasa’nın bazı maddelerinin açıklama ve düzeltilmesi için hazırladığı metnini vermiş ve Anayasa Komisyonunda müzakere edilmesini istemiştir. Burada Anayasa değişiklikleri yerine düzeltmeleri tabirinin kullanılması olaya nasıl bakıldığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir… Yunus Nadi Bey, en çok tepki çeken maddenin; “Türkiye cumhurbaşkanı Devlet’in de başkanıdır. Bu sıfatla lüzum gördükçe Meclise ve Bakanlar Kuruluna başkanlık eder” şeklinin aslında tadil dahi olmadığını, zira asılda da bu yetkinin Meclis Başkanı’na verilmiş olduğunu belirtmiştir.
Atatürk’ün Armağanı!
Osmanlı Tanzimat’ından başlayan ulus-devletleşme sürecinin, 1920’lerde ulaştığı en önemli kavşaklardan biri olarak Cumhuriyet rejimine geçişte Mustafa Kemal’in rolünü kim yadsıyabilir ki; onun ve kuşağının tüm münevverlerinin özverilerini, çabalarını? “Cumhuriyet”in bu yönü nedense hiç vurgulanmadı. Cumhuriyet, içinde, en önünde Mustafa Kemal’in de yer aldığı bir tarihsel gelişme olarak algılanmaktan çıktı. Cumhuriyetin önce “Atatürk’ün kurup bize armağan ettiği”, 2000’li yıllardan sonra da “üç-beş batılılaşmış entel, ayyaşın Osmanlı’yı yıkarak Anadolu halkına zorla kabul ettirdikleri” bir şey olduğu dayatıldı.
Uzun bir dönem Türkiye, her 29 Ekim’de Ulu Önder Atatürk’ün bu Cumhuriyeti armağan edişini kutladı. Kutladı dediysem, yakın zamana kadar Cumhuriyet kutlamaları dediğimiz şeyin, 29 Ekimlere denk gelen günlerde ilk ve orta eğitim kurumlarında gerçekleştirilen anlamsız etkinliklerden fazla bir anlamı olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu “laf olsun” törenlerinde birkaç şiir, biraz halkoyunu, bir de müdür tarafından verilen süslü nutukların dışında cumhuriyet kavramı ile ilgili ne anlatıldı çocuklara?
Gelin itiraf edelim: Yakın zamana kadar, “Atatürk’ün ilan ettiği bir Cumhuriyetin, ilk/orta eğitim kurumlarında mecburen anılması”ndan fazlası aklımıza bile gelmedi. Hem zaten onu kollamak ve korumak da askere ait bir görevdi.
İşte Cumhuriyet ve Atatürk kavramlarındaki dönüşüm de bu aşamada tartışılmaya başlandı. Önce Cumhuriyetin koruyucusu kollayıcısı asker denklemden çekildi; İlk ve orta eğitim kurumlarındaki kutlamalar tam bir yasak savma törenlerine dönerlerken, bazen de soğuk havalar bahane edilerek, minik salon etkinlikleri haline getirilmeye başlandılar. İllerdeki tüm okullarda ayrı ayrı düzenlenen etkinliklerin o ildeki bir salon etkinliğine indirgenmesi de cabası. Yıllarca yasak savmak kabilinden kutlanan 29 Ekim’in artık iyice gözden düşmesi ile, bu Cumhuriyeti kuran ve armağan eden kişi olarak kodlattırılan Atatürk’ün itibarsızlaştırılması at başı gitti.
Şöyle özetleyeyim, yakın zamana kadar, 29 Ekim; Atatürk’ün kendi başına düşünüp kurduğu, bize armağan etse de askerin koruduğu, çoluk çocuğun da okulda kutladığı bir etkinlikten ötesi değildi. Televizyonların üst köşesine yerleştirilmiş Atatürk resimli dalgalanan Türk bayraklarını görmesek ya da o gün sokakta resm-i geçit yapacak asker yüzünden trafik akışı değiştirilmiş olmasa veyahut da çocuklarımızı tören için okula bırakmak zorunda kalmasak, diğer günlerden pek de farkı olmayan, bizim için pek de anlam ifade etmeyen günlerden birisiydi 29 Ekim.
Böyle kutlanır ve kollanırken de bizim için bir şey ifade etmeyen Cumhuriyet, kollanıp korunmamaya ve kutlanmamaya başlandığında da pek umurumuza geçmedi.
Atatürk’ün kurduğu, askerin koruduğu, çocukların kutladığı Cumhuriyet, toplumun geniş kesimi için hiçbir şeydi? Hiçbir şeyimizi yitirmek de hiç sorun yaratmadı bizde.
Cumhuriyet Ne İşe Yarar?
Bizim için hiçbir şey ifade etmeyen Cumhuriyet, siyasal tartışmaların janjanlı nutuklarında dile getirilen boş bir kavram olmaktan fazla bir işe de yaramıyordu. Hem artık yeni siyasal konjonktürde, askerin koyup kollamadığı, kutlanmaktan bile imtina edilmeye başlanan Cumhuriyet’in, “iki ayyaş” tarafından zorla ilan edildiği, halkın rızası alınmadan tepemize giydirildiği de söyleniyordu. Yıllardır Cumhuriyet ile özdeşleştirdiğimiz Atatürk’ün de aslında alkolik, Osmanlı’ya ihanet eden, halka zulmeden birisi olduğunun öğretilmeye başlatıldığı bu süreçte toplumun cumhuriyet kavramı ile bilişsel bağı tümden koptu. Zaten öncesinde de bu bilişsel bağ, Atatürk, armağan, fazilet ve asker kavramları ile kurduğumuz birkaç cümle ile sınırlı ve zayıftı.
Cumhuriyet tarihinin uzun bir döneminde sadece asker tarafından korunup kollanan ve tek değeri Atatürk tarafından bize hediye edilmiş olmasıyla alakalı bu Cumhuriyetin, günlük hayatımızda bir işlevinin olduğunu söylemek de zor. Cumhuriyet yöneticileri hiçbir zaman böyle bir soruya cevap arayarak, geniş kitlelerin anlayabileceği bir dil ve içerikte onun ne işe yaradığını, yani işlevini anlatmayı denemediler; denemek bir yana akıllarına bile getirmediler: Armağan edilmişti; hem de Ulu Önder tarafından. Üstelik, 2000’lerin yeni konjonktüründe, hem hediye edenin de kötü biri olduğunu hem de aslında hediye etmeyip Cumhuriyetin dedelerimizin eline zorla tutuşturulduğu da söylenmeye başladı bize.
2000’i yıllar ilerledikçe asker, cumhuriyet, Atatürk, fazilet ve armağan kavramları arasında eskiden bu yana kurulan tüm bağlar koptu; kopartıldı. İyi ki de kopartıldı. Bu bağı kopartanlar, lime lime edenler; cumhuriyetin bir reklam arası olduğunu düşünenler hiç de böyle bir sonucu düşünmüyor, bunu ummuyorlardı ama Atatürk yerle bir edildikçe içinden bir Mustafa Kemal, İlkokul törenlerinde kutlanan 29 Ekimler unutturuldukça da toplumun bizzat kendisinin koruma ve kollamaya çalıştığı bir Cumhuriyet ortaya çıktı.
Artık Atatürk’ün bize armağan ettiği bir Cumhuriyeti değil: Mustafa Kemal’in içinde, en ön safta çarpıştığı bir Cumhuriyeti, kulluktan bireyliğe, yurttaş olma idealine doğru koştuğumuz bir cumhuriyeti kutlamaya başlıyoruz.
Celal Nuri İleri Taç Giyen Millet demişti cumhuriyeti tanımlarken. Cumhuriyet yönetimleri bu tanımı önemsemedi; yıllar geçtikçe içi boşaldı. Artık Cumhuriyet, Taç ve Millet kavramları ile değil Armağan ve Atatürk kavramları üzerinden tanımlanır hale geldi. Bu haliyle de oldukça nostaljik ama işlevsiz bir “şey”di.
Cumhuriyet düşmanları da bu yoldan yürüdü zaten. Bu yoldan yürüdüler ve 2000’li yılların ilk çeyreğinde, hiç zorlanmadan, Ulu Önder-Armağan-Cumhuriyet üzerine kurulu yapıyı darmadağın ettiler. Ummadıkları şey, Atatürk ve armağan metaforunda yıkılan cumhuriyetin içinden yine Taç ve Millet metaforuna yakın bir Cumhuriyet algısının canlanabileceğiydi. Atatürk’ün armağan ettiği Cumhuriyet yıkıldıkça, Mustafa Kemal ile birlikte kurulan Cumhuriyet; ilkokul çocuklarının andığı Cumhuriyet yıkıldıkça sokakta kutlanan cumhuriyet; askerin koruduğu cumhuriyet yıkıldıkça, halkın cumhuriyeti kuruluyor; kurulmakta. Sanırım tüm bu gelişmeler için süreci hızlandıran cumhuriyet düşmanlarına da teşekkür etmemiz gerekiyor.
Cumhuriyet; Sümerler, Lidyalılar, Frigyalılar, Hititler… Selçuklular, Osmanlılardan bu yana bu topraklarda ilk kez hakimiyetin kaynağına bireyi yerleştiren rejimdir.
Cumhuriyet ile, 29 Ekim ile, “reaya”sı, (raiyet) Nişanyan’ın Sözlerin Soyağacı Çağdaş Türkçenin Kökenbilim Sözlüğü’nde “güdülen hayvan, “sürü mensubu”, “Birinin [padişahın] gözetiminde[ki] olan davar, sürüsü… hükümdarın gözetmekle mükellef olduğu” kişiler olmaktan çıkıp bil-a kaydu şart egemenliğin sahibi olarak tanımlandığımız “yurttaş” haline geldiğimizi unutmamamız gerekiyor. O gün bugündür sorunumuz egemenliğin sahibinin “kimin” olduğu değil, bu egemenliğin fiilen ne kadar bizim olduğu, ona ne kadar sahibi olabildiğimiz, iktidarın formasyonunu ne kadar “bizim” belirleyebildiğimiz sorunudur.
Cumhuriyet önemli midir?
Davarlıktan insanlığa, bireyliğe, yurttaşlığa geçebilmek sizin için hiç önemli değilse Cumhuriyet de önemli değildir; önemliyse önemlidir. Onun önemi Atatürk’ün onu ilan etmesinden de kaynaklanmaz; aksine Mustafa Kemal’in önemi onun Cumhuriyeti bize kazandıran kuşağın bir neferi, lideri olmasından kaynaklanır.
Çocuklarımıza eşit, özgür sosyal bir cumhuriyet bırakabilme özlemi ve azmiyle herkesin Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarım.